Köşe Yazıları

Ayşe Böhürler

Ayşe Böhürler

Karantinanın -E- Hali

Pandemi sebebiyle yaşadığımız karantina, bambaşka tanıklıklarla hepimizi hem kendimiz hem de dünya üzerine durup düşünmeye sevk etti. Halen de kısmen içinde yaşamaya devam ettiğimiz bu döneme dair anılarımız çok tazeyken yazılmış bir kitap “Karantinan’nın E- Hali. ‘’ “Yaşadığımız Neydi? Nasıl bir dünyanın eşiğinden adım attık ’’ sorusuna esaslı yorum ve analizler içeren kitap Nazife Şişman Ve Fatma Barbarasoğlu’nun içinde yaşarken gördüklerimiz ve göremediklerimiz üzerine e -postalarında toplanan yazılarından oluşmuş.

Kitap bizi dünya çapında bir fikir turuna çıkarıyor.  Gözümüzün önündeki çeri çöpü temizlediği gibi, görünene teslim olmamamız konusunda bir başka görme biçimi sunuyor. Olaydan ziyade olayın nasıl yorumlandığına bakıyor. ‘’İsmi koyan tanımlama gücünü de elinde bulunduruyor. Böyle olunca, 65 yaş üstü vatandaşların sokağa çıkma izni olduğu bir günde sahilde kendisine mikrofon uzatılan iyi giyimli, kendisinden emin beyefendi 65 yaş altı olduğunu beyan ettiğinde ‘kaçamak yapmış’ oluyor, evde yiyecek bir şeyi kalmadığı için çöp karıştırmaya çıkan kâğıt toplayıcısı kadın ‘yasağı delmiş’ oluyor. Ben e-posta üzerinden yaptığımız bu söyleşiyi, işte bu sebeple, gözümüzün önündeki çeri çöpü temizleme ve görünene teslim olmadan kendi idrakimizdekileri kelimelere dökme çabası olarak anlamlı buluyorum. “

Doğrusu kitap ilk elime geçtiğinde böylesine sürükleyici, yaşadığımız her ana ilişkin derin analizler içeren bir kitapla karşılaşacağımı düşünmemiştim. Akıcı bir dille gündelik hayatın içinde sarmalanmış felsefe, edebiyat, ekonomi ve siyasetin satır aralarına esaslıca yerleştirildiği bir metinle karşılaşmanın ötesinde sık sık önceki sayfalara geri dönme ve not alma ihtiyacı hissettim. Kitabı okurken kendime de bir okuma listesi çıkarmaya başladım bile…Kitap okurken akıp gidiyor ama ardında sorular bırakarak. Nazife Şişman’ın ekonomi ve sosyoloji, Fatma Barbarasoğlu’nun felsefe ve sosyoloji temeli üzerinden gelişen analizleri bir sohbetin akıcılığında ilerliyor. Karantina’nın E-Hali son yıllarda okuduğum en güzel kitaplardan birisi. Kitabın yazarlarını her şeyin hızla gelip geçtiği bir döneme dair kalıcı bir eser bıraktıkları için ayrıca kutluyorum.

İSMET ÖZEL’DEN ÖDÜNÇ ALINAN MISRALAR

Dijital kültür, fâni ile kadim olan arasındaki hiyerarşiyi yıkmak üzerinden enerji biriktiriyor. “Google Sonrası Yaşam” başlıklı bir kitap ismi ile karşılaşınca zihnim “Ölümden Sonra Hayat” adıyla yayımlanmış kitapları çıkarıp getirdi mahzenden.”

“Artık hepimiz dijital zamanın içindeyiz. Ama bu gerçek ile yüzleşmeyi göze alamıyoruz. Söylem bir tarafa doğru sekiyor, eylem öteki tarafa. İnsanlar ‘evde kalma günleri’ni İsmet Özel mihmandarlığında ‘değerlendirdi’ sosyal medya söylemi üzerinden: Herkesin bahanesi var senin yok/ Günahlı bir gölgenin serinliğinde biraz bekleyebilirsin / Daha sonra burada kalamazsın, başa dönemezsin/ Ama dön/ Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!/ Şarkıya dön! Kalbine dön! Eve dön!/ Kalbine dön! Eve dön! Şarkıya dön! “

Başa dönemiyoruz orası kesin. Ama şair “Burada kalamazsın” derken biz “burada” kalmaya fena hâlde istekli görünüyoruz. Gidilen bir yer olmadığı için dönülen bir yer de olmadı/olmayacak! “Eve döndük, ne güzel oldu” dedi. Oysa ilerleyen günlerde anlaşıldı ki eve döndük diyenlerin bir kısmı daha önce hiç evinde olmamış, dolayısıyla da bundan sonra olması mümkün değil… Evin içerisi ile dışarısını ayıran eşik iptal oldu. Oysa evin içerisi ile dışarısını ayıran eşikler çeşit çeşittir ve eşiklerden biri de gecedir…. Karantina günleri, 7/24 hayatı eve taşıdı. Jonathan Crary, 7/24: Geç Kapitalizm ve Uykuların Sonu adlı o incelikli analizinde uykusuz asker, uykusuz işçi sürecinin uykusuz tüketici kısmına gelindiğine dikkat çekiyor. Karantina günleri uykusuz tüketicinin gezegen çapında kampı oldu âdeta. “

Herkes aynadaki sureti ile diyalog hâlinde. Pandemi günlerinde yüzüne takmak zorunda olduğu maskeden dolayı muhatabımızın suretinden ve siretinden mahrumuz. Birkaç yıl önce Black Mirror olarak seyrettiğimiz pek çok distopiköge, unsur, ürün, hayatımıza çoktan karıştı. 1990’lı yıllar boyunca bütün dünyada “birlikte yaşamak” üzerine derin tartışmalar yapıldı. 2020 yılında taşıyıcı olma ihtimalimiz vardır diye yaşlı akrabalarımızı ziyaret edemez hâle geldik. Acı olan şu ki daha önce distopik bir sahne olarak seyrettiğimiz şeyler hayatımıza dâhil olunca “Yapacak bir şey yok, olması bekleniyordu, oldu işte” kabullenişine demir atıyoruz. Bu kabulleniş beni ziyadesiyle korkutuyor. Bu kabulleniş gelecekten ümit kesmemize sebep oluyor, daha da önemlisi “kötülük” karşısında sorumluluk almamıza engel oluyor.

SEMİYO KAPİTALİZM…

Bir distopya filminden fragmanlar yayınlanıyor gibi, mesela İtalya’da askerî araçların her gün ölen yüzlerce kişiyi hızlı bir şekilde defnetmesi bir görsel olarak geçip gitti önümüzden. Yas günlerinde bu kadar yoğun eğlencenin servis edildiği, tarihte başka bir dönem olmuş mudur bilmiyorum. Sontag “başkasının acısına bakmak” diyordu ya… Biz başkasının ölümüne “eğlenerek bakıyoruz”. Salgınla mücadele kapsamında taziye evine gidilemiyor, cenazelere katılım mümkün değil. Tamam! Ama, bu kadar eğlenmek gerekiyor mu?

Bu yaşadıklarımız neden ibret mesajlarına dönüşmedi sorusu önemli. Buna Nazife Şişman Susan Sontag’dan bir yorumuna dikkat çekiyor.. ‘’Tüketim toplumu bireyi hayatın sonluluğuna dair düşünmeye değil, daha fazla tüketime teşvik ettiği için ölümü hayatın dışına itmiş, kalın bir parantez içine almıştır. İnsanlar sanki hiç ölmeyecekmişçesine hayata davet edilirler. “Yaşanacak tek hayat vardır, o hâlde beden sınır tanımaz bir haz içinde ilerlemelidir.” Popülerkültür her gün, her saat bu düsturu tekrarlar. Finans kapitalizminin pandemiyle değişen yüzüne, her şeyi rakamlarla ekonomi takip eder gibi etmenin yabancılaştırmasına dikkat çekiyor… ‘’Korona sürecinde birkaç video konferansını dinlediğim Franko Bifo Berardi “semiyo-kapitalizm” diyor buna. Yani finans kapitalizmini meşrulaştıran ve akıcılığını sağlayan birtakım sayıların, kavramların tedavülde olması. Gerçekte insanların ne yaşadığı değil, bunu tanımlayanların onları nasıl gördüğü, ekranlarda nasıl takdim ettiği belirliyor her şeyi