Köşe Yazıları
Ayşe Böhürler
Türkiye’yi Merkez Edinmek
Türk Kahvesi’nde düşünce dünyamızı zenginleştiren konuklarla sohbet etmeyi kendi adıma da izleyiciler adına da büyük bir kazanım olarak görüyorum. Geçen pazar sohbet konuğum olan Prof. Dr. İsmail Kara ile yaptığımız programın ardından arayan pek çok kişi oldu.
Onların özellikle üzerinde durduğu ve Mustafa Kutlu’nun bir sorusuyla daha da açılan bir bahsi, programdan bir bölümü olduğu gibi vermek istiyorum: İsmail Kara’nın “imkan ve problemlerini bir arada tartışmalıyız” dediği konulara dair bir gözlemimi paylaşıp sözü hocaya bırakacağım.
İslamcı kesimden gelen ailelerin çocukları lise, üniversite yıllarına gelince yüzlerine çarpan bir gerçekle karşılaştılar. Çocukların ailelerine isyanlarının yönü, HDP gibi sol partilere eğilimle sonuçlanmıştı. Onların fikir zeminlerindeki Kürt milliyetçiliğini önemsemedikleri gibi görmüyorlardı da. Ya da daha enternasyonal, Batı merkezli, ülkesini küçümseyen fikirlere değer veriyorlardı.
Yurt dışına doktoralar, eğitimler derken karşımıza “Batının sömürge geçmişini abartıyorsunuz, özgür düşünce orada” diyen ya da selefi fikirlere prim veren gençler çıktı. O zaman yüzümüze çarptı ki biz çocuklara İslamı bir yaşam modeli olarak anlatacağız derken kendi topraklarımızı merkez edinen bir şuur vermeyi ihmal etmişiz. Nerede hata yapılmıştı? Bunun savrulduğu yerin altını çizmek istiyorum. Filistin’i gerçek dava olarak benimserken kendi toprağına yabancı kalmaktan söz ediyorum.
TÜRK KAHVESİ’NDE İSMAİL KARA
AB: “Türkiye’nin problemi, Doğu-Batı kıskacında kalması değil kendisine bir merkez bulamamasıdır. Türkiye’de enternasyonalizm solculuğu, Turancılık milliyetçiliği, ümmetçilik İslâmcılığı merkezden kopardı. Problem Doğu-Batı problemi değil, Türkiye’de eğitim almış insanların hangi fikre ve ideolojiye mensup olursa olsun Türkiye’den bir şekilde kopmasıdır. Başka bir şekilde söylersek merkezinin olmayışıdır. Eğer merkezde anlaşabilirsek konuşabilme oranımız, konuşma kalitemiz ve insanlığa hitap etme kapasitemiz yükselecek.” Bu sözlerinizi açacak olursak ne söylersiniz?
İK: Türkiye’nin merkezini unutmasını, kaybetmesini çok önemli bir problem olarak görüyorum. Buna bağlı olarak birbirinden çok farklı yerler de duruyormuş gibi gözüken ideolojilerin İslamcılığın, solculuğun ve milliyetçiliğin Türkiye’yi merkezden çıkarmak yahut da kendi merkezlerini kaybetmek noktasında birbirlerine çok benzediğini söylüyorum.
Milliyetçiliği de Turancılık dolayısıyla buna dahil ediyorum.
Milliyetçilik Türkiye’den nasıl kopuk olur?
Milliyetçilik Türkiye’yi merkeze alır. Fakat Turancılık Türkiye’nin dışında bir yeri merkez alır. Bu durum Cumhuriyet ideolojisinde de vardır. Cumhuriyet ideolojisinin hem güneş dil teorisi hem Türk tarih tezi Orta Asya’ya bakar. Ziya Gökalp’e bakarsanız Turancılık Türkiye’nin dışında bir yerdir. Milliyetçilik-Turancılık ilişkisi paradoks gibi gözükür ama böyledir.
Peki ya ümmetçilik?
Ümmetçilik radikal İslamcıları ve yeni selefileri Türkiye’den kopardı. Bu problem bugün azalmış değil. Bugün ne İslamcılık, ne solculuk ne milliyetçilik 60- 70’li yıllarda gibi değil ama bunların Türkiye’nin merkezin kaybetmesiyle ilgili olan düşünceleri geri döndü mü diye bir soru sorarsak buna evet dememek çok zordur. Bu merkezi kaybetmek meselesi benim çok önemsediğim bir meseledir. Türkiye bu konuda mesafe kat etmediği sürece muhtemelen düşünce düzeyinde bazı problemlerini hiç çözemeyecek. Fiili olarak da problemlerinin bir çoğunu çözemeyecek.
Mesafe kat etmesi için ne gerekiyor?
Türkiye’yi tekrar merkez edinmenin yollarını araması gerekir
Yeni bir milliyetçilik bakışı diyebilir miyiz?
Milliyetçiliği nasıl kullanacağımıza bağlı bir şey bu. Soğuk savaş sonrası için tema olarak milliyetçilik idare edilen ülkeler için tu-kaka edilen bir düşüncedir. Fakat esas dünyanın siyasi ve kültürel merkezleri için milliyetçilik yükseltilen bir şey oldu. Buna dikkat etmek gerekir. Türkiye ve İslam dünyasındaki aydınların bunu bildiklerini ve siyasi sebeplerle bunu unutturduklarını düşünüyorum. Türkiye’de milliyetçilikten bahsetmek tehlikeli bir bölgeye intisab etmek demektir. Ben onun için milliyetçilik kelimesini kullanmıyorum Çünkü üzerinde geniş açıklamak yapmak gerekir. Fakat Türkiye’yi merkeze almak demek kendimizi merkeze almak demektir. Fert olarak insan, toplum olarak varlık alanı kendisini merkeze almadığı zaman hiçbir şey yapamaz… Bizim meselemiz Doğu-Batı kıskacında kalmak değildir, biz zaten bu kıskaçtayız. Türkiye’nin kendisini merkeze alması demek kendisine kapanması da demek değil. Bu Türkiye’nin de İslam’ın da tarihinde zaten. Türkiye’yi merkeze alınca en yakın halka olarak İslam dünyasına açılacak. Sonraki halkalar diyelim ki Avrupa ve bütün insanlık tecrübesi var. Önemli olan merkezin bilinmesidir. Yeni bir merkezin inşa edilmesidir.
Mustafa Kutlu: İslam dünyası ve Türkiye şimdiye kadar modernleşme ve İslamlaşmayı, Cumhuriyet ideolojisi içinde din parantez içine alınsa da beraber götürdü. Kazanan kim oldu? Kimin hükmü yürüyor?
İK: Türkiye’nin kendini merkez edinmesi bu problemi çözmekle mümkündür.
Modernleşmenin iddiası; modernleşme sürdükçe din ortadan kalkacaktı. Ama kalkmadı din geri geldi. Avrupa’da dindarlık ferdileşti, kurumsallık bitti. Ama İslam dünyasında böyle olmadı. Hem ferdi dindarlık devam ediyor hem de cuma cemaati gibi kurumsallık yükseliyor. Din ile irtibatın kalitesi ne oluyor sorusu ayrı bir konu. İslam dünyasında din Batı dünyasından farklı olarak hem ferdi hem de “kurumsal” olarak yükselerek devam ediyor. Bu menfi bir şey değil. İkisinin varlığını birlikte sürdürüyor olmasının hem problemlerini hem imkanlarını konuşarak önemsememiz lazım. Fiili olarak durum iyi değil, potansiyel olarak iyi. Problem tarafı ağır ama imkan tarafı çok yüksek. Bu imkanı kullanabiliyor muyuz? Bu imkan dolayısıyla karamsar ve kötümser değilim. Bu imkan dine karşı olan modern düşünce ile dini bir arada götürme bakımından sadece İslam dünyasında var. Avrupa bu imkanı kaybetti. Fiili olarak görünür maddi bir güç olarak İslam ile uğraşma sebepleri de bu “imkan”dır.
“Galip gelen kim” sorusunun tek bir cevap olmaması gerekir. Savaş sürüyor.