Köşe Yazıları
Ayşe Böhürler
Hangi Bayrağa Selam Vereceğimize Karar Vermeli
Seçim sonuçlarına dair pek çok yorum var. 22 yıllık bir siyasi tecrübem benim de farklı noktalarda odaklanmama sebep oluyor. Benim dikkatimi çeken siyasi analizlerin ötesinde toplumsal değişim oldu. Değişen ve değişmeyenleri değerlendirirken, değişimin kendisinin kazandığı hız ve eskinin hızla önemini kaybetmesi meselesine odaklandım.
Bu seçimde rüzgâra göre yön değiştiren omurgası ile tutkalı sadece “Erdoğan karşıtlığı” olan bir muhalefet ile mücadele ettik. An odaklı, geçici hedef birliği üzerinden izlenen siyasetin geleceğini öngörmenin imkânsızlığına şahit olduk. Ancak bizzat seçmenle geçirdiğimiz bir kırk günün ardından siyasetin geleceğine yön vereceğine inandığım topluma dair gözlemlerim şöyle:
Toplumsal değişimin dinamiğini sadece ekonomik kaygılarla değerlendirmek yanlış.
Ekonomi önemli, ancak yaşanılan değişimi anlamlandırmakta zorlanmanın temelinde her kesim için “inanç eksikliği” yatıyor. Kendine, ülkesine, davasına, inançlarına…
Bölgeselden, küresele, devletlerden toplumlara dünya yeni bir yap-bozun içindeyken milliyetçilik bu dağılmalara tepki olarak yükseliyor. İnsanlar savrulmayacak sabit değerler arıyor. Ormanda izini kaybetmemek için de diyebiliriz buna.
Tam da bu noktada “milliyetçilik” dış basından iç basına benzer çevreler tarafından bir felaket olarak sunuluyor. Oysa bugünkü insanın milliyetçilikten anladığı “ırkçılık” değil. Herşeyin savrulduğu bir dünyada ayağını sağlam basacak zemin.
Bu seçimlerde, seçmenler üzerindeki mahalle baskısını çok hissettim. Doktor bir genç kız, asistanlar odasında, “AK Partiliyim diyemeyiz canımıza okurlar.” diyordu. Öyle ki bir hocası “AK Partili olanlar beni takip etmesin, lütfen takipten çıkın.” demiş.
Pek çok genç çalışma ortamlarında AK Partili olmanın suç görüldüğünü söylüyordu. Okullarda yine aynı şey. Kültür sanat çevrelerinde aynı tablo. AK Partili olmak ile gerici, yobaz olmak arasındaki geçmişte üretilen provokatif söylemleri sürdüren çeşitli guruplar, özellikle beyaz yakalılarda yaşıyor, yaşatılıyor… Bu söylemlerle başkaları üzerinde tahakküm kuran, mahalle baskısı uygulayanlar üzerinde bir sosyolojik araştırma şart.
Özetle bu seçimlerde çokça mahalle baskısı duydum ama karşı mahallede. Gençler onların olduğu ortamlarda AK Parti’ye oy vereceğim diyemiyorlar. Z kuşağında çok sayıda genç Erdoğan oy verdi ama kimse bunu itiraf edemiyor.
“Türk düşünce hayatında birbirinden kopuk adacıkların olduğu gibi bu adacıklar da birbirlerine kapalıdır. “ Bu tespiti yapan Cemil Meriç’e hak vermemek mümkün değildi. Muhalefet seçmen kitleyi bu adacıkların içine hapsetmeye çalıştı ama başarılı olamadı.
Amerika’da, Avrupa’da yaşayan aydınlardan Türkiye’de yaşayanlara kadar, yaptıkları yanlış değerlendirmelerde bu adacıklara hapsolmalarının etkisi büyük. Amerika’nın en saygın üniversitesinde dersler veren bir ekonomist Daron Acemoğlu’ da bunlardan birisiydi. Batı toplumlarında benzer sonuçları “demokrasi”, Türkiye’de ise “Erdoğan’ın demokrasi makinesini kullanması ve patronajı” olarak okuyordu.
BBC ‘de çıkan “Türkiye ikiye bölüdü” yorumu da benzerdi. Amerika’da seçimlerden Cumhuriyetçi ve Demokratlar arasında benzer sonuçlar çıktığında Amerikan toplumu ikiye bölündü demeyenler, nedense aynı demokratik tabloyu “Türkiye bölünmüş” olarak görüyorlar.
Ben ise tam tersi bu sonuçların aydınların hapsolduğu adacıklardakilerin aksine, halkın ayrıştığı değil, geçişken ve akışkan bir hal aldığı, bütünleşme imkânı olan bir toplum aritmetiği olarak okuyorum. Ayrıştırma, kutuplaşma söylemlerinin klişeliğinin geçersizleştiği, göz hizasında iletişim kurmaya bir fırsatı olarak görüyorum. Cumhuriyet elitlerinin, en pozitivist aydınların üstün insan olma iddiası ve ayrıcalığını bu seçimlerin bitireceğini düşünüyorum.
Sokrates, “Üzerinde düşünülmemiş bir hayat yaşanmaya değmez.” diyor. Biz de her zaman yaşadığımız şeyler üzerinde illa ki geriye bakıp düşünmek zorundayız.
Hangi bayrağa selam vereceğimize artık karar vermeliyiz.