Köşe Yazıları

Ayşe Böhürler

Ayşe Böhürler

Gafletten Uyanma

ESKİ SOLCULAR

Geçen hafta eski komünistler ve onların ikinci el zamanları üzerine yazarken, Marksizm’den Müslümanca bir dünya görüşüne geçiş yapmış isimleri de yazmalıyız derken böyle bir yazı çıktı ortaya.

İsmet Özel ilklerden birisidir. Sonradan gelen birçok kişiye de ilham kaynağı olur. 12 Mart darbesi sonrasında “komünist şair” iken. “Müslüman şair” olan İsmet Özel Amentü şiirini 1974 yılında yazar.

Her birisinin hikâyesi öznel ve farklıdır. Ancak yine de İslami kesimlerle solcuların buluşması 12 Eylül darbesinden sonra gerçekleşir. 12 Eylül darbesinin dağıttığı kimi solcu çevreler için İslam yeni bir arayışın mekânı olur ve İslami entelektüel çevrelerle buluşurlar.

O yıllarda solcuların, ülkücülerin bizim mahalleye gelmeleri büyük bir coşkuyla karşılanıyordu. Onlar İslami harekete de farklı bir ivme, eylem dinamiği kazandırmışlar, mahalleye heyecan ve farklı bir bakış getirmişlerdi. Bitmeyen sohbetleri, tartışmaları her birimizin bugün de hasretle hatırladığımızı söylemek isterim. Ayrıca o dönem bir avuçtuk. Hele de biz baş örtülü kadınlar! Solcularla, liberallerle, Kürt milliyetçileriyle, feministlerle hasılı kelam farklı kesimlerle diyaloğumuz o günlere dayanır.

Hepimizi buluşturan panel ve toplantılar o dönem çok modaydı.  Eski solcuların bu vesileyle iki dünyanın birbirini daha iyi anlamasında hal tercümanı olduğunu söyleyebilirim.

Murat Belge o yıllarda “Benim gibi 1940’larda doğanlar için solcu olmaktan başka seçenek yoktu. Belki sizin gibi 1960’larda doğsaydım İslam’ı seçerdim.” diyordu. Bu cümleyi sarf ederken ne kadar samimiydi bilemem ama taraflarımızı seçerken zamanın ruhunun etkisi büyük!

Soldan geçen tiyatro sanatçısı Ulvi Alacakaptan “1960’lı yıllarda doğan bir genç eğer ot değilse ya ülkücü ya Marksist ya da Müslüman olurdu.” tespitini yaparken ortak bir kanaati dile getiriyordu.

Eski solcuların değişimleri klasik hidayet hikâyelerinden biraz farklıydı. Geçmişte bir siyasi duruşları vardı. İtirazları vardı, emperyalizme, kapitalizme sosyal-siyasal itirazları vardı. Klasik mütedeyyin dindarlardan bu noktada ayrıldılar. Sistem eleştirisi yaptılar. Bunun da ötesinde İslami yaşam tarzına tedbir ver tedeyyün ile cesaretle sahip çıktılar. Terk ettikleri mahalleyi de çok iyi bildikleri için argümanları daha kapsayıcı oldu, kompleksleri olmadı. Bunların içinde değişenler, yenilenler, kaybolanlar olsa da İslami harekete farklı bir tarz ve bakış açısı getirdikleri vakıadır.

Bizim yetiştiğimiz atmosfer ve tanıklıklarımızı yazmanın önemli olduğuna inanıyorum. Çünkü biz bir ideolojiye keskin adanmış hayatların olduğu dönemi de sonrasını da aynı anda gören son nesil biziz sanırım. Süregelen konulara dair takibimiz var. Bu nedenle bizim hikâyemiz kuşakların birbirine aşina olduğu bir dönemi anlatıyor. Sonrasında ise herkes kendi yankı odasında mutlu mesut yaşadı.

“Ben İsmet Özel, şair, kırk yaşında.
Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar”

O yıllarda, İsmet Özel’in “ Waldo Sen Neden Burada Değilsin” kitabı okunmadan buralarda hayat başlamazdı. Şiirleri ezberlenir,  “Amentü”  ya da “Celladıma Gülümserken”i bilmeyen pek de muteber sayılmazdı. Bu gruplarda Necip Fazıl’ın etkisi çok fazla olmadı. Mekke’ye Giden Yol, Derviş ve Ölüm okunulan en maneviyatlı kitaplardı.  Pınar Yayınları ve İz, İnsan ve İşaret yayınlarının yeni çıkardığı çeviri kitaplar, Seyyid Hüseyin Nasr, Malik bin Nebi, Franz Fanon gibi entelektüeller okuma ve tartışma listelerinde baş sıralarda yer aldı. Bizim hikâyemizin bir parçası olan bu süreci İsmail Kara biraz da eleştirel bir şekilde okur. “Mektepli aydınların medreseli alimlere tercih edildiği” bir dönem olarak görür. Bu dönemde gelişen İslam anlayışına dair İsmail Kara’nın soruları ayrıca kıymetlidir.

ÖNCE KOMÜNİST SONRA MÜSLÜMAN ŞAİR

İsmail Kara’nın  “İslamcılık düşüncesinin aşılamayan son halkası” olarak gördüğü İsmet Özel’in İslam ile tanışma serüveni “Yaşamak savaşmaya, savaşmak yaşamaya değer mi?” sorusuyla başlar. Bu sorunun peşinde önce komünist bir şair sonra Müslüman bir şair olur.

İsmet Özel; “Şair, komünist, Müslüman…  Benim masalımın anahtar kelimeleridir.” diyor. “Ben kendimi şair sanarak değil, şair olamama gereğine inanarak yola koyuldum, çabam şair oluşumu insan oluşuma yakın kılabilmekti.” Üniversite yıllarında TİP’e katılır, müseccel komünist olur. Marksizm’i benimser Marksizm-Leninizm yalınkatlığından hazzetmez. 12 Mart 1971 sonrası masalın içinde Müslüman kelimesinin geçmesine neden olacak bir inziva yaşar.

“Müslümanlık benim için bir dünya cenneti tasarısından sıyrılıp farklı bir dünya cenneti tasarısına kaçış değildir. Sosyalist olarak ulaşamadığım hedeflere Müslüman olarak ulaşacağım kapanına sıkışmayacaktım. Bunun yansıra sosyalist olarak sahip olduğum ‘şartların eleştirisi’ gücünü de feda etme yanlısı değildim. Yapacağım şey hem insan olarak kendimin anlaşılırlığını, hem de insan ilişkileri içine her birimizin konumunun anlaşılırlığını kapsayan, anlaşılırlık alanını genişletmek…”

İçiyle dışı arasında barışık bir ilişki kurabilmiş ve arayışını sürdüren, soru sormaktan ve cevabını aramaktan kaçınmayan her solcunun imandan nasibini alacağına inanan İsmet Özel hakikat ve adalet arayışıyla solcu olan arkadaşlarına “Waldo sen neden burada değilsin?” diye sorar.

Ayşe Şasa Marksist bir entelektüeldir. Bir senaryo yazarıdır. Batılı bir terbiyede Alman dadılarla büyümüştür. Marksizm sunduğu adalet programıyla onu cezbetmiştir. “Marksizmin kapitalizme sunduğu eleştiri o dönemde ulaşabildiğim en sofistike ve cazip görüştü. Henüz İslam’ı tanımıyordum. O güne kadar Marksist bir çerçeve içinde, sadece tarih ve sosyolojiden haberdardım.  Yahu tarih ve sosyoloji ölüm ve ölüm ötesi hakkında haber verebilir mi? “

Ayşe Şasa’nın hayatına buhranları yön verir. Solcu olduğu yıllarda Kemal Tahir’in etkisiyle köklü bir gelenek peşine düşmüştür… Uzun bir hastalık dönemi geçirir. Yirmi yıl odasından dışarı çıkmaz. On sekiz yıllık bir inziva hayatından sonra tıp onu iyileşmez hasta kabul etmiştir. 1980’de yatağının başına bir cilt İbn-i Arabi kitabı düşer. “Bütün ölçülerimi kaybedip, mahzun ve perişan olduğum bütün bildiklerimden şüpheye düştüğüm ve hiçbirinden yardım alamadığım bir gün, toplum beni kaldırıp bir kenara atmış. Marksizmin hiç de gündeminde olmayan bir durumla karşı karşıyayım; İşte o sıra İbn-i Arabi’nin kitabını açıyorum. Kitapta o güzel hadis-i kutsi: ‘Ben bir gizli hazineydim, bilinmek istedim. Bu bir davet, Allah bizi kendisini bilmeye davet ediyor. Birdenbire kalbim aşka düştü. Bomboş olan kalbimde bir aşk peyda oldu. Bugüne kadar hiç duymadığım bu sihirli müzik beni büyüledi, acılarımı sildi.”

İsmet Özel’in kendi deneyi ve dönüşümü üstüne yazdıkları pek çok kişiyi olduğu kadar Ayşe Şasa’yı da derinden etkiler. Ayşe Şasa’nın ışığı tasavvuf metinleridir. Daha sonra tanıştığı Müslüman münevverler tekâmülünü kolaylaştırır. “İnsanın Müslüman oluşu bence kendi bireysel kararıyla ilgili değil, size ilahi bir merciden davet vuku buluyor bir anda önünüzde bir ışık parlıyor, gafletten uyanıyorsunuz. Hastaydım, şifa arıyordum…” Ayşe Şasa’nın şifa kaynağı  Fusûsu’l Hikem’dir. “Ben Fusûs’u bir dua, bir vird gibi okudum. Kalbim açıldı Fusûs içine kondu, bana yalnızlığımı acılarımı unutturdu. İşte o noktada Allah’ın ipine tutundum, tutuş o tutuş…

Ulvi Alacakaptan ise tiyatroya Genco Erkal ile başlar. Ankara Sanat Tiyatrosu sonrasında Ferhan Şensoy ile Ortaoyuncular’da oynar. TİP ve TKP arasında bir çizgidedir. 12 Eylül’ün pek çok solcunun soldan kopma sebebini yaşanan çözülme ile açıklar. “Herkes un ufak olup gidiyordu. O zamana kadar solda olmayan ahlaksızlık, içki, uyuşturucu yaygınlaşmıştı…” 12 Eylül ile birlikte örgütlerin ifrat derecesinde baskı altında tuttuğu bireylerdeki özlemler parlar. O zamana kadar Marksist Leninist öğreti mükemmel ama bizde yok diye kendilerini avutan solcular Sovyetleri de sorgulamaya başlalar. Sorguladıkları teori değil pratikteki fraksiyonlardır. Sovyetler revizyonisttir. Mao ölmüştür. “Enver Hoca’da sabah kalkıp kafayı üşütürse biz nereye gideceğiz?” dedikleri bir ortada kalmışlık durumu yaşarlar. 12 Eylül ile arkadaşlarının kimisi öldürülmüş, kimisi hapiste kalmıştır. Alacakaptan’ın deyimiyle ortada dolananlar “cırcır böcekleridir.” Diğer taraftan, teoriye inanç da çökmüştür. Eski Marksistler artık sınıf hâkimiyetine inanmazlar. 12 Eylül sonrası ise sol kendi kutsallığına olan inancını yitirir. Soldan geriye İstanbul festivali, sinema festivali kalır. Kendilerine solcu diyenler gerçek solcu değildir artık. Ulvi Alacakaptan bunu şöyle örneklendirir: “Onat Kutlar  Yılmaz Güney ile savcılığa düştüğünde  Yılmaz Güney’in ‘Ben nasıl komünist olurum  benim babam Adana’nın  ağalarındandır.’ diyerek paçayı yırttığını aktarır.”

Ulvi Alacakaptan’ın İslam ile tanışması Ayşe Şasa’dan farklı bir yoldan ilerler. “84 yılı Mayıs ayıydı, doğum günüm yaklaşıyordu. Cahit Sıtkı Tarancı’nın Otuz Beş Yaş şiiri takıldı aklıma. O sırada bir yerden duyduğum; ‘Senin bütün huzursuzluğun inkârcılığındandır. Allah’ı tanı ve kurtul, çok az vaktin var!” cümlesi geldi aklıma. Sonra Kur’an-ı Kerim ve bir hadis kitabı alarak okumaya başladım…

Abdurrahman Aslan ise 6. Filo’yu protesto gösterilerine katılmış, Kanlı Pazar ve üniversite işgallerinde bulunmuş sıkı bir solcudur. Marksizmin materyalizmi onu iter, budizme yönelir. İslam’la ilgili okuduğu ilk kitap Seyyid Kutup’un İslam Düşüncesi’dir. Kendi okuma hikâyesinde Türkiye’deki yazarlara hiçbir şey borçlu olmadığın söyler.

Afet Ilgaz solcu iken yazdığı hikye kitapları ile TDK ödülleri almış kıymetli bir yazardır. İslam’a yönelişini “Aklı başında her aydının görebileceği gerçekleri  doğruları görmektir şeklinde açıklar.” Kendisini Müslüman olarak tanımladıktan sonra başını örter ve eski çevresinden tamamıyla kopar. Rahmeti rahmana kavuşmuş olmak Afet Ilgaz için  “bir piyango çarpması”dır.

O dönemde pek çok solcu için değişim kolay gerçekleşmez. Önce kendi mahallelerindeki canciğer arkadaşları ile ilişkileri kesilir.  Ancak onlar bundan şikâyet etmezler. Ulvi Alacakaptan “Müslüman olduktan sonra ilk defa olarak bu ülkedeki insanlarla bir olduğumu hissettim. Yıllardır camilerde sürtünerek geçmişim, ezanı duymuşum ama algılamamışım, artık bu ülkeli oldum en güzel de bu!” diye anlatır yaşadıklarını.

Elbette hak ve adalet arayışları bitmez! Müslüman mahallesine de eleştirileri bâki kalır.

Eski solcular yeni solcularla uyuşamazlar. Onları sola sürükleyen hak adalet arayışlarıdır. Bugünün solcularının büyük kısmının yapıştırıcısı ise artık sekülerliktir.  Eski solculara göre bir kimsenin hem Leninist hem de Atatürkçü olması mümkün değildir. Bir kere arada kan davası vardır. Mustafa Suphi ve 15 kişilik merkez komite meselesi. Ulvi Alacakaptan yeni solculardaki çelişkileri şöyle özetler. “Adam resmi dairede Kemalist, meyhanede Marksist zamparalık yaparken feminist olamaz.”

Eski solcuların, eski ülkücülerin, eski liberallerin İslam’a yönelme hikâyeleri üzerine daha çok yazmak gerektiği kanaatindeyim. Bu seferlik sadece kısa bir özet yapabildim.

Hikâye uzun…