Köşe Yazıları

Ayşe Böhürler

Ayşe Böhürler

ABD Destekli Teflon Güçler

2020 yılında Brenton Tarrant (demokratik bir ülkede özgür fikirlerle yetişen bir beyaz ve Hristiyan!) yeni Zelanda’nın Christchurch kentindeki iki camiye tamamen ırkçı ve fanatik dini fikirlerle bir silahlı saldırı düzenleyip 51 kişiyi öldürmüş, 49 kişiyi yaralamıştı…

O yaralılardan birisi de bir Afgan göçmeni Mirwais Waziri idi. Katil Brenton’un yargılaması sürerken Waziri mahkemede yaptığı konuşmasıyla insanlık dersi vermişti. Diyordu ki; “17 yıl önce Yeni Zelanda’ya  geldiğimde insanlar bana Afganistan’dan geldiğim için şaka olarak ya da bilerek ‘terörist’ diyorlardı. Ama bugün bu etiketi sen benim üzerimden aldın. Bugün terörist olan sensin ve dünyaya bunu kanıtladın. Yeni Zelanda halkına sesleniyorum. Teröristin dini, ırkı, ten rengi yoktur. Her tür ırktan, her yüz rengi terörist olabilir…”

Bu meydan okuma unutuldu, haberler ve yorumcular yeniden basmakalıp yargılarla Afganistan’ın ve en çok da kadınların üzerinden bu coğrafyanın kaderi üzerine yorumlarda bulunuyorlar. En konforlu ülkelerden, konforlu bir mesafede; ateşi tutmadan ateşi anlatıyorlar.32 yıldır evleri ateş arasında kalan insanların niye medeni olamadıklarını ve  olamayacaklarını anlatıyorlar! Bunu yaparken 32 yıl onları ateş hattında bırakanların değil de Taliban zihniyetini ortaya çıkartan tek etmen olduğunu iddia ettikleri “İslamiyet”i tartışıp duruyorlar.“Müslüman oldukları böyle oldu” tezi Batı ülkelerinin bir teflon gibi olayın içinden sıyrılmasına sebep oluyor. Afganistan’da Batı destekli ABD güçlerinin talanı ve insanlık suçlarının soruşturulamadığı bir gerçek. Afgan halkının üzerinden geliştirilen silah teknolojisi, savaş ve işkence metotları bir tarafa bir de işlenmiş binlerce insanlık suçu var.

Kadın ve Afganistan’dan bahsedilecekse Malali Cuya bize çok şey anlatabilir:  Çocukluğunu Sovyetler’in Afganistan’ı işgalinin ardından ülkesinden göç eden ailesiyle İran ve Pakistan mülteci kamplarında geçirdikten sonra, Taliban döneminde döndüğü ülkesinde gizlice kadın hakları mücadelesi vermiş, 2003’te yeni Afganistan anayasasının tartışıldığı toplantıda yaptığı konuşmayla dünya basınının dikkatini çekmiş ve 2005’te, 27 yaşında milletvekili seçilmiş Malali Cuya, sorunların Taliban ile başlamadığının altını çizen nadir seslerden biri. Milletvekili seçildikten sonra Cuya, yeni yönetime karşı da eleştirel bakışını sürdürdüğü için Afganistan siyasal sahnesinden neredeyse tümüyle silindi.

Nuray Mert geçen hafta K24’te yazdığı bir yazıda “Cuya’nın Taliban yönetiminden hoşnut olacak bir kadın olmadığını belirtmeye gerek yok, ancak pek çoklarından farklı olarak ısrarla sorunların Taliban ile başlamadığının altını çizen nadir seslerden biri.” diyor ve Cuya’nın “Sesimi Yükseltmek” kitabına (Raising My Voice, Random House, 2009) atıfta bulunuyordu:

Kadınların örtünmesine ilişkin hukuki düzenlemenin ABD desteğindeki güçlerin 1992’de yönetime gelmesiyle başladığını, bu süreçte insan hakları sicilinin feci olduğunu, diğer taraftan eğitim ve kültür kurumlarının yok edildiğini belirtiyor. Kabil Müzesi’nin paha biçilmez tarihî eser koleksiyonunun ve Ulusal Arşiv’in bu dönemde yağmalandığını hatırlatıyor. Değerli madenleri yağmalayıp ticaretini yapan Şah Mesud’un 2001 sonrası dönemde kahraman ilan edildiğine ve Fransa tarafından Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterildiğine işaret ediyor… Yazıyı tavsiye ederim.

İNSANIN DÖRT ZİNDANI

Afganistan üzerine yazılanları okurken,dinlerken bizim de zihnimizin ne kadar “Batıcı” formatlandığını bir kez daha gördüm. Ali Şeriati bunu “İnsanın Dört Zindanı” kavramıyla muhteşem anlatır. Şeriati, “tabiat, tarih, toplum-sosyoloji,kendimiz” diye adlandırdığı özgür düşüncenin önünde bir duvar gibi duranbu dört fikir zindanı içinde en güçlü olanın insanın “kendisi” olduğunu söyler: “İnsan, tabiatın baskısından teknolojinin, tarihin ve toplumun baskısından sosyal bilimlerin gücüyle kurtulabilir. Ancak kendi zindanından bilimsel ve sosyolojik yasalarla çıkamaz. İnsan kendi zindanından ancak aşkın bir fikrin gücüyle çıkabilir.”

Başkaları hakkında yaptığımız her yorumda bu dört fikir zindanın etkisi var. Afganistan’da yaşayan insanları sanki tarihin bir hatası olarak görüp,“insan” olarak görmeyenler bizim ülkemizde de az değil. Taliban’ı ve yaptıklarını savunmuyorum ancak böyle bir formatla konuya yaklaşmanın da sağlıksız olduğunu düşünüyorum.

Tarihin kırılma noktaları toplumların hayatını belirliyor, Bu, kimseyi ne inancı ne de yaşama biçimi yüzünden aşağılama hakkını bize vermiyor. ABD işgalinde doğan bir Afganlı bugün 20 yaşında, başka bir dünya bilmiyor.Ama bunun suçlusu o çocuk değil.