Köşe Yazıları
Ayşe Böhürler
Amerika – Almanya Kavgası
Bu Amerika’nın işine akıl sır ermez. Doğrusu son beş yılda tanık olduklarımız olmasaydı bu teze kolay kolay ikna olmazdım. Her ne kadar Almanların Kutsal Roma Germen İmparatorluğu zamanından itibaren dünyanın şefi olmaya niyetli bir ulus olduğunu bilsem de yine de ortak güçlü Avrupa fikrinin hâlâ yaşadığını düşünüyordum. Bu konuda fikrimi 2016’da Avrupa’ya mülteci akını sırasındaki gözlemlerim değiştirmeye başladıysa da Ukrayna savaşıyla yaşananlarla ile iyice ikna oldum.
İddialara göre Amerika tek kutuplu sistemi devam ettirebilmek için öncelikle ekonomisi güçlü Almanya’yı dize getirmek istiyordu .Ukrayna savaşı ile öncelikle Almanya’nın ekonomik gücünü kırdı. Almanya’nın güç kaynaklarından birisi olan savunma sanayisini hedef aldı. Enerji krizleriyle endüstriyel altyapısını hedef aldı. Almanya’nın ekonomik kalkınmasının en önemli unsuru endüstriyel yatırımları ve bu yatırımları finanse etmeye yönelik bankacılık sistemi. Öyle ki Alman hükümeti hisse senetleri ve bonolar yoluyla endüstri kuruluşlarına ortak.
Geçenlerde gündeme gelen Ukrayna’da Ruslara karşı leopar tanklarının kullanılması tartışması bu noktada dikkatle takip edilmeli. II. Dünya Savaşı’nı bitiren en büyük olaylardan biri 1942-1943 kışında Almanya’nın yaşadığı Stalingrad’da Ruslar karşısında yaşadığı yenilgiydi. Böyle bir hafıza daha canlı dururken cephede yeniden bir Rus-Alman savaşının körüklenmesi hayra alamet değil. Diğer taraftan Almanya çelikten kimyaya kadar tüm endüstrilerini ayakta tutmak için enerjiye ihtiyaç duyuyor. Enerji krizinden en çok endüstri bölgeleri etkilenmiş durumda.
Ukrayna savaşından önce Almanya’nın gaztedarikinin%60’ını Rusya’dan alırken iki yıl içinde bu oran sıfırlandı.Bu süreçte Rusların yerini %42 ile Norveç, %29 ile Hollanda ve %25 ile Amerika almış durumda. İki yıl önce Almanya’ya gaz ihtiyacının %1,1’ini Amerika’dan karşılıyormuş.
Rakamlarda derinleşebiliriz. Ancak Amerika’nın Almanya ile örtük savaşını, şeksiz şüphesiz tek güç olma arzusunun bir parçası olarak zihnimizde bir yerlerde canlı tutmalıyız.
Güçlü Avrupa, merkezi Avrupa, oradan gelecek finans imkanları filan gibi konuları artık unutmak gerekiyor. Avrupa’da bir savaş var. Bu savaş tahminimizin ötesinde dünya siyasetini ve bizim siyasetimizi de etkileyecek. Muhalefetin Avrupa’dan destek beklerken bunları göz önüne aldığını hiç tahmin etmiyorum.
HDP’YE DEVA ELBİSESİ GİYDİRMEK…
Malum seçim atmosferi çatışmaları hızlandırdı. Kulisler de öyle. Fanteziler her yerden uçuşuyor.
Altılı masanın küçük partileri başta DEVA olmak üzere acil teşkilatlanmaya çalışıyor. Etrafta buna dair adımları duydukça niye son ana bırakılmış ki bu işler diye düşünüyorum, teşkilatta çalışacak insanlar aranıyor. Demek ki onca yıl AK Parti’de pek de bir şey öğrenememişler. Eh kendisiyle çok dolu olan insanların dışarıdan bir şey öğrenmesi de zor oluyor. Diğer taraftan iş dünyasında destekçiler bulmaya çalıştıklarına da şahit oluyorum. Anlaşılan o ki; iş insanları içinde çok tarafa yatırım yapalım, kim kazanırsa onlarla işlerimizi sürdürürüz stratejisine güveniyorlar.
Başka bir cenahta da AK Parti’yi bırakıp oraya geçenlerin pişmanlığını duyuyorum. Eh alan dar, listelerde oynayacak yer yok. Geri dönseler dönemezler, kalsalar istikbal yok. Akıbetleri birilerinin iki dudağı arasında. Onları koruyacak kollayacak bir liderde yok. Herkes kendi derdinde. Görülen o ki; strateji kapanın elinde kalıyor. Ayakta kalabilmek içinse stratejik cin hesapları ezbere bilen hami partilere güveniyorlar. Onlar da kendileri dururken niye burayı öncelesin ki! İşine geldiği yerde kullanır sonra da atar gider, yoluna bakar.
En son cin fikirleri; HDP kapanırsa oradaki vekilleri kendi listelerinden aday göstererek HDP seçmeni üzerinden Meclis’e girmekmiş. Ne diyeyim ben onlara… Onca yıl gel iktidar partisinde prens muamelesi gör, el üstünde tutul sonra da git Bağdat’tan dönecek hesaplara güven. Derler ki sirke küpünden sirke sızarmış, bunların küpü de belli değil!
YANAN ESKİ İSVEÇ!
Yeni Haçlı Seferleri: İslamofobi ve Müslümanlara Karşı Küresel Savaş-The New Crusades: Islamophobiaandthe Global War on Muslims isimli kitabın yazarı ve bir hukuk profesörü olan Khaled A. Beydoun’unİsveç’teki Kur’an-ı Kerim yakma olayına ilişkin Almanya’da yayınlana Perspektif dergisindeki yazısından dikkatimi çeken bir iki not…K. Beydoun“Bu Paludan’ın toplumu yönlendiren deneme yanılma stratejisinin bir parçasıdır. Müslümanları bir duvarın içine hapsetmek ve bunu benimsetmek, demokrat seçmenleri ikna etmek için izlediği bir yoldur” diyor ve devam ediyor:
“İsveç’te Müslümanlar tarafından işletilen okulların kapatılması, göçmenliğe karşı katı yaklaşımlar ve Müslüman çocukların göçmen ebeveynlerden koparılması gibi politikalar hız kazanıyor. Ancak İsveç Demokratları’nın yükselen cazibesi ve kamu lobicisi Paludan’ın tekrarlanan performansları göz önüne alındığında, bu önlemler daha tehlikeli yangınların başlangıcı da olabilir.
Kasım ayında İsveç’e yaptığım bir ziyaret sırasında Müslüman liderlere ve toplum üyelerine hitap ettiğim sırada Paludan ve İsveç Demokratları arasındaki bağlantı dikkatimi çekti. Ülkenin ikinci nesil vatandaşı olan genç bir Müslüman baba bana camisinin akıbeti ve çocuklarının geleceği konusunda endişeli bir şekilde ‘Birçok Müslüman ülkeyi terk etmeyi düşünüyor.’ demişti.‘Artık eski İsveç yok.’ sözü Müslüman İsveçliler arasında çokça yankılanan bir ifadeydi. İfade özgürlüğü gibi liberal ilkeler, İslami yaşamı dövmek için kör bir silaha dönüştürüldü. Yükselen laiklik, soldan gelen güçlü bir Müslüman karşıtı ideoloji olarak kullanıldı ve Paludan’ın söylemlerini papağan gibi tekrarlayan ve giderek büyüyen bir sağ kanat, Müslümanları, üzerlerine çöken bir ulusun duvarları içinde hapsetti: Bu artık tanımadıkları bir ulusun duvarlarıydı.”