İslam Dünyasında Kadın
Leo Lucassen
Avrupa 1930’lara Dönüyor
1988’den itibaren yükselen İslam karşıtlığının kronolojisi, tenkidi ve Avrupa nereye gidiyor? Göç Tarihi Profesörü Leo Lucassen anlatıyor.
2016 yılında Avrupa’ya giden mülteciler üzerine hazırladığım belgesel çekimleri için Hollanda’ya her gittiğimde Müslümanlara karşı iklimin giderek karardığına şahit oldum. Mültecilere karşı tepki fazlaydı. Bu tepkilerin gün yüzüne çıkmasında aşırı sağcı Özgürlük Partisi Başkanı Geert Wilders’in etkisi büyüktü. “Anti Müslüman” kimliği üzerine siyasetini yapılandıran Wilders, mültecilere “testosteron bombaları” gibi aşağılayıcı söylemleri sarf etmekten vazgeçmiyor, bir nevi sokaktaki halkı “kışkırtıyordu”. Sokaklar onun diliyle konuşmaya başlamıştı.
Hollanda siyasetinde lider krizi, AB ile birlikte ortaya çıkan ekonomik sorunlar, sosyal yardımların azalması endişesi, terör ve IŞID gibi faktörler Avrupa siyasetinin yönünü sağcı ve ırkçı bir çizgiye doğru sürüklerken, ülkedeki Müslüman nüfusa ilişkin algı da değişmeye başlamıştı. Hollanda’ya her gittiğimde haberlere yansıyan “Müslümanları ülkemizde istemiyoruz” protestoları konuyu mülteciler ekseninden çıkarmış, genel algıyı besler hale getirmişti. “Ne olursan ol Müslümansan tehlikelisin” imajı giderek pekişiyordu. Halkın genelinde medyanın olan biteni abarttığı, aslında protestoların marjinal guruplar tarafından yapıldığı söylense de Wilders’in oyunu giderek artırması “Avrupa değerleri” kavramının yerini “Avrupalı milli kimliğine” terk ettiğini gösteriyordu. Dini değerlerini neredeyse kaybetmiş bir ülkede sol ve liberallerin de işbirliğine bir karşı cihat ruhu canlandırılmıştı. Bu çerçevede “ne oluyor” sorusunu Leiden Üniversitesi Sosyoloji ve Göç Tarihi Profesörü Leo Lucassen’e sordum. Cevaplarının bu anı ve gidişi anlama noktasında ufuk açıcı olduğuna inanıyorum.
Dün Yahudiler Bugün Müslümanlar
Avrupa birliği geçmişte de göç konusunda sorun yaşadı. Birçok farklı ülkeden insan burada yaşıyor. Hollandalıların bugünkü tepkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İlk defa yaşamıyoruz, en az üç büyük göç dalgası oldu. Hindistan, Pakistan gibi eski kolonilerden İngiltere’ye gelenler oldu, Cezayir’den Fransa’ya gelenler, Antillerden Hollanda’ya gelenler oldu. Bunlar 1950-1960’larda yaşandı ve milyonlarca insandan bahsediyoruz. Diğer büyük bir dalga da işçi göçleriydi, Güney Avrupa ve Türkiye’den. Başta Almanya olmak üzere, Hollanda, Fransa ve Belçika’ya geldiler. 1970 ve 1980’lerde Fas ve Cezayir’den de geldiler. Aile birleşmeleri bu rakamları dörde katladı. Daha sonra üçüncü dalga, yani ilk dalga eski kolonilerden gelenler, ikinci grup yasal yollarla gelen işçiler ve üçüncü grup 1990’larda sığınma talep edenler. Bugün gelen mülteciler ile aynı yerlerden geliyorlardı. Orta Doğu’da İran, Irak, Afganistan, Somali hatta Afrika’nın tamamı. Sonra buna Bosna ve Kosova’dan gelen Müslüman göçmenler eklendi. Bu kısa süre içerisinde Avrupa dışındaki ülkelerden yaşanan dördüncü göç dalgası. Göçmenlerin çoğu yine Müslüman.
Bu dalga Avrupa için daha farklı değil mi? Daha önce bir göçte böylesine sınır kapatmalar yaşanmamıştı.
Birçok insan daha önce bu kadar mülteci gelmediğini sanıyor. Bu saçmalık, 1990’larda rakam daha yüksekti. 1990’lardaki kadar mülteci alacak olursak (Hollanda için) bu yıl dahil beş yıl boyunca 45 bin mülteci gelmesi gerekir. Fark sayılarında ya da nereden geldiklerinde de olmaması gerekir. Şimdi çoğunluk Orta Doğu ve Afrika, 1990’larda da aynısıydı.
Bugünkü durumu farklı kılan nedir peki? Avrupa’daki paniğin sebebi nedir?
Bugünkü göçün farkları var ancak, bu sayı ya da nereli olduklarıyla ilgili değil. Farkın sebebi durumun nasıl algılandığında yatıyor. İnsanların Avrupa’ya gidiş yolları da insanları ürkütüyor. 1990’larda şimdiki gibi AB bir birlik değildi. Ortak vize uygulaması yoktu. İnsanlar Avrupa’ya ulaşmak için uçağa biniyor, trene biniyorlardı, normal yollar kullanıyorlardı. Bugün ise bu mümkün değil. Uçağa binmek isterseniz vize gerek ve bu insanlar vize alamıyorlar ve insan tüccarlarına yöneliyorlar, çok tehlikeli yollar ile geliyorlar. O botlar durumu daha da dramatik yapıyor, algıyı etkiliyor. 1990’larda bunlar yoktu, mültecilerin gelişlerine ilişkin görünmezlik vardı.
İkinci büyük fark ise İslamafobya. Bunun sebebi de 11 Eylül saldırıları. Bundan sonra devam eden İslami radikallerin saldırıları da etkili oldu. Madrid, Milano, Paris ve Brüksel. İnsanlar da İslam’dan korkmaya başladı çünkü bu kötülüğün kaynağının İslam’da olduğuna inanıyorlar. Aslında işin aslı böyle değil. Araştırmalar bu kişilerin İslamiyet’i seçmeden önce radikalleşmiş olduğunu gösteriyor. Bu iş çok karmaşık bir sorun. Dünyadaki Müslümanların yüzde 99.5’i bu teröristlerden uzak kalmak istiyordur. Asıl kurban da Müslümanlar. Dünyadaki İslami terör saldırılarında ölenlerin yüzde 85’i Müslüman.
İnsanların korkması anlaşılabilir. İslamafobyayı asıl ateşleyen şey ise siyasetçiler. Üstelik Fransa’da Le Pen ya da burada Wilders gibi sadece popülistler değil, ana akım siyasetçiler de korku tellallığı yapıyor, Müslümanları güvenilmez olarak gösteriyorlar. Bu algı toplumda artıyor ve mültecilerden korkmamız gerek gibi düşünceler ortaya çıkabiliyor. Saldırıları gerçekleştirenler zaten bu terörden kaçan mülteciler değil radikaller, Avrupalılar.
Göçmenlerin Avrupa’da doğan ve burada radikalleşen çocukları. Onlar da çok küçük bir azınlık. Ancak büyük bir korku ortamı oluşturmak için bir düzine insan yeter ve teröristler bunu istiyor.
Asıl problem mülteciler değil İslamafobya diyebilir miyiz?
İslamafobya evet. Bir de Avrupa’nın tamamı, Avrupa Birliği projesinin sorunları var. Ben bir mülteci krizi var diyemem, Avrupa’da siyasi bir kriz var. Milyonlarca mültecilerden bahsediliyor. Ama ortada öyle bir rakam yok. Geçen yıl bir milyon kişi sığınma başvurusu yapmış bu AB nüfusunun yüzde 0.2’si. Bu Avrupa’nın yönetemeyeceği bir sorun demek saçmalık. Problem Avrupa’nın yönetmek istememesi. Asıl sorun AB’nin bir blok olarak hareket edemediğinin farkına varılması. Birlik olursak yönetebiliriz diyorlar tabii ki yönetebiliriz. 1990’larda çok daha fazlasını yönettik. Almanya’ya bakın, hala Avrupa’nın en büyük ekonomisi. Avrupa’nın bu sayıları kaldıramayacağı düşüncesi saçmalık.
Avrupalılar neden korkuyorlar ?
İnsanlar kendi kimliklerini (AVRUPALI) kaybetmekten korkuyorlar. Mültecilere ve Müslüman mültecilere karşı çıkanların gerçek duygusu bu. Akademisyen olarak benim görevim bu korkuların yersiz olup olmadığını bulmak. Geçmişte bakabileceğimiz iki örnek var. Demin anlattığım 1990’lardaki göç, gelenlerin yüzde 75’i Müslümandı, hatta daha fazla Yugoslavya ve Kosova’dan gelenler de Müslümandı. Sorun olmadığını gördük. Avrupa toplumuna entegre olmak için çalışıyorlar mı diye araştırmalar yaptık. Sonuç endişe doğurmadı. Sonunda bir çoğu iş buldu. İslamafobya düşüncesinde ilginç olan, demokrasi, özgürlük, İslam hakkında düşünme şekilleri. Bunlar ılımlı insanlar, radikaller değil. 50 yıl içinde kültürel açıdan iyi bir şekilde entegre oldular. Şu anda gelen mültecilerin özellikleri öncekilerden farklı değil.
Müslümanların Avrupa’yı ele geçireceği düşünülüyor. Toplumun bazı kesimlerinde bu inanç fazla. Akademisyen olarak buna inanmıyoruz. Türkiye, Fas, Cezayir’den çalışmaya gelen ailelerin çocukları ile ilgili sorunlar var ama bunun sebebi Müslüman olmaları değil. Bazı sosyal problemler var, entegrasyonlarında sorun var. 1970’lerin sonu 1980’lerin başında çalışmaya gelen insanların eşleri de geldi ve aile birleşmeleri oldu. O zamanlarda uzun süreli bir ekonomik gerilemenin başlangıcı yaşanıyordu. Gelenler işlerini kaybetti, evleri şehrin en kötü yerlerindeydi. Fransa’da banliyölerdeydiler. Entegrasyonda sorun oldu, dili öğrenmediler çünkü geri döneceklerini düşünüyorlardı. Bu yüzden ikinci nesillerin toplum içinde kendilerine yer bulmaları çok zor oldu. Bazıları ise oldukça iyi duruma geldi. Eğitim durumları açısından büyük ilerleme yaptılar, üniversitelere başladılar. Diğer bir grup ise bunu yapamadı, suça yöneldiler, yoksullaştılar. Bu insanlar Brüksel ve Paris saldırılarından sorumlular. Sonradan radikalleşen küçük suçlulardı, çok daha sonra İslam’a yöneldiler. Hristiyanları bombalayacağız diye doğmadılar. Fransa’da bazı akademisyenler ve yapılan araştırmalar sosyal problemlerin radikalleşmenin kökeninde olduğunu ortaya çıkardılar. Tekrarlıyorum bu ikinci neslin küçük bir bölümü. Bu da kötü zamanlamadan kaynaklanan bir problem. Kimseyi suçlayamayız.
Avrupa’da Müslümanlara karşı kırılma noktası ne zaman yaşandı?
11 Eylül tabii ki çok büyük bir kırılma noktası ama bence daha önemlisi var. 1988 yılında Salman Rüşdi’nin kitabı basıldı ve daha sonra farklı dillere çevrildi. 1989’da İngilizce çevirisi yapıldı. Bu, Humeyni’nin Rüşdi’ye karşı fetva vermesinin hemen ardından gerçekleşmişti. Avrupa’da çalışan göçmenler sokağa döküldü ve kitabın yasaklanmasını istedi. Sokakları yaktılar vs. Batı Avrupa ilk defa kendi toplumunun içinde, Truva atı gibi, dini çok ciddiye alan insanlar olduğunu gördü. Bu bir dönüm noktası oldu.
Göçmenleri Truva Atı Gibi Gördüler
Din Avrupa için önemli mi?
1960’lardan sonra Batı Avrupa’da din yok olmaya başlamıştı. Kültürel değişim sonrası Hristiyanlık eleştirilmeye başlandı, birçok kişi ateist oldu. Batı Avrupa’da din birçok kişi için şüpheyle bakılan bir şey oldu. Sol görüş de öyle oldu. Rotterdam, Brüksel, Amsterdam gibi şehirlerde yaşanan olaylara en büyük tepki sağdan değil soldan geldi. 1960-1970’lerdeki kültürel devrimde aktif olan insanlar dine genel olarak tepki göstermeye başladı çünkü din özgürlük dışı görülüyordu. Bir açıdan haklıydılar. Yani sol görüşlü, gazetecilerin, aydınların insanların sokağa çıkıp Rüşdi’nin kitabının yakılmasını istemesinden rahatsızlık duyması garip değil. Ama durum değişti ve sağ görüş bunu sahiplendi. 1990’larda genel olarak Müslümanlar ve İslam’dan bahsedilirken bu algı hakim oldu. 1990’larda Müslümanlar bu prototipe sokuldu. Bazı makalelerimde benim Rüşdi zamanları diye tanımladığım bu dönem hem sağ hem de sol görüşlüler için dönüm noktası oldu. İnsanlar içeriden tehdit edildiğini hissetti. Göçmenleri atılması gereken Truva atı gibi gördüler. En fazla dinden kopmuş olan Danimarka ve Hollanda gibi ülkelerde de bu olaylar yaşandı.
Solcular şu anki duruma nasıl tepki veriyorlar?
Bu, solu nasıl tanımladığınıza göre değişir. Çok fark var, ülkeden ülkeye değişir. Sosyal demokrat partiler, İngiltere’deki İşçi partisi, buradaki sol partiler, hepsi İslamafobik çerçeveyi benimsedi. Ama Yeşiller gibi sol partiler ise karşı çıktı. Farklı görüşler var. Aslında sağda da böyle. Hollanda’ya bakacak olursanız sağ görüşlü Hristiyan partiler de ilginç bir şekilde bir ölçüde İslamafobya ya karşı. Çünkü birlikten yanalar, insanları prototipleştirmeye karşılar vs. hem sağda hem de solda bölünme var.
Özellikle Hollanda açısından Müslümanları düşmanlaştırma sürecini etkileyen en önemli olay neydi?
Yönetmen Theo Van Gogh’un öldürülmesi Hollanda’nın 11 Eylül’üydü. İnsanlar çok çabuk unutur. 1990’lardaki göç dalgasını unuttular. Derste anlattığımda, öğrenciler neden bahsediyorsun diyorlar. Kolektif hafıza insanların güçlü yanlarından biri değil. Ancak herkes 11 Eylül’ü hatırlıyor, çok aşırı bir durumdu ve bir de burada öldürülen yönetmen Theo Van Gogh’u da unutmuyorlar. Hollanda’nın 11 Eylül’ü buydu diyebiliriz, hem sağcılar hem de solcular için. 2005’te bu şok etkisi yarattı.
Bu olayların mültecilerle ilgisi var mı?
Toplum mültecilerle bu durumu özdeşleştiriyor ama bu saçmalık çünkü bunları yapan mülteciler değil. Mülteciler bundan kaçıyor.
Doğu ve Batı çatışmasında Avrupa merkez olabilir mi? Politikacıların ve toplumun nasıl tepki vereceğine bağlı. Bunu doğu ve batı arasında Hristiyanlar ve Müslümanlar arasında bir savaş olarak tanımlayabilirsiniz, korku tüccarları öyle yapıyor. Bu gerçeği yansıtıyor mu?
Hayır. Hristiyan değerlerinden bahsedenlerin çoğu kiliseye gitmiyor. Bunu sadece tartışmada argüman olarak kullanıyorlar. Müslümanlar için de aynısı geçerli. Mülteciler Müslüman ülkelerden geliyor ama dindar olmayabilirler. Ayrıca insanların dini vecibelerini yerine getiriş şekilleri İslamiyet’te de farklı olabiliyor. Bu sorunu çok basite indirgemek olur. Bunun gerçekle ilgisi yok ve çok tehlikeli bir şey. Bugünkü durum savaş öncesi antisemitizme benzetilebilir. O zaman da, Yahudiler de Hristiyanlar ve medeniyet için tehlike olarak görülüyorlardı. Hem de sadece Naziler tarafından değil birçok insan tarafından. Bunun saçmalık olduğunu biliyoruz. Politikacılara çok iş düşüyor. Destek sağlamak için bu algıyı kullananlar var. Asıl sorun bunu yapan aşırı sağcılar değil merkezdeki partilerin, oy kaygısı gibi sebeplerle buna yönelmeleri olur. Bu aşırı şiddete ve hatta soykırımlara sebep olabilir.
Trump Avrupa’yı nasıl etkiler?
Ben Trump etkisinden ziyade Avrupalı siyasetçiler için daha endişeliyim. Birçok parti, burada Hollanda’da Wilders’in tutumunu benimsiyor. Bazı partiler oy kaygısıyla aşırı sağ görüşlerini benimsiyor bazıları ise bir noktaya kadar onlarla gerçekten aynı fikirde. Terörizmden bahsetmiyorum, tabii bununla mücadele edilmeli. Müslümanların ve mültecilerin tehdit oluşturduğu düşüncesinin gerçeklerle alakası yok. İşlerin nasıl gideceğini bilmiyoruz ama son iki yılda mülteci sorunu gündeme geldiğinden beri İslamafobyaya doğru bir kayma var.
Mülteciler Türkiye’ye Taşeronlaştırıldı
Merkel ve Erdoğan için ne düşünüyorsunuz?
Angela Merkel, prensipte ideal bir duruş sergiledi, özellikle “yapabiliriz” dediği 2015 sonbaharında. Obama da farklı bir anlamda bunu söyledi. Bu açıklama da oldukça yanlış anlaşıldı; dünyanın geri kalanına herkes Almanya’ya gelebilir dermiş gibi. Mesajı zaten Avrupa’da olan ve Macaristan, Hırvatistan aralarında sıkışmış yüzbinlerce mülteci ile ilgiliydi. Bu, bir politikacının söyleyebileceği en mantıklı şeydi. İsveç’ten başka riski alan tek siyasetçi o oldu. Çok büyük bir siyasi risk aldı, kendi partisi içindeki muhalifler de dahil olmak üzere tepki aldı. Mülteciler açısından karşılaştırırsak Türkiye AB’den çok daha fazla mülteciyi ağırlıyor. 4 milyon mülteci var, Avrupa’nın eleştirecek hali yok. Türkiye Avrupa’dan çok daha fazlasını yapıyor. Türkiye nüfusu 80 milyon, AB’nin 500 milyon ve Türkiye’den çok daha zengin. Biz yılda birkaç bin alacağız gerisi sende demek, senden daha yoksuluz sen bizim 20 katımız mülteci alabilirsin demek ilginç bir mesaj. Avrupa burada suçlu, problemi taşeronlaştırdı. Türkiye kabul etse de fikir Avrupa’dan çıktı.
AB Federalleşmeye Gidiyor
Avrupa Birliği projesi ayakta kalabilecek mi?
Bunu bilebilsem zengin bir adam olurdum. Hiç fikrim yok. İyimserim ama bu akademik bir duruş değil. Bana sorarsanız Avrupa projesi ayakta kalacak ama özgürlük dışı sonuçları olacak. Tıpkı mültecilerin başka bir ülkeye taşeronlaştırılması gibi. Avrupa başkaları pahasına ayakta kalacak. Şu anda da yükü mülteciler taşıyor.
İlerleyen dönemde Avrupa’da tek bir siyasi ses mi olacak?
Belki. Şu anda ulusalcı sürtüşmeler var. Ulusalcılık yükselişte ki bu da federalliğe yaklaştırıyor.
AB, ABD gibi olabilir mi?
Olabilir ama kolay değil. ABD’nin kökeni AB’den farklı. 1920 ve 1930’lardan bu yana çok farklı şeyler oldu. Geçmişten bugüne II. Dünya Savaşı sonrasında ne kadar çok şeyin değiştiğini unutmamalıyız. Federalleşmeye doğru bir gidiş olabilir. Yalnız şu anda yaşananlar üzücü. İnsanları tedirginleştirdi ve ulusalcı korkuları artırdı. AB insanların sandığından daha fazla bir birlik, Euro, ticaret sınırlarının kaldırılması, serbest dolaşım vs. şimdi ülke sınırlarını biraz korumaya çalışıyoruz ama sınırları kapatamıyoruz. Bu, ekonomimizin sonu olur. Sınırdaki kontroller milyonlara mal olan trafik sıkışıklıklarına sebep oluyor. Bu geçici bir süreç olabilir, Avrupa bu yöne gitmeyecektir. Belirsizlik zamanlarındayız. John F Kennedy 60’larda ABD’deki toplumsal hareket için bunlar ilginç zamanlar demişti. Aşırı bir tanımlama olsa da yine ilginç zamanlarda yaşıyoruz. Sonun ne olacağını bilmiyoruz.
Mülteci sorunu devam etse, III. Dünya Savaşı çıksa, Avrupa siyasi olarak tek bir gücüz dese ne olur?
Üçüncü dünya savaşı için bir düşman gerek?
Yahudi Ve Hıristiyanlara Karşı Müslümanlar
Ruslar olabilir mi?
Bunun hemen olabileceğini sanmıyorum, insanlar neler kaybedeceklerinin farkında. Rusya ile savaşmak her iki tarafı da bitirir. Putin bunu anlayacak kadar gerçekçi. Bunun olacağını sanmam. Daha az liberal hale gelebiliriz. Biz ve diğerleri diye bir ayrım olabilir. Yahudi ve Hristiyanlara karşı Müslümanlar. Bu algı öne çıkıyor. Bunun kalıcı olup olmayacağını göreceğiz.
1930’larda Hıristiyanlar Yahudilere karşıydı? Bugün Müslümanlara yapılanları o döneme mi benzetiyorsunuz?
İkinci Dünya Savaşı’ndan önce kimse Yahudileri sevmiyordu. Antisemitizmin kullanımı ve şu anda terörizmin öne sürülmesi aynı şey. Karşıdakini başkalaştırma, emir veren bir tavır, aynı 1930’larda Yahudilere yapılanlar gibi. Bu tip şeyler üçüncü dünya savaşına sebep olabilecek şeyler.
Ayşe Böhürler/ Leiden