Köşe Yazıları

Ayşe Böhürler

Ayşe Böhürler

Batıdan Gelen Sloganlar

“Çünkü daha çok yapacak işimiz var …” Bir seçim sloganı olarak bunu nasıl buldunuz bilmiyorum. Ama bu slogan efsane reklamcı Sequela’ya ait.

1991 seçimlerinde Mesut Yılmaz’ın elini çenesine dayayan  reklam afişini de hatırlayan olabilir. Bu afişte Mesut Yılmaz resminin altında “Çünkü daha çok yapacak işimiz var” yazıyordu. Bu afişi görünce dağ fare doğurmuş dediğimizi hatırlıyorum. İletişim ile uğraşan birisi olarak o yıllarda “Anneme Reklamcı Olduğumu Söylemeyin-O Beni Bir Genelevde Piyanist Sanıyor!”, “Hollywood Daha Beyaz Yıkar” isimli  kitaplarından Jacques Sequela’yı tanıyor ve şahane buluyorduk. Ancak heyecanla beklediğimiz kampanyayı ve afişleri görünce hepimiz “Çıka çıka bu slogan mı çıktı” demeden edemedik. Sahiden dağ fare doğurmuştu. Bir önceki seçimde % 36 olan ANAP’ın oyları % 24’e düşmüştü. 1991 seçiminin galibi DYP olmuştu.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun Amerika’dan seçim kampanyası için yazar, aktivist ekonomi ve toplum kuramcısı Jeremy Rifkin’i getirttiğini işitince Mesut Yılmaz’ın başarısız kampanyası geldi aklıma.

Kılıçdaroğlu’nun Rifkin başkanlığında oluşturulan bir akademisyen grup tarafından hazırlanan İkinci Yüzyıla Çağrı vizyon beyannamesinin notlarını okurken nedense pek çok başlık bana Ak Parti söylem ve kampanyalarından uyarlama geldi.

Bakalım Rifkin’in Avrupalı başkanlara verdiği fikirler CHP başkanında işe yarayacak mı? Doğrusu sonucu merakla bekliyorum.

Bu arada uluslararası danışmanlardan destek almak zorunda kalan CHP’nin kampanya yöneticilerine bir film de önermek isterim. Filmin adı “OurBrand is Crisis.” Bir grup Amerikalı (devlet ile irtibatlı) siyasi kampanya danışmanının seçimi kaybetmesine kesin gözüyle bakılan Bolivya başkanına seçimi kazandırmak için verdiği desteği anlatan filmde Sandra Bullock başrol oynuyor. Belki ilham verebilir…

Rifkin’e başarılar. Sonucu bir iletişimci olarak merakla izleyeceğim.

GENETİK DEVRİMİ

Bu isimde adlandırılan gelişmeler bir taraftan hastalıklara çare bulurken diğer taraftan da dünyayı saflara bölüyor. Yeni bir öjenizm, mükemmelleştirme adı altında ayrımcılık, yeni sınıfsal ve sosyal düzen oluşumuna basamak oluşturuyor. Yeni dünya için bedenler toplumsal inşaada en önemli sıraya yerleşiyor.

Genetik teknolojinin kötüye kullanılmasını önlemek, insan haysiyetini korumak için dini kurumlar devletler ne yapmalı? Burada karşılarında dev sağlık şirketleri ve büyük bir endüstri var.

İnsan bedeni ve özellikle embriyolar üzerinde yapılan araştırma ve deneyler, laboratuvarlarda bekletilen embriyoların geleceğine ilişkin  olarak Katolik kilisesi 20O3’te 1987 tarihli bir Vatikan talimatını alıntılayarak mitokondriyal transfer için klinik denemelere yetki veren Britanya yasa tasarısını karşı çıkıyor.

Protestan kiliseler ve  Hristiyan liberaller ve Yahudi liberaller bu konuda daha teşvik edici davranıyor, Budizm de başta olmak üzere transhümanizme giden yolu açıyorlar.

Ulusal yasalar ise bu konularda sınırları nasıl çiziyor diye baktığımızda şu tablo ortaya çıkıyor.

Avustralya Belçika, Brezilya, Kanada, Fransa, Almanya gelecek nesillere aktarılacak şekilde uygulanan embriyo gen düzenlemesine karşı çıkıyor, birçok ihlale karşı cezai yaptırım uyguluyor. Canlı embriyolar üzerinde operasyon yürütülmesine karşı çıkan ülkeler arasında Şili, Fildişi, Sahilleri, Filipinler, Cezayir, İzlanda  ve Avusturya var.

Çin’de 2018’de gen düzenleme teknolojisi olan CRSIPR – Cas9 tekniği kullanılarak dünyaya gelmiş olan ikiz bebekler Nana-Zula’nın doğumunun ardından Komünist Parti liderliğiyle “Ulusal Bilim Ve Teknoloji Etik Komitesi”nin kurulması da dikkat çekiyor.

İngiltere  devleti ileri düzey üreme teknolojilerini gözlem altında tutan “İnsan Döllenme Ve Embriyoloji Araştırma Komitesi” kuruyor.

Mesele tek başımıza ele alamayacak kadar büyük. Her devrim iyi sonuçlar ortaya çıkarmıyor…

EKONOMİYİ YENİDEN DÜŞÜNMEK

İçinde yaşadıklarımız anlamlandırmakta zorlandıkça üzerine bir post ilave ediyoruz. “Post neoliberal” dönem de bugünün ekonomi politikalarını anlamak için kullandığımız ya da yakıştırdığımız bir kavram. Bunu anlayabilmek için de mutlaka neoliberal döneme gitmek gerekiyor. Bu yüzyıldaki her “post” denilen için illa ki bir öncekine gitmeye ihtiyaç var.

Bir önceki yüzyıla ait  pek çok kesin gözüyle bakılan önerme boş çıktı. Neoliberal dönemde piyasalar alabildiğince serbest bırakılmış ve böylece kendi dengesini bulacağı savunulmuştu. 2008 mortgage krizine kadar, o dalga devam etti. Serbest piyasa dengeye oturamadı… Bu yüzyıla geldiğimizde yerel ve küresel çıkarları daha iyi dengeleyen yeni bir sistem oluşturma ihtiyacı ortaya çıktı. Geçerliliğini yitirmiş felsefelerin yerine politik ekonomi üzerine yeniden düşünmek gerekiyor…