Avrupa, Mülteci ve İslam Karşıtlığı
Avrupa'nın Mültecilerle İmtihanı belgeseli için görüştüğümüz Avrupa'da 'sağduyu' sahibi akademisyenler, göç uzmanları, yardım gönüllüleri, mülteciler ve İslam karşıtlığını sorguluyor.
Röportajlar Yunanistan, Makedonya, Avusturya, Hollanda, Almanya ve Danimarka'da 2016 yılı içinde yapılmıştır.
Zeynep Atikkan
Benim Avrupa
Avrupa sağında müslüman karşıtı örgütlenmeyi en erken fark eden gazetecilerden birisiydi Zeynep Atikkan. Daha önce yazdığı kitaplarda sanal dünyadaki örgütlere yönelmişti. 2006 yılından itibaren blog ve ağlarda güçlenen yeni batının ırkçı söylemi uzun süredir seçim meydanlarında dile gelmeye ve de oy getirmeye başlayıp Avrupa siyasetinde giderek daha çok taraftar bulunca bu konuyu araştırmaya başladı. Geçtiğimiz aylarda yayınlanan “Avrupa Benim” kitabı Atikkan’ın Avrupa aşırı sağı üzerine yaptığı araştırmaları içeriyor. Bu röportajı Zeynep Atikkan ile Moda’daki evinde 2015 yılında Yenişafak gazetesi için yaptım.
Ayşe Böhürler : ……
Zeynep Atikkan : Amerikan Cinneti’ni neo-conlarla konuşarak yazdım. Büyük gazeteler ve medya hep aynı şeyleri söylüyordu. Amerika nerede, başka türlü düşünen insanlar yok mu derken adeta fışkıran blogları gördüm. Amerika’nın dinamik tarafını budum. Onların içine daldım ve en ilginç fikirleri, en muhalif görüşleri oradan takip etmeye başladım. Bir süre sonra bunu yazmaya karar verdim. Dijital devrimin içindeyiz. Bu devrim gazeteciliği ve siyasi kültürü etkiliyor, insanlar arasındaki etkileşimi farklılaştırıyordu. Breivik de bu bloglardan ortaya çıkmıştı. Avrupa’da beyaz adamın üstünlüğünü ön plana çıkartan ırkçı yabancı düşmanı, saldırgan blogları bu dönemde yakın takibe aldım. Burada bir şeyler oluyordu. Bu benim bildiğim batı değil derken bu araştırma zinciri Beni Avrupa’ya ve Avrupa kitabını yazmaya götürdü.
Ayşe Böhürler : Size bu benim gördüğüm Batı değil dedirten sebepler nelerdi? N e gördünüz orada?
Zeynep Atikkan : Aşırı sağ partilerin yükselmeye başladığını çok net gördüm. Avrupa medyasında yazılamayan şeylerdi bunlar. Bunu yazmaya karar verdim. Aşağı yukarı 5 senelik bir araştırmanın sonucu olarak bu kitap ortaya çıktı.
Ayşe Böhürler : Batı derken hangi ülkeleri kastediyorsunuz?
Zeynep Atikkan : Araştırmaya Kuzey Avrupa’dan özelikle İskandinav ülkelerinden başladım. Bunlar demokrasinin ve hoşgörünün, insan haklarının en gelişmiş olduğu ülkelerdi. İnsan hakları promosyonu yapmakta iddialı ülkelerdi.
Aşırı sağın en hızlı geliştiği ülke şaşırtıcı biçimde Danimarka’ydı. İsveç kadar göç almaya alışkın bir ülke değil. Hatta “İsveç gibi olmak istemiyoruz “derler. Daha homojenler. Schengen yasalarını etkileyecek kadar aşırı sağ partileri vardı ve bunlar hükümette etkili oldu. Almanya’ya yakın olmalarının da bunda etkisi var. Yine ilk karikatür krizi de orada yaşandı. Devamında Hollanda, Fransa ve İtalya’ya, Avusturya’ya kısaca Batı Avrupa’ya ağırlık verdim. Almanya tarihsel nedenlerden ötürü aşırı sağ partilere yer veremeyen bir ülke. Belki de bu nedenle aşırı sağ hareketler kendilerini sokakta daha kolay ifade edebiliyorlar. Bu ülkeler demokrasi yolunda epey mesafe kat etmiş, insan hakları konusunda söz sahibi olmuş ülkelerdi.
Berlin Duvarının yıkılması farklı sınır problemlerini Avrupa’ya getirdi. Macaristan gibi ülkeler hala 19. yy milliyetçilik anlayışı içindeydi. Bu nedenle bu karşılaşma bir sınır problemi olarak yansıdı.
Avrupa’nın sınır problemi yoktur. Her ne kadar birbirlerinden farklı olsalar da ortak paydaları vardır.
Ayşe Böhürler : Kitapta neden İskandinavya ve Fransa’ya ağırlık verdiniz?
Zeynep Atikkan : Hollanda, Avrupa kültürünün taşıyıcı ülkelerindendi. Ancak göçle birlikte bütün siyasi kültürü değişmişti. Onlar yeni bir taşıyıcı kolon olamazlar.
Ayşe Böhürler : Avrupa’nın bu değişimini ne zaman başlatıyorsunuz? Avrupa’ya göç dalgasının 1960’larda başladığını düşünürsek…
Zeynep Atikkan : 70’lerin sonu 80’lerin başında net bir şekilde göçmenler burada, Avrupa’dalar ve kalıcı olacaklar fikriyle karşı karşıya geliyor. Biz bunlarla ne yapacağız diye düşünmeye başladıklarında farklı görüşler ortaya çıkıyor.
68 olaylarından sonra Avrupa imajına ilişkin dünyada bir kurgu vardı. Sol, feminist, eşitlikçi düşünceler hakimdi. Her yerde Avrupa’da başka görüşler ortaya çıkamaz izlenimi vardı. O dönemde Fransa’da yeni sağ diye bir aydınlar hareketi başladı. Bu yeni sağın ideologları aralarında toplanıp, 68’de aldığı darbeye rağmen sağı yeniden yeşertmeliyiz, faşist geçmişi anımsatan renklerden kurtulmalıyız diyorlardı. Bu görüşlerini ilk iş olarak bir dergi hareketi ile entelektüel çerçeveye oturtmaya çalıştılar.
Ayşe Böhürler : Ne diyorlardı?
Zeynep Atikkan : Özetle “Kültürler eşittir ama aynı değildir” diyorlardı. Avrupa dışından gelen kültürler oldukları yerde gelişmelidirler. Çünkü birbirleriyle kaynaşamazlar, onları tecrit edelim temaları hakimdi. Aynı zamanda anti-Amerikan söylemleri vardı, Amerikan kültürel hegemonyasına karşı çıkıyorlardı. Avrupa Birliği fikrine tam karşı çıkmasalar da bölgeler Avrupası fikri ön plandaydı. Brüksel’in uyguladığı merkezi politikalara karşıydılar. Bu hareket Fransa’da başladı, giderek İtalya’ya kısmen Almanya ve Avusturya’ya ihraç oldu. Çok etkili değillerdi. 70’lerin sonuna doğru Le Figaro gazetesinde bu görüşlere yer verilmeye başlandı. Bu faşizm diye kıyamet koptu.
Ayşe Böhürler : Fikren onları kim destekliyordu?
Zeynep Atikkan : 80’lerde Amerika’sında Reagan döneminde, neo-conlar çok etkili olmaya başladılar. Ön plana çıkarttıkları fikir “Batı medeniyeti zayıflıyor” idi. Yıldız Savaşları filmlerinin projelendirildiği yıllardı. Neo muhafazakar düşünce giderek Avrupa’nın aydın çevrelerinde etkili olmaya başlamıştı. Bu döneme destek veren bir başka şey de İngiltere’deki Thatcher dönemi ve neo-liberal ekonomiye geçişin bu süreçte gerçekleşmesidir. Fransa’daki Le Pen’in bunlarla organik bağı yok ama savunduğu fikirlerin kökeni aynı yerden geliyor. Bu arada Amerika’da göçmenlere karşı fikirler dolaşıma girmeye başlamıştı.
Ayşe Böhürler : Tüm bunların yanında ekonomik sebepler de var mıydı?
Zeynep Atikkan : 80’lerin sonunda Avrupa’da işsizlik görülmeye başladı. Refah devletinin sürdürülebilir olmayacağı fikrine alışmaları gerekiyordu. Refah devletinin sürdürülebilir olmaması onlar için Avrupalı kimliğinin zaafa uğraması demekti. Refah devleti, toplumu eşitleyiciydi. İşsizlik başlayınca bu yara aldı. En önemlisi, beyaz yakalılar da işlerini kaybetmeye yeniden iş bulma imkanlarını yitirmeye başladılar. Fransız sağının önemli ismi Jean-Marie Le Pen’in en çok oy aldığı yerler eski komünist partisinin hakim olduğu yerlerdi. Soldan sağa bu kayışın tek sebebi bu insanların işsizliğin tokadını yemiş olmalarıydı. İşsizlik tokadını yemiş sola oy veren insanlar sağa kaymaya başlamışlardı. Refah toplumu, bu dönemde sendikaları zayıflatmış hatta bitirmişti. Yaşam tarzı vurgusunu Avrupa sağının diline yerleştiren kişi Thatcher’dı. Thatcher ‘İngiliz yaşam tarzı’ vurgusunu ya da “toplum yoktur” sözlerini, marksist bir takım aydınlar ‘Faşizm İngiltere’nin kapısına dayandı’ diye yorumladılar.
Ayşe Böhürler : Avrupa yabancı düşmanlığı ile ne zaman tanıştı?
Zeynep Atikkan : 80’lerde Fransa’da Mitterrand cumhurbaşkanıydı. Otomotiv sanayinde büyük grevler başlamıştı. İlk defa bir İçişleri Bakanı çıktı ve bu grevlerin farklı bir dine mensup işçiler tarafından yapıldığını, bunun dışarıdan körüklendiğini söyledi. Bir grev ilk defa kültür boyutuyla yorumlanmış oldu. Bu yabancı işçiler Müslümandı. Müslümanlar üzerine araştırmalar yapılmaya başlandı.
Sosyalist hükümet merkez sağdaki bir hükümetin alması gereken kararları almaya başladı.
Ayşe Böhürler : Avrupa sağı ve solu arasındaki fark ne zaman kapanmaya başladı?
Zeynep Atikkan : Kıta Avrupası’nın neo-liberal ekonomiye uyum sağlama çabası bunu gerçekleştirdi. Merkez sağ ve sol partilerin programları birbirine benzemeye başladı. Yeni sol bugünlerde ortaya çıktı. Sol hareket, artık işini kaybeden, büyük bir travmaya sürüklenen, sosyal devletin zayıflaması karşısında kendisini güvencesiz hisseden insanların endişelerine cevap veremez olmaya başlamıştı. İnsanlar sandık başına gidip oy kullanmadılar. Aşırı sağ partiler bu boşlukta güçlendi.
Ayşe Böhürler : Avrupa’nın bu yeni sağı neyi savunuyordu?
Zeynep Atikkan : Yeni sağ, 90’larda oluşan siyasi boşluğu doldurdu. Bu partiler her ülkede birbirine benziyor, yeni bir şey söylemiyorlardı. Sadece toplumda oluşmuş korkuları kullanıyorlardı. Onlara siyasi müteşebbis demek daha doğru olur. Bu yıllarda yabancılar iyice göze batmaya başladı. Aynı yıllarda özel televizyonların güçlenmesi de önemli bir faktördü. Özel televizyonlardaki rekabet, sansasyonel haber arayışları, Müslümanları medyanın önemli konuları haline getirdi. Yaratılan negatif Müslüman imajı medyada sansasyonel habercilikle iyice ivme kazandı. Bir yerde sorunlu bir kişiye bir mikrofon uzatılıyor, sanki hepsi böyleymiş gibi veriliyordu. Bu partilerin kökleri eski faşist, Nazilerle işbirliği yapmış partilere de dayanıyor. Yeni bir sayfa açtık diyerek bir kongre yapıyorlar, özellikle yerelde siyasete dalıyorlardı. Yeni sağ partiler şirket CEO’su gibi siyaseti yönettiler. Yerel yönetimlerde, ulusal seçimlerde etkili olmaya başladılar.
En önemli temaları göçmen -İslam karşıtı- olmalarıydı. Bir ekonomik programları yoktu. Ancak ekonomik kriz sırasında Brüksel karşıtı oldular.
Kendilerini aşırı sağ olarak tanımlamadılar. Radikal merkeziz diyorlardı. Le Pen partisini aşırı sağ diye niteleyenleri mahkemeye vereceğini söylüyordu. Ancak merkezi radikalleştirdiler.
Ayşe Böhürler : Almanya, İnglitere ve Fransa… Bu üç ülke için de aynı şeyi söyleyebilir miyiz?
Zeynep Atikkan : Evet. Mesela Merkel, Cameron, Sarkozy eş zamanlı olarak “Avrupa çok kültürlü değildir” açıklamasını yaptılar. Bu tema yeni sağ partilerin sürekli tekrar ettikleri bir cümleydi. Danimarka gibi ülkelerde hükümeti destekledikleri için istediklerini dayattılar. Mesela Schengen ülkeleri arasında kimlik kontrolü yok. Ama Almanya’dan Danimarka’ya geçerken kontrol noktası konmasını istediler. Bu Schengen’in açıkça ihlaliydi, ama yaptılar. Buna karış çıkan hukukçulara tehditler yağdı.
Ayşe Böhürler : Bu partiler Avrupa demokrasisini tehdit eder mi?
Zeynep Atikkan : Etmez. Ama liberal politikaların yeşermesi konusunda engelleyici olduklarını düşünüyorum.
Müslümanlar Camialaştırıldı…
Ayşe Böhürler : Müslümanlara bakış nasıl değişti?
Zeynep Atikkan : Fransa bağlamında bakarsak, mahallede Arap, Tunuslu, Faslı giderek Müslüman olmaya başlıyor, Müslümanlar tek tip bir isim altında camialaştırılıyordu. 11 Eylül’den sonra bu camia terörle özdeşleştirilmeye başladı. Başörtüsü sorun olmaya bu dönemde başladı. Göçmenler için artık gitmeyecekler endişesi arttı. Onların kalıcılıklarını kabullenmek Avrupa’ya zor geldi. Yugoslavya’nın dağılması da bu süreçte etkili oldu. Somali’den çok sayıda sığınmacı Fransa’ya geldi. Bütün bunların yarattığı sıkıntılar toplumda birikti.
Bugün Pegida’nın yakaladığı boşluk bu. Alman siyasi kültüründe Hristiyan demokratların sağında bir oluşumun çıkması düşünülemezdi. Ama Pegida orayı doldurmaya başladı.
Ayşe Böhürler : Eski Avrupa nerede kaldı?
Zeynep Atikkan : Avrupa eski Avrupa değil. Yeni insanlar ne yapılacak sorusu üzerine odaklanıyorlar. Avrupa Birliği’nin de esas problemi bu. Ben AB projesine inanan birisiyim. Amacı barışı tesis etmekti. Ama bu proje 21. yüzyıla geçmekte büyük sıkıntı yaşıyor. Çünkü 21. yy problemleri çok farklı. Göçmen realitesi, göçmenlerin büyük çoğunluğunun Müslüman olması ve bunlarla beraber yaşamak noktasında sıkıntılar AB projesinin sürdürülebilirliğini tehdit ediyor.
Ayşe Böhürler : Avrupa göçmenlerin farkına yeni mi vardı?
Zeynep Atikkan : Avrupa bu realite ile yüzleşemedi, uzun süre yok bildi. Onları periferide, uzaklarında tuttu. Gerçekle karşılaştığı zaman ise istemedi. Sanırım bugün de ne yapacağına karar veremiyor. 11 Eylül’ün de göçmenlerin imajı konusunda dönüştürücü etkisi var. Artık yeni bir batı var. “Bizim uygarlığımız tehdit altında” diyen bir batı.
Ayşe Böhürler : Amerika Avrupa’yı ne kadar etkiliyor?
Zeynep Atikkan : Bernard Levis gibi neo-muhafazakarlar Avrupa’ya gelip konferanslar vermeye başladılar. Demografik veriler ortaya atıldı, korku senaryoları yazılmaya başlandı. 2014’te yapılan araştırma da bunu başarıldığını gösteriyor. Mesela İngiltere’de toplum İslamlaşıyor endişesi var. UK Independence bir araştırma yayınladı. Halka, Müslümanların nüfusa oranı soruluyor. Gerçek % 8 iken halk % 31 olduğunu söylüyor. Bu algının böylesine abartılı biçimde ortaya çıkmasının bir diğer nedeni de nüfusun yaşlanması. Nitekim Fransa’da işini kaybetmiş 50 yaş üzeri insanlar aşırı sağa oy vermeye başladılar. Le Pen’in kızı partinin başına geldikten sonra kadınlarda bu kesime katıldı. Oysa önceleri daha bir erkek partisiydi.
Ayşe Böhürler : Avrupa’da sağın güçlenmesi hangi sonuçları çıkartır?
Zeynep Atikkan : Avrupa’nın bir çatışma alanı olabileceğini söylüyorum. Bu kaynaşamayan toplumlardaki ihtilafların ciddi ihmallerin sonucunda oluştuğunu düşünüyorum. Bu ihmallerde devletin olduğu kadar sivil toplumun da payı var. Toplumların kaynaşamamasında en fazla etkin yapı ise medya. Şimdi artık iki taraf da radikalleşecek. Ve bu internet üzerinden bireysel alanları kapsayan iletişimlerle gerçekleşecek. Ne olup bittiğini çok sonra fark edeceğiz.
Ayşe Böhürler : Avrupa Birliği’ne ne olacak?
Zeynep Atikkan : Bu projenin 21. yüzyıla geçemeyeceğini düşünüyorum. 20. yüzyılda kaldı. Özellikle de göçmen realitesi karşısında başarısızlığa uğradı. Bugün Avrupa Birliği orada dahi konuşulmuyor.
Ayşe Böhürler : Charlie Hebdo saldırısı bu süreci nasıl etkileyecek?
Zeynep Atikkan : 7 Ocak’tan sonra değişik gelişmeler olabilir. Her şeyden önce Hollande yeniden doğdu. Krizi doğru yönetti. Halk desteğini artırdı. Bundan sonra süreç Avrupa için geriye de gidebilir, kendi değerlerini yeniden düşünmeye de sevk edebilir. Bu saldırı ölü toprağı serpilmiş olan Avrupa’da entelektüel bağlamda çok tartışılacaktır. Avrupa çok çabuk kararların alındığı bir yer değil. Bu durum Fransa’nın yeni Avrupa’yı düşünmesi için bir adım atmasına sebep olabilir.
Ayşe Böhürler : Bu saldırı Fransa özelinde hangi sonuçları doğurur?
Zeynep Atikkan : Fransa, nüfusu genç olmasına rağmen ekonomik çöküntü nedeniyle travmanın içine daha çok itilmiş oldu. Fransızlarda, kültürünü ihraç etmeye alışmış bir ülke olarak entelektüel üstünlüğünü kaybetmenin getirdiği travmalar vardı. Anglosakson dünyanın Batı Avrupa’ya karşı üstünlüğü hakimdi. Avrupa hep krizlerle ve krizlere aranan çözümlerle gelişen bir yapıdır. Yeniden düşünmeye başlayacaktır.
Ayşe Böhürler : Marine Le Pen yükselir mi yoksa daha mı düşer?
Zeynep Atikkan : Olive Roy’a katılıyorum. Müslüman göçmenlerin hepsini tek bir camia gibi görüp değerlendirmek çok yanlış. Batının kafasında Müslümanlar artık tek bir camia. Aralarındaki kültürel sosyal bağ olan her Müslüman an gelir, batı düşmanı olabilir. Buna inanıyorlar. Onların kendi aralarında kültürel bağ olduğunu düşünüyorlar. Seküler düşünceyi benimseyemeyecek, batı değerlerini kabul edip yaşayamayacak insanlar topluluğu olarak görüyorlar.
Ayşe Böhürler : Farklı düşünenler yok mu?
Zeynep Atikkan : Elbette var. Mesela Danimarka’da karikatür krizi konusunda çalışan bir antropolog var Peter Hervik… Danimarka’da gazeteler bir provokasyon çerçevesinde bunu yayımladılar. Bizzat o gazetenin genel yayın yönetmeni “Biz Müslümanların nasıl tepki göstereceğini test etmek için yaptık” dedi. Bu araştırmayı yaparken olayın gittiği noktayı gördüm. Bir gazetecinin görevi insanların tepkisini ölçmek midir? Eski Avrupa, farklılıkları içe alan bir yapının, düşüncenin oluşması gerektiğini söylüyordu. Yeni Avrupa ise Amerika gibi iç güvenlik yasalarını çıkartarak İslam karşıtlığını güçlendiriyor.
Ayşe Böhürler : İslamofobi tanımlaması doğru mu?
Zeynep Atikkan : Olaya Hristiyan-İslam atışması olarak bakmak doğru mu bilmiyorum. Avrupa’da Hristiyanlık din değil kültür olarak var. Hristiyan sağ bugüne kadar olmadığı ölçüde aydınlanma değerlerine sahip çıkıyor, Olmadık ittifaklar kuruyor. Mesela feminist gruplar ya da 68 kuşağının aydınları sağ ile ittifak ediyor. Bizim uğruna mücadele ettiğimiz değerler yok oluyor. Müslümanlar yüzünden yok oluyor diyerek Hristiyanlık ya da kilise konusunda daha hoşgörülü oldular. Artık Hristiyanlığın aydınlanma değerleriyle tezat teşkil etmediğini söylüyorlar. Akla gelmedik gruplar olmadık ittifaklar yapıyor artık.
Görünen o ki din bazında çatışma kültür çatışmasına indirgendi. Hristiyanlık ise bir din olmanın ötesinde Avrupa kültürünün bir parçası .
Ayşe Böhürler : Avrupa kimliği sizin araştırmanızda nasıl tanımlanıyor?
Zeynep Atikkan : %95’i barış projesi diyor. Avrupa kimliği nedir diye sorduğunuzda kimse insan hakları, demokrasi olarak tanımlamıyor. O kimlik nedir diye sorduğumda aydınlanma ve Hristiyan kimliği ön plana çıktı. Bu soruları üniversite kampüsünde sordum. Aldığım cevaplar ilginçti. “Bizim kültürümüz elden gidiyor, tehdit var.” diyorlardı. Demografik analizlerde ortaya çıkan tablo ırkçılığı ya da bu görüşe yakın insanları ürkütüyor. İslam korkusunu salmak için demografik verileri öne sürüyorlar.
Ayşe Böhürler : Birlikte yaşama kültürü, çoğulculuk söylemleri nereye gitti?
Zeynep Atikkan : Artık Avrupa beraber yaşamayı konuşmuyor. Liberal aydınlar, bunu devlet yapamaz, toplum yapabilir derken ortak kaygıları aydınlanmanın elden gitmesi oldu. Sokaktaki insan söylüyor bunu. “İslam kötüdür, geldi ve bizi istila ediyor.” söylemi kabul görüyor. Görünen o ki Avrupa bu çoğunluğu yönetemiyor.
Banliyö gençliğinin % 40’ı işsiz, toplumun dışına itilmiş, umudu yok.
Olive Roy bunlar Avrupa’nın meselesi derken şunu söylüyor; İslamı kullanarak radikalleşiyorlar ama Avrupa’daki Müslümanlar Filistin davasına sahip çıkarak eylem yapmıyorlar. Fransa’daki bir olaya ilişkin eylem yapıyorlar. Hapishanelerin yarıya yakını Müslümanlardan oluşuyor.
Türkiye AB’ye Girsin Demek Cesaret İster
Ayşe Böhürler : Türkiye bu olayların neresinde?
Zeynep Atikkan : Türkiye’nin bu konuda önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum. Getireceği öneriyle, yaklaşımıyla sorumlu ve yardım edici bir rolü olabilir. Ak Parti hükümetinin İslam geçmişi bazı sorunların, hassasiyetlerin anlaşılmasında daha net politikaların ortaya çıkması için bir açılıma sebep olabilir. Ancak hükümetin bu olayı yönetim biçimini talihsiz buldum. Bu meseleye, Charlie Hebdo’dan önce eğilmeliydi. Ne bu hükümet ne de bundan öncesi Avrupa Birliği’ni Türkiye toplumuna doğru anlatmadı. 7 Ocak Avrupa Birliği’nin devamı için bir zıplama tahtası da olabilir geri kaymasına da sebep olabilir. İki ihtimal de mevcut. Avrupa’da bu tartışma bitmiş durumda değil. Bugün Türkiye AB’ye girsin demek cesaret ister. 21.yy Avrupa projesini nereye götürebilir bilmiyorum. Avrupa, bu çoğunluğu nasıl yönetiriz sorusunun cevabına, çoğunluğu Müslüman bir ülke olan Türkiye ile birlikte olarak ulaşabilir. Avrupa soft power geliştirmek istiyorsa bunu yapmalı. Bundan sonra atacağı her adım Avrupa Birliği’nin 21. yüzyılda var olup olmayacağını belirleyecek.
Ayşe Böhürler : Peki Avrupa’da İslam karşıtlığı mı din karşıtlığı mı yükseliyor?
Zeynep Atikkan : Travmaya reaksiyon veriyorlar. Sadece İslam karşıtlığı değil. Anti semitizm de yükseliyor. Avrupa kendini Yahudi-Hristiyan kültürü içinde tanımlarken bunu yapıyor.
Ayşe Böhürler : Müslümanlar devlet kademelerinde varlık gösterebiliyor mu? Ya da yabancı evliliklerin sayısı nasıl?
Zeynep Atikkan : Fransa’da yabancı evlilikler Almanya’dan daha az. Ama polis ve orduda çok Müslüman var. Bu da ilginç bir gösterge, bu olaylara daha cesur bakılırsa açılım yapmak zor olmayabilir.
Ayşe Böhürler : Entegrasyon çıkar mı?
Zeynep Atikkan : Çok zor. Yeni talepleri olan insanların kendilerini Fransız hissederek huzur içinde yaşaması ve diğerlerinin de bunu kabul etmesi çok zor. Dün böyle bir talep yoktu bugün böyle talepleri var. Avrupa bu talebe alışkın değil. Bu talebe cevap veremezse Avrupa sıkıntılı bir yer olur. Çatışma alanı haline gelir.
Ayşe Böhürler : Bu çatışma Avrupa’yı nereye götürür?
Zeynep Atikkan : Krizler liderleri yaratır. Toplumda itibarı gerilerde olan Hollande şimdi bir yeniden doğuşu tetikleyebilir. Bu krizden farklı bir siyaset çıkmazsa deflasyona girmiş Avrupa ekonomilerinin çöküşü gerçekleşir. Ülkeler ekonomik sıkıntıların olduğu devirlerde yaratıcı ilerici adımlar atmakta zorlanırlar. Bir politika değişikliği ile tartışmalar başlar da kamuoyunun farklı düşünmesi sağlanabilirse belki sağa olan destek de azalabilir.