Köşe Yazıları
Ayşe Böhürler
Beş Deniz Yaylası
29 Mayıs Üniversitesi’nin kıymetli tarihçilerinden Prof. Ali Akyıldız Hoca’nın birçok ödül almış önemli eserlerinden birisidir: Anka’nın Sonbaharı… Bu kitap Osmanlı’nın son yüzyılını anlamak, çöküşün ekonomik sebeplerine vakıf olmak açısından da en önemli kaynaklardan birisidir. Kitabın girişinde Malazgirt ve sonrasına dair önemli notlar bulunur. Bu yazıda biraz onlara değinmeye çalışacağım.
1000-1500 yıllara arasında göç hareketlerinin en aktif olduğu bölgeye bazı tarihçiler “Beş Deniz Yaylası” ismini veriyor. Malazgirt’i de kapsayan “Beş Deniz Yaylası” ismini doğrusu çok sevdim. Türk step göçebelerinin Beş Deniz Yaylası’ndaki göç hareketleri hem bölgenin hem dünyanın siyasal ve kültürel dengesi üzerine etkili oluyor.
Tarihçiler Türklerin bölgede kalıcı olmalarını sağlayan özellikleri şu başlıklarla açıklıyor:
“1-Türkler hayvancılıkla uğraşıyor, ticaret yapıyor ve bölgedeki İranlılar gibi yerleşik kültürlerle kaynaşmayı başarıyorlar. Bu kaynaşma Türk dilinin Aral gölü ile Hazar Denizi’nin güneyine doğru genişlemesine sebep oluyor.
2-Türkler yerleşik kavimlerle kaynaşıyorlar ama diğer kavimler gibi benliklerini kaybetmiyorlar.
3-Askerî güçleri, örgütlenme yetenekleri ve birlik duygusunun gururuna dayalı üstünlükleri ile savaşırken kültürlerini korumayı başarmaları beş deniz yaylasını Türklerin hakimiyetine sokuyor.
4- Türklerin askerî ve siyasal başarı sağlamalarını kolaylaştıran bir diğer öge de Şii mezhebi yerine Sünniliği seçmeleri oluyor. Bu seçim bölge Müslümanlarının Sünniçoğunluğu’ nun Türk yönetimi altına girmelerini sağlıyor.
5- Türklerin diğer kavimlere göre daha başarılı olmasını sağlayan bir diğer unsur da “Gaziler’ tarafından yürütülen ‘kutsal cihat’ kavramı… (McNeill, 1963: 487-90).”
AT YETİŞTİRİCİLİĞİNDEN ASKERİ SINIFLARA
Tarihçiler Türk beyliklerinin güçlenmesini sağlayan bir diğer unsurun da at yetiştiriciliği olduğunu söylüyor. “Türkmenlerin yerleştikleri yaylaların at yetiştiriciliği için son derece elverişli olması Anadolu atlarının ünlerini artırıyor. Bu durum, bir yandan Anadolu’da zenginliğin birikmesine yol açarken, Hıristiyan Avrupa’ya karşı Anadolu’nun temel üstünlüğü haline geliyor. At ve süvarinin kazandığı önemin toplumsal sonuçları da oluyor: Piyade varlığını sürdürmekle birlikte, süvari, yani ‘sipahi’, askerî bir elit ve yönetici sınıf biçimine dönüşüyor. Kısaca, ata binmek bir ayrıcalık oldu. Toplumsal düzen de ona göre biçimlendi…”
TÜRK OKU VE YAYI VE PARALI ASKERLİK
“Anadolu’da kabile bağlarını zayıflatıp, ilerde Osmanlıların güçlü bir merkezî devlet kurabilmelerini kolaylaştıran bir başka öğe de paralı askerlik kurumu (İnalcık, 1981-2: 77-8). Orta Asya’dan gelme ünlü Türk yayı ve grubun uzun yıllar bir arada çarpışmış olmaları, örgütlenme yeteneklerini ve profesyonelliklerini en üst düzeye çıkarmış bulunuyordu. Bu durum da, Anadolu’da güçlü beylerin ortaya çıkmasını ve çevresindeki halkı birleştirmelerini kolaylaştırmıştı.”
“Müslümanlığın kabulünden sonra Türkler Siri Derya akarsuyunu güneyine doğru aştılar. Beş Deniz Yaylası’na gelen Selçuklular da diğer Türk grupları gibi tarih sahnesine Müslüman beyliklerin kiraladıkları savaşkan askerler olarak çıktılar. Zamanla belirli eyaletlerin yöneticileri ve sonunda geniş toprakların özerk hükümdarları oldular. Halifeliğin merkezi olan Bağdat 1055 yılında Türklerin eline geçti.” Tarihin bu döneminde Selçuklular her ne kadar Halifenin hizmetinde görünüyorlarsa da, Bağdat’tan bağımsız hareket etmekteydiler.
GAZİLER
“Selçuklu aristokrasisi, yerleşik düzenin gerektirdiği siyasal ve hukukî kalıba uyduklarında, Müslümanlığı kabul etmiş göçebe Türkler tarafından tehdit edilmeğe başlandı. Türkmenler, gerek yerleşik Selçuklu toplumunda dinin katı bir biçimde uygulanması ve gerekse yerleşikliğin önemli ve gerekli sonuçlarından olan vergi yükü yüzünden, merkezî otoriteye karşı çıkmağa başlamışlardı. Asıl istedikleri, yağmaya izin verilmesi ve bağımsızlıklarının korunmasıydı. Bu isteklerin en iyi bir biçimde sınır bölgelerinin özgür atmosferinde karşılanabileceğini düşünen Selçuklu yöneticileri, merkezî otoriteyi tehdit etmeğe başlayan Türkmenlerin Anadolu’da Bizans’ın doğu bölgelerine doğru yayılmalarını teşvik ettiler.
Türkmen kabileler, Bizans’a yakın bölgelerde yerleştikten sonra, İslâmiyetin sınırlarını genişleten, bu dünyayı Hıristiyan saldırılarına karşı koruyan, böylece büyük bir saygınlık kazanan “Gaziler” durumuna yükseldiler. Bizans’a sınırı olan bölgelerde Türkmenlerin sayısı kabardıkça, Bizans topraklarına saldırıları da artmağa başladı. Bu durum, doğal olarak, İstanbul’dan tepki gelmesine yol açtı ve İmparator IV. Romanus Diogenes büyük bir ordunun başında doğuya doğru yürümeğe başladı. Bu orduyu karşılayan Selçuklu Sultanı Alparslan oldu. Selçukluların kazandığı Malazgirt Saferi (1071) dönemin en önemli savaşlarından biridir. Çünkü, bu zaferle Anadolu yarımadası yerleşim için Türklere açılmış ve bölgenin Türkleştirilmesi ve Müslümanlaştırılması başlamıştır.”
HAFIZA MİMARİSİ
Her 26 Ağustos’ta yedi yıldır devam eden bir programla; devletin tüm erkanı, Cumhurbaşkanımızın davetiyle Cumhur ittifakı liderleri, TBMM yeni ve eski başkanlarımız, bakanlar, vekiller, mülki ve askeri erkan, iş dünyası temsilcileri, yerel yöneticiler Malazgirt’te hazır bulunuyor. Muş Havalimanı’na inilip, buradan askeri helikopterlerle Ahlat’a gidiliyor. Ardından Selçuklu mezarları ziyaret ediliyor, Malazgirt ovasında dualarla bir tarih yeniden hatırlanıyor.
10 yıl öncesinde harap halde bulunan tarihi bölge şu anda binlerce ziyaretçiyi ağırlıyor. Bin yıllık bir mirasın ihyası sadece ziyaretlerle sınırlı kalmamış elbette. Mezarlıktaki taşlar tamir edilmiş, etkinlik alanları düzenlenmiş, Okçular Vakfı tarihinin canlı tutulması için burayı adeta üs ilan etmiş. Ahlat bugün Türk kültür mirasının ihya edildiği bir belde olarak gezilebilir, görülebilir hale gelmiş. Cumhurbaşkanın Van gölü kenarındaki külliye ise tam anlamıyla gökyüzüyle barışık, Türk mimarisinin tüm özelliklerini taşıyor. Tüm heyeti orada misafir eden Cumhurbaşkanımız kabine ve valiler toplantısını yaparak da kadim bir geleneği daha ihya etmiş oluyor.
Tüm bu rutinler bin yıllık bir hafızayı canlandırıyor. Aradaki İslam dönemini atlayarak kendini Orta Asya Türk devletlerine bağlayan Cumhuriyet’in ilk yıllarında yapılan tarih anlayışındaki hataları onarıyor, Cumhuriyeti Türk tarihinin her dönemi ile barışık hale getiriyor. 26 Ağustos’ta Ahlat Malazgirt toplantısına tek kelimeyle unutuş ve kopuşları onaran muhteşem bir “hafıza mimarisi” diyorum. Başta Cumhurbaşkanımız ve Devlet Bahçeli Bey olmak üzere tüm emeği geçenler sağ olsun, var olsunlar!