Türkiye'nin Kadın Meseleleri

Kadın yazarlar, sanatçılar, milletvekilleri, iş insanları, STK başkanları, aktivistler; siyaseti, bilimi, dini kimliği, modernleşmeyi, sosyal hayatı, şiddeti, çabayı, sorunları ve çözümleri kadın perspektifinden anlatıyor.

Türkiye’de Kadın Belgeseli Röportajları. Tarih : 2007 - 2008

Fatma Şahin

Fatma Şahin

Can Gitmeden Önce…

Kurulmasına ön ayak olduğu Meclis Komisyonu ile birlikte katiller de dahil konunun tüm muhataplarıyla görüşen Fatma Şahin ile töre ve namus cinayetlerinin nedenleri, nasılları, çözüm yolları üzerine…

Gaziantep’in ilk kadın parlamenteriyim. Tabii üzerimde, bunun getirdiği büyük bir sorumluluk var. 2003 seçimlerinde 48 tane erkek milletvekili aday adayı içerisinde tek kadın bendim. Ben bugün buradaysam (röportajın yapıldığı dönemde Fatma Şahin Gaziantep Milletvekili’ydi) bu, en büyük destekçim olan eşim ve ailem sayesindedir. Aday adayı olduğumuz zaman Antep’in bir bayan milletvekili istemeyeceğini, bunun görülmemiş şey olduğunu söylediler. Ama ben Antep’in bayan milletvekilini kaldıramamasından çok, erkek bir siyasette erkeklerin kadınları istemediklerini gördüm. Çünkü siyasete girdiğim andan itibaren kadınıyla, erkeğiyle, yaşlısıyla, genciyle halkın kadın milletvekiline karşı ciddî bir sıcaklıkla yaklaştığını ve asla cinsiyet ayrımı yapmadığını gördüm. Bu benim için de, seçmenimiz için de büyük bir tecrübe oldu.

Erkek Dayanışması!

İlk günden itibaren kadın olduğum için herhangi bir olumsuzluk hissetmedim. Eğer bugün siyasette kadınlar az ise bunun kesinlikle halktan kaynaklanmadığını düşünüyorum. Bu tamamen erkek egemen teşkilât sisteminden kaynaklanıyor. Mesele bir kadın adaysa, erkeler gerektiğinde çok farklı düşünseler bile bir anda bir araya gelebiliyor. Bir anda toplu olarak hareket edebiliyorlar. Ben çok net bir şekilde yaşadım: 10 tane isim yazılacaktı. “Fatma Hanım birinci çıkabilir.” söylentileri yayılınca erkeklerin hemen karşı cephe oluşturduğunu gördük. Oysa hepsi birbiriyle rekabet hâlindeki adaylardı. O yüzden biz kadınların eğer bu alanda var olacaksak kadının kadına desteğini arttırmamız gerekiyor. Türk siyasi tarihine baktığınız zaman bu konuda başarılı sınavlar vermediğimizi görüyoruz.

Töre Cinayeti Çıkmazı

Bizim milletvekili olarak birinci görevimiz, yasama ve denetlemedir. Fakat anayasanın ve iç tüzüğüne göre toplumsal sorunlar konusunda araştırma önergesi verebiliyoruz. Töre ve namus cinayetlerinin büyük bir toplumsal sorun olduğu ve kamu vicdanını ciddî anlamda rahatsız ettiği için, bunun nedenlerinin araştırılıp çözüme odaklı bir çalışma yapılması yönünde bir toplumsal talebin geldiğini görünce bir yıl önce komisyonumuzu kurduk.

Çalışırken fotoğrafın tamamını görmeye çalıştık. Cezaevindeki erkeklerle, sığınma evindeki kadınlarla, aşiret reisleriyle görüştük. En çok töre ve namus cinayeti işlenen 5 ayrı ili tek tek ziyaret ettik ve her gittiğimiz yerde işin bütün muhataplarıyla bir araya geldik.

Cezaevindeki yapmış olduğumuz çalışmada elliye yakın erkekle görüştük. İlk gittiğimizde başsavcı bize “Bunların hepsi biz suçsuzuz diyecekler ve size bir şey anlatmayacaklar.” dedi. Ama onlara “Biz toplumsal bir sorunu çözmek için geldik, sizin sayınız çoğalsın istemiyoruz. Sizler bizim için çok değerlisiniz. Siz vekil olsaydınız kendi hayatınızla alâkalı ne yapardınız?” şeklinde bir yaklaşım sergileyince o insanların çaresizliklerini gördük.

Katillerin % 99’u Pişman Ve Yalnız

Hepsinin hikâyesi çok farklıydı. Hepsinin ortak duygusu, bu cinayetleri bir şeyleri temizlemek için yaptıkları ama her şeyi daha da kirlettikleri yönündeydi. Şimdi kendimi onların yerine koyduğum zaman nasıl bir çıkmaz içinde olduklarını anlıyorum. Orada “Sen erkeksin. Karının, bacının, ananın namusundan sen sorumlusun. Bu senin görevin!” şeklinde bir yetiştiriliş tarzı var. Erkeklerimize bunu birinci derece görev olarak veriyoruz ve bütün hayatı boyunca kendini bu şekilde yetiştiren bir erkek, namusla alâkalı sınırların dışına çıkıldığında bu işi temizlemek zorunda kalıyor. Yoksa toplumsal baskı onun yakasını bırakmıyor.

Ancak cinayet işleyenlerin % 99’unda pişmanlık görülüyor. Yaptığım röportajlarda yalnızca iki kişi pişman olmadığını söyledi. Onun böyle düşünmesinin sebebi ise öldürmesi gereken iki kişiden birisini henüz öldürememiş olmasıydı. Yani problemini henüz çözememişti. Kafasında problemi çözen kişilerde pişmanlıkla beraber yalnızlık duygusu görüyorsunuz. Çünkü arkalarında parçalanmış bir aile var ve şimdi onlara ne olacağını düşünüyorlar.

Azmettirene De Ağır Ceza

O zaman biz toplum olarak neden bu cinayetlerin işlenmesine izin veriyoruz? Tabii ki işin yasal boyutu çok önemli. AKP iktidarıyla Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) yaptığımız değişikliklerle çok önemli yasal düzenlemeler yaptık. Belki de bu noktada yapmamız gereken çok şeyin en iyi yaptığımız hukuksal boyutuydu. 35 yıl sonra TCK’yı değiştirdik. Çocuk hakları konusunda ve kadınların şiddete uğraması noktasında çok önemli yasal düzenlemeler yaptık. Töre ve namus cinayetlerini nitelikli adam öldürme suçuna çevirdik. Daha önce toplumsal olarak kabulden kaynaklanan indirimlerimiz vardı. Bu indirimlerden dolayı küçük yaştaki çocuklar, eğer aile de işletirse çok kısa sürede ceza alıp çıkıyordu. Ama yasalar azmettirenleri de birinci derece suçlu olarak görüyor ve ona da nitelikli adam öldürme suçundan ceza veriyor.

Yangın Çıkmadan Söndürülmeli

Cinayet işleyen ailelere gidip baktığınızda yapılarının birbirine çok benzediğini görüyorsunuz. Meselâ aşiret reisinin biri bize dedi ki “Üç kuşak şehirde yaşamış ve ekonomik durumu iyi olan hiçbir ailede töre ve namus cinayeti işlendiğini gördünüz mü?”

Bu cinayetlerin arkasında değişimi algılayamayan zihinlerde kültürel çatışmayı görüyorsunuz. Bunun yanı sıra bir ekonomik durumda problem varsa ve eğitim problemi yaşanıyorsa bu olayların olmaması için bir neden yok. Yani orada yine aşiret reisinin birinin söylediği “Vekilim dedi duman tütüyor, yangın çıkacağı belli.” Yani buradan duman tütüyor. İşte biz sosyal devlet olarak tam duman tüttüğünü gördüğümüz zaman orada olmalıyız. Yani yangın çıktıktan sonra başsavcı ve kolluk kuvvetleri geldikten sonra, can gittikten sonra iş bitiyor.

Karadeniz’de De Yaygın

Bu Komisyon’un yaptığı en önemli işlerden birisi bu konuda geçmişe dönerek son 5 yılı taratmak oldu. Emniyet Genel Müdürlüğünden, jandarmadan ve Adalet Bakanlığından suç haritalarını çıkarttık. Hangi ilde ne kadar töre ve namus cinayeti işlenmiş diye baktık ve son 5 yılda 1091 olay tespit ettik. 1091 olayın bölgeler arası farklılıklarına dönüp baktığımız zaman Doğu ve Güneydoğu’yla birlikte karşımıza Karadeniz de çıktı.

Karadeniz bu komisyonda başlamadan önce hiçbirimizin aklında yoktu. Bu konuyla ilgili olarak Karadeniz’e gittiğimizde oradaki kamu kurum ve kuruluşlarını sivil toplum kuruluşları da dahil, “Bizde böyle bir cinayet olmaz. Buraya niye geldiniz?” şeklinde bir tavırla karşıladılar bizi. Trabzon’daki töre ve namus cinayetinden yatan erkek sayısı Diyarbakır ve Urfa kadardı… Eğitim, meslek, yöreler göz önünde bulundurarak yaptığımız araştırmada tüm Türkiye için önemli  bir istatistikî veri oluşturduk.

Namus Nedir?

Ama şunu da itiraf etmeliyiz ki biz sosyal analizleri hâlâ yapamayan bir ülkeyiz. Bunu başarmalıyız. Biz enflasyonu TEFE’yi, TÜFE’yi nasıl hesaplıyorsak, nasıl sanayi kapasitemizi her ay yükseltiyorsak, mutlaka sosyal analiz dediğimiz şiddet vakasını, töre ve namus cinayetlerini, aileyle alakalı konuları da analiz edebilecek, istatistikî yapımıza hızla kavuşmamız gerekiyor. Çünkü öbür türlü el yordamıyla gidiyorsun. Birileri bir şey dediği için öyle zannediyorsun.

Şimdi ne yapmak gerekiyor dediğiniz zaman iki noktayı çok önemsiyoruz: Birincisi, kız çocuklarımızın mutlaka birey olması lâzım. Eğer kadın ya da kız, ailede birey olarak varsa ve kendi yaşamıyla ilgili karaları verecek güçteyse, o zaman bu tür olaylara çok az rastlanıyor. Kız çocuklarının okullaşma oranını arttırmamız ve onların toplumsal cinsiyetleri dediğimiz rol modellerini oluşturmamız gerekiyor.

İkincisi, biraz önce söylemiş olduğum maço erkek dediğimiz erkek tipi. Burada  okumuş, okumamış fark etmiyor. Üniversiteyi bitirmiş birçok kişide, yetiştirilişten toplumun getirdiği kültürel yapıdan dolayı bu görülebiliyor. Meselâ üniversiteyi bitirmiş birçok erkeğin  kadının bedeni üzerindeki namus anlayışını değiştirmesi gerekiyor. Hâlbuki biz öyle bir milletiz ki namusumuz, şerefimiz üzerine yemin ediyoruz.

“Namus nedir?” diye sorulduğunda, bırakın siyasetçileri, akademik grupta bile bu kavramın ortak tanımının yapılamadığını gördük. O zaman erkekleri yetiştirirken zihniyet değişimi yapmamız gerekiyor.

Hurafeler Zihin Bulandırıyor

Özellikle biz bu raporda tabana indiğimiz zaman zihinlerde İslâm diniyle alâkalı çok yanlış bilgilerin olduğunu gördük. Gelenek ve görenekler, hurafeler sanki İslâm dininin bir parçasıymış gibi algılanıyor. En önemli nokta bu. Bir tespit yaptık ve bunu Diyanet İşleri Başkanımızla hemen paylaştık; camii cemaatinin dışındaki insanların da bilinçlendirilmesi gerektiğini, bunun bir aydınlanma projesine dönüştürüp ve mahallelere inmek gerektiğini söyledik. Diyanet İşleri Başkanımız bu konuda son derece duyarlı, yalan hadislerin gerçek hadislerden arındırılması için bir çalışma başlattı.

Suç oranının yüksek olduğu illerde müftülerle, öğretmenlerle, jandarmayla beraber iş birliği yapıldı. İslâm dininin sevgi ve rahmet dini olduğunun, nedeni ne olursa olsun Allah’ın verdiği canın hiç kimseyi alamayacağının ve İslâm dininde kadına karşı şiddetin en büyük günahlardan olduğunun anlatılması yönünde bir çalışma başlatıldı. Gelişen ve değişen dünya düzeninde sıkıntılarınızı dinin bir parçası veya bir ırkın kültürü sonucu olarak gördüğümüz zaman çözümsüzlüğe götürüyoruz.

Bu yanlış yorumların aslında bir takım insanların da işine geldiğini görüyoruz. Bize düşen görev, bu yanlış yorumları ortadan kaldırmak. Bunun için devlet olarak, insanların kafasındaki soru işaretlerine cevap bulabileceğimiz açılımları yapmamız lâzım.

Alo Şiddet Hattı

Bu iş öyle ha deyince çözülecek bir konu değil. Bu işin hukuksal, psikolojik, sosyolojik, millî eğitim, sağlık, adalet boyutu var. Bunların birbiriyle çaprazlanması ve ilintilendirilmesi gerekiyor. Bir kadın gece yarısı ayağında terliğiyle, 3 çocuğuyla kapıda kaldığı zaman sosyal devlet tam burada iş yapıyor ve sistem hemen çalışıyor. O zaman bizim “Alo Şiddet Hattı” dediğimiz hattın bütün mekanizmalarını tam olarak hayata geçirmemiz lâzım. Bunun ciddî anlamda bütçe ve personel ihtiyacı gerektirdiğini biliyoruz.

Sayın Bakanımızın bu konudaki gayretlerini biliyoruz. Çok büyük bir emek sarf ediyor. Biz de parlamentoda onunla beraber hareket ediyoruz. Tabii bu kurumsal yapının oluşması hem irade, hem inanç istiyor. Yani bunu yapacak kişilerin buna inanması lâzım. Hem de beraberinde iyi bir bütçe istiyor. Bunları birleştirdiğiniz zaman devlet kendine düşeni yapacak. Fakat 73 milyon insana da düşen görevler var. Herkesin kendisini görevli ve sorumlu olarak görmesi gerekiyor.

Medyanın Gücü Aşireti Aştı

Komisyon çalışmasında Şanlıurfa’ya gittiğimiz zaman valimizin başkanlığında önce oradaki bütün kamu kurum ve kuruluşlarıyla, STK’larla ve akademik grupla bir araya geldik. Sonra da yüze yakın kanaat önderi dediğimiz aşiret reisleriyle valimizin başkanlığın da bir araya geldik. Bu aslında katılımcı demokrasi açısından bir ilkti. “Burada bir sorun var. Sizce bu sorun nedir? Bu sorunu çözmek için bize yardımcı olun.” şeklindeki bakış açımızın bir ilk olduğunu Şanlıurfa’da gördük.

Oradaki kanaat önderlerinin genel kanaati şöyleydi: “80’li yıllardan sonra, özellikle Doğu ve Güneydoğu’da terörün bitmesiyle beraber hızlı bir sosyalleşme oldu. Bu sosyalleşme altyapısı olmadan gelişti. Dolayısıyla o kapalı toplumlar, katı gelenekler hızla çözüldü. Çocuklarımız televizyon programlarından, medyadan, çok daha fazla etkileniyorlar. Artık aşiretin dediğini yapmıyorlar. Eğer siz bu problemleri arayacaksanız artık özellikle kitle iletişim araçlarının yapmış olduğu programlara bakın.”

Sevgi Dilsiz Kalmasın

Batman’da ki intiharların arkasında da hızlı göçün olduğunu gördük. Özellikle 50’li yıllarda petrolün bulunmasıyla beraber şehirleşme kültürü oluşmadan göç almaya başlamış. Beraberinde çok zengin ve çok fakirin bir arada yaşadığı bir toplum oluşmuş. Ayrıca terörde de iki uç kutbun orada yaşadığını görüyoruz. Sosyolojik olarak baktığınız zaman bu iki zıt kutbun korkunç bir kültürel çatışmayı beraberinde getirdiğini görüyorsunuz. Aslında sivil toplum kuruluşlarının bize söylediği şey, “Töre ve namus cinayetlerinde nitelikli adam öldürme suçuna döndükten sonra intiharlar çoğaldı.” Ankara’da oturup Batman hakkında fikir veren böyle de bir kadın grubumuz var. Biz gidip baktığımız zaman o ailelerin ne yeni TCK’dan haberleri olduğunu, ne de eski TCK’dan haberleri olduğunu, orada, risk faktörü dediğimiz şeyin çok net bir şekilde yaşandığını gördük.

Meselâ bizi götüren bir şoför dedi ki, “Vekilim, annem Türkçe bilmiyor, oğlum da Kürtçe bilmiyor.” Bu bizim ülkemizin gerçeği. Bu ikisi birbirine nasıl birbirini sevdiğini söyleyecek? Bu sorunları çözmek için ciddî bir şekilde sosyolojik araştırma, bilimsel çalışma gerekiyor.