Neler Oluyor?
Türkiye'de ve dünyada olup bitenleri anlama, yorumlama gayreti ile meselelerin derinliklerine inen röportajlar...
Bekir Ağırdır
Dini Grup Değil, Siyasi Güç Arayışında
Konda Araştırma Müdürü Bekir Ağırdır, 30 Mart 2014 seçimlerinin ardından yaptığımız röportajda, cemaatin uzun vadede kaybedeceğini belirtip, ‘Dindarlar gördü ki cemaat meşruiyetini dini inancından değil siyasi güç arayışından alıyormuş’ dedi.
Ayşe Böhürler: 30 Mart yerel seçiminde seçmen hangi partiye ne dedi?
Bekir Ağırdır: Her şeyden önce bu seçimlerin belirleyici iki unsuru var; kutuplaşma ve seçmen. Seçmen ne yerel sorunlar ne de adaylar üzerinden tercihte bulundu. Kutuplaşmanın da bir sonucu olarak tercihini bunların dışında kimlikler üzerinden yaptı. Dolayısıyla da kendi kimliğine daha yakın duran kesimi desteklemiş oldu.
AB: Yolsuzluk iddiaları, tapelerin etkisi ne oldu?
BA: Bu yalnızca yolsuzluğu onaylamak, onaylamamak gibi saçmalıkların ötesinde bir durum. Toplum için ‘Yolsuzluğu onayladı’ demek haksızlık. Böyle bir şey söz konusu değil. Başka bir durum oldu. Bu söylediğimi de teyit eden bir şey var; neredeyse 2007’den beri, 2009 yerel seçimleri hariç, tüm seçimlerde aynı tabloyu görüyoruz. 30 Mart’ta da Türkiye siyasetinin kimlikler siyasetine sıkışmışlığı bir kez daha teyit edilmiş oldu. Herkes kendi kimliğine, partisine sahip çıkmış gibi görünüyor ama bir yandan da bu pata durumu uzlaşma üretmeye de engel. Bu kimlik siyasetini önce siyasilerin, sonra toplumun aşması lazım.
AB: İktidarın oylarını nasıl analiz ettiniz?
BA: Ak Parti’nin kendi seçmeni az da olsa iktidara yönelik eleştirel pozisyonunu artırdı. Ülkenin sorunlarını kim çözer, başbakan kim olsun gibi konulardan baktığınızda ise Ak Parti seçmeninin %95’i kendi partisiyle ilişkisinde son derece hoşnut ve özgüveni yüksek görünüyordu. Bu oranlar CHP’de ise yarı yarıya. CHP seçmeninin hepimizin de bildiği gibi % 55’i partisinden memnun bir şekilde oy veriyor olsa da yarıya yakını son derece eleştirel bir pozisyondan partisine bakıyor. 17 Aralık sonrasında bu oran bir miktar CHP için arttı. Ak Parti’deki bu % 95’lik güven bir miktar geriledi. Dolayıyla bu yolsuzluk meselesi hiç etkili olmadı diyemeyiz. Ama bunun yanı sıra aynı seçmen, yolsuzluk meselesi dışında bir operasyon ya da komplo olduğunu düşünüyor. Burada tartışılması gereken, iki buçuk yıllık süreçte, bunca eleştirel ve haklı eleştiri alanı olduğu halde, muhalefetin ciddi bir oy artışı sağlayamamış olmasıdır.
Muhafeletin Gündem Belirleme Gücü Yok
AB: Sebepleri nedir?
BA: Çünkü muhalefet, siyasi gündemi ve tartışmaları yönetme kapasitesine ve belirleme gücüne sahip değil. Evet, gündemi ve zemini sonuç olarak Ak Parti ve Tayyip Erdoğan belirliyor ama muhalefet yine de başka türden tartışmalar açarak bunu yapabilirdi. Muhalefet meseleyi çok kategorik bir muhalefete indirgedi. Her konuya bir Ak Parti ya da Tayyip Erdoğan eleştirisinden baktı. Ülkenin ihtiyaç ve talepleri es geçildi. Bunun en somut örneği açılım meselesidir. Diğer meselelerde de; Gezi’de, Suriye’de, 17 Aralık süreçlerindeki duruşlarında hükümeti eleştirdiler ama açılım süreci gibi bir mesele vardı ki hükümeti aşıyor. Ülkenin bütün hayatiyetini ilgilendiren bir meseleydi. Barışçıl bir çözüm arayışına sahip çıkılmaması, daha ileriye taşıyacak yapıcı önerilerle hükümeti zorlamak varken, kategorik olarak sürece karşı çıkmak sorun üretti.
AB: Muhalefetin barış sürecine sahip çıkmaması dışında kusuru yok muydu?
BA: Muhalefet hem kavgacı hem çözümün dışında tutuyor kendisini. Bu da seçmene bir biçimde yansıyor. Muhalefetin bir başka eksikliği, tartışmayı sürekli olarak cumhurbaşkanlığı, laiklik, anayasa gibi soyut yerlerden sürdürmesi. Hâlbuki CHP’nin de MHP’nin de Ak Parti’ye göre görece eksikliklerinden bir tanesi, örgütlerinin ve faaliyetlerinin gündelik hayattan ve sokaktan kopmuş olması. Gündelik hayatta yok olmak, onlarda giderek kendi içlerine doğru büzülen ve kapatan bir süreç olarak çalışıyor. O zaman da mesele soyut tartışmalara ya da niyet okumalara kilitleniyor. Kendi kırmızı çizgilerine, kimlik siyasetlerine takıldılar. Kavga “hangimizin doğrusunun en doğru” kavgasına dönüştü. Hâlbuki kendi güzel ve doğru tanımlarımızla bir arada yaşamanın kurallarını konuşmamız lazım.
AB: Kişiselleştirilmiş bir siyasi kavga diyebilir miyiz?
BA: Aslında her partinin bir ‘Türkiyelileşme’ ihtiyacı var, sadece BDP’nin değil. Sadece coğrafi anlamda değil; değişik, toplumun farklı kesimlerinin, kümelerinin, sosyolojik, demografik nereden bakarsanız bakın, her birinin bir arada yaşayacağı hayatın kurallarını tanzim etme kavgası aslında bu. İş ‘hangi doğru en doğru?’ kavgasına dönüştüğü zaman işte o pata durumu çıkıyor ve bir çözüm üretemiyoruz. Çünkü şöyle bir sorun var, Ak Parti % 45 oy aldı, bir kez daha iktidarını perçinledi ama bunun ürettiği paradoksal bir durum var. O da şu, Ak Parti bir yandan böyle bir kimlik ve gerilim üzerine oturtunca her şeyi yüksek oy desteğini sürdürecek görünüyor. Ama bir yandan da karşı kutbu köpürten bir başka süreç çalışıyor olduğu için, tek taraflı değil. Öte yandan da yaşamın içinde veya siyaset zemininde sürtünme kat sayısı artıyor. Bu da bizim selametimize değil.
Seçmen Hanesinin Dirliğine Bakar
AB: Muhalefet sorunu kendinde değil de halkta görüyor…
BA: Evet ama bu doğru değil. Seçmen önce hanenin dirlik düzenliği yani geçimi, çocukların eğitim ihtiyacı, hane halkının sağlık ihtiyacı ve güvenlik ihtiyacına bakar. Ancak bu dört unsur var ve sağlamsa hayat tarzımız, ideolojimiz, kimliğimiz çalışmaya başlıyor. 40 yıl doğru dürüst bir şey yapılmamış bir ülkede, sebepleri için ister konjonktür, ister dünya, ister sıcak pazar imkânı, ne derseniz deyin Ak Parti’nin heybesinde azımsanmayacak bir artı puan var. Bunu yok sayamayız. Ak Parti’nin 2002’den 2011’e kadar, bu konuda attığı adımlar, içinde adaletsizlik, çevre tahribatı olsa da, ne büyümenin ne de insanların hanesinin eğitim ve sağlık ihtiyacını karşılama konusunda alınan mesafeyi yok etmez.
AB: Son bir yılda bile gayrı safi milli hasıla %2,8 arttı.
BA: Türkiye’de entelektüellerin de, Ak Partinin de, muhaliflerinin de en büyük hatası seçmenlerin muhafazakârlık ve dindarlık üzerinden oy veriyor olduğunu zannetmesi. Böyle değil. Öncelikle insanların kendi gündelik ihtiyaçları ve talepleri var. Ak Parti burada heybesinde bir artı puan taşıyor. Halbuki CHP’nin yaptığı bir şey yok ortada. Heybesinde artı veya eksi bir şey yok . ‘Ben yönetimi devraldığımda ekonomide veya sosyal politikalarda düzeni ya da istikrarı bozacak bir uygulama yapmayacağım.’ konusunda topluma bir güven vermiş de değil.
AB: Peki, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde neler olacak?
BA: Herkesin önce bir dönüp öbür tarafın seçmenini düşünmesi lazım, 19-20 milyon insan Ak Parti’ye oy veriyorsa, bunu anlamaya çalışmamız lazım. Ama aynı şekilde Ak Parti’nin de 12 milyon CHP’ye oy veriyorsa onların kaygılarını, korkularını veya ihtiyaç ve taleplerini anlamaya çalışması lazım. Önce bir öbür tarafın oyuna saygı duyacaksınız. 20 milyon insan kandırılıyor, yanılıyor olamaz. 12 milyon insan da saçmalıyor olamaz.
Muhalefet Oyunu Artıramadı
AB: Cumhurbaşkanlığı meselesine geri dönersek…
BA: Seçimden önce; Ak Parti % 40’ın altında kalırsa başka, %40-45 arasında olursa başka, %45’in üzerindeyse başka bir durum diye yazmıştım. Şimdi %45’in üstünde kaldığına göre birincisi, artık şunu kabul etmeliyiz ki cumhurbaşkanlığı seçiminin başat aktörü Ak Parti ve Recep Tayyip Erdoğan’dır. Yani cumhurbaşkanlığı seçiminin gidişatını onun kararı belirleyecek. Kendisi olmak ister mi istemez mi ayrı tartışma ama Ak Parti kararı belirleyecek. Ve burada çok özel bir ittifak üretmesi de gerekmiyor. İki turlu bir seçim olduğu için, birinci turda seçilmese bile doğal hayatın doğal ittifakları üzerinden bile % 50’yi aşacak görünüyor gösterdiği aday. Ama bir yandan da şu seçimden sonra yaşananlara bakınca da cumhurbaşkanlığı seçimine kadar da, 17 Aralık’ta başlamış olan gerilimli sürecin devam edeceği görülüyor. Burada sadece bizim partilerimizin değil, Batının da Amerika’nın da yeniden durum değerlendirmesi yapacağını sanıyorum. Herkes de herhalde şu tespitten yola çıkacak; ‘Evet, Ak Parti belirleyici’. Dolayısıyla eğer Ak Parti’nin adayının seçilmesini istemiyorsanız bu yalnızca 17 Aralık’tan beri süren tape yayınlamak, görüntü sızdırmak gibi yöntemlerle halledilebilir bir mesele değil. İkincisi cumhurbaşkanlığı seçimi, Türkiye’de siyasi tarihimiz için ilk deneme olacak. İlk kez cumhurbaşkanını halk oyuyla seçmiş olacağız. Ben, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin bittiği günden itibaren üç partide de ciddi bir değişim dinamiğinin çalışmaya başlayacağını düşünüyorum. Bu tartışma Ak Parti’de de %45-46’lık oy nedeniyle cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasına kalmış oldu.
AB: Muhalefetin Cumhurbaşkanı üzerine etkisi ne olur?
BA: Muhalefet, Ak Parti’nin ya da Tayyip Erdoğan’ın gösterdiği adayın gücünü- ben Tayyip Erdoğan’ın aday olmayı planladığını düşünüyorum- bozmak istiyorsa söylenecek şey “Tayyip Erdoğan’ı çıkarttıralım, çıkarttırmayalım” dilinden olduğu sürece bir ittifak üretemez. Çünkü o zaman MHP seçmeninin bir kısmı Ak Parti’ye doğru kayabilir. İkinci bunu bozacak olan şey ne olabilir? İşte denetleme mekanizmaları, meclis başkanı, başbakan, parlamento Ak Parti’den olunca sorun var. Başka bir yerden, başka bir profilden aday ve dil üretmeleri lazım. Ama seçim sonrası olanlara bile bakılırsa, bunu üretme becerileri var mı emin değilim. Dolayısıyla cumhurbaşkanlığı seçiminin ana belirleyicisi de Ak Parti ve Recep Tayyip Erdoğan olacak. Orada iki tür senaryo olabilir. Birincisi, Tayyip Bey cumhurbaşkanı olmak istiyorsa, muhtemelen de seçilir, önemli olan partinin yani hükümetin başkanının kim olacağı ve o genel başkana bağlı olarak da partinin yönetiminde ve ideolojisinde bir değişiklik olup olmayacağıdır. İkinci seçenek de Tayyip Bey üç dönem özelliğini kaldırır, devam eder. Başka bir cumhurbaşkanı adayı çıkarırlar. Bu senaryolardan hangisi olur ben kesin bir şey söyleyemiyorum. Her ikisi de mümkün. Ama Nisan sonunda işin rengi belli olur diye düşünüyorum.
Geleneksel Sol İle BDP İttifakı Başarılı Olmadı
AB: Bu seçimde Kürt’lerin oyunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
BA: BDP ve Kürt meselesi özel olarak konuşulmayı da hak ediyor. Oy durumuna baktığınız zaman BDP’nin Türkiyelileşmek için ürettiği HDP modellemesi başarılı olmamış görünüyor. O model; Türkiye’de sol denebilecek, geleneksel soldan gelen birçok örgütün BDP ile bir ittifak üretmesine dayanıyordu. Sorun Kürt siyasetinden geliyor olmaları değil geleneksel solla işbirliği içinde olmalarıydı. O yüzden de beklenen bir oy artışı yok. Ama bir yandan da şöyle bir yararı olabilir mi? Bölgedeki 3’ü büyükşehir 11 ilde, coğrafi olarak hepsi birbirine değen belediye başkanlıklarını kazandıkları için, Türkiye ve BDP için şöyle bir fırsat olabilir; Türkiye ilk defa gerçekten bu yönetim reformu meselesini konuşma fırsatı yakalayabilir.
Kürtler Arasında Da Kutuplaşma Var
AB: 2007’den beri Kürt oyları çok değişmedi dediniz. Bunu neye bağlıyorsunuz?
BA: Kürt yurttaşlar arasında da aynı Türklerde modern muhafazakarlar ve laikler arasında giderek artmakta olan kutuplaşma meselesi var. Sekülerler-dindarlar diyebiliriz veya her hangi bir meseleye Kürt ya da Müslüman kimliğinden bakanlar veya Ak Parti’ye oy verenler ve vermeyenler olarak tanımlayalım, böyle bir kutuplaşma orada da var. Dolayısıyla tabloyu değiştirebilecek radikal bir oy değişikliği üremiyor. Uludere bile Ak Parti’ye oy veren Kürt yurttaşlar indinde çok özel bir oy değişikliği üretmedi. Bunları seçim üzerinden değil araştırmalar üzerinden söylüyorum tabi. Bu durum sanki hala sürüyor. Ama bir yandan da bir kere daha teyit oldu ki Kürt yurttaşlar indinde de bölge indinde de Ak Parti ve BDP dışında bir başka siyasi aktör yok. Bundan sonra ne olur ve dağdaki Kürtler meselesi var. Yine verili durum olarak şu tespiti yapmamız mümkün; Ak Parti’nin genel Türkiye tabanının da Kürt tabanının da veya BDP tabanının da –buna PKK gibi diğer örgütlerin pozisyonu da dahil- monoblok halde, kendi içinde herhangi bir tartışma olmaksızın bu sürecin yanında olduğunu söylemek mümkün değil.
Geleceğimizle İlgili Anahtar Kürt Meselesi
Her iki taban da liderlerine olan güvenleriyle varsa eleştirilerini içlerine atıyorlar. Ama bir yandan da kendi içlerinde belli tartışmaların olduğunu tahmin etmek zor değil. Diyelim 30 yıldır dağda olan insanların, ’Ne aldık da şimdi barışıyoruz?’ demesi veya diğer tarafta 30 yıldır meseleye son derece şoven bir yerden bakan insanların fikirlerinin Tayyip Bey dedi diye bir anda çok hoşgörülü bir bakışa dönüşmesi kolay ve mümkün değil. Burada hepimizin soğukkanlıca durup, açılım sürecinin sürdürülmesini sağlamanın yolunu üretmemiz lazım. Çünkü Türkiye problemlerinin hepsinin labaratuvarı Kürt meselesidir. Türkiye demokratikleşmesinin önündeki en önemli engel; Kürt meselesinin ürettiği psikolojik sorunlar ya da akli ve zihni ambargodur. Kürt meselesinde demokrat barışçı bir şey söylemeyen, bu konuda sağlam bir programı olmayan hiç kimsenin ‘Ben demokrasi istiyorum’ demeye de hakkı yok. Bizim geleceğimizle ilgili anahtar şu an Kürt meselesidir.
AB: Cumhurbaşkanlığı koltuğunda Kürt meselesini önemsemeyen ya da öncelemeyen bir ismin olması süreci etkiler mi?
BA: Etkiler ama ben öyle bir ihtimal görmüyorum. Belirleme gücü Ak Parti’de olacağı için Kürt meselesine Ak Parti’den farklı bakacak biri olacağını sanmıyorum. Böyle bir ihtimal çok ırak. Muhalafetin de cumhurbaşakanını belirleme gücünü 4 ayda yakalaması çok çok zor. Biz, siyasi ittifaklarımıza hep aktörler üzerinden bakıyoruz. Evet, iki kişi her hangi bir konuda el sıkışıp ittifak kurabilir ama sosyolojik taban buna el vermiyorsa, bu ittifak pratik olarak çalışmaz.
İttifakların Sosyolojik Karşılığı Olmalı
AB: Cemaat- CHP ittifakında gördüğümüz gibi…
BA: Evet. 2007 seçimlerinden önceydi, Erkan Mumcu’yla Mehmet Ağar; Doğruyol ve ANAP. O zaman da anlatmaya çalıştık. Araştırmalarımızda hiç öyle ikisi birleşiyor diye oyu artıyor gibi bir sonuç yoktu. Çünkü 20 yıldır birbirine küfreden iki alt küme birdenbire, iki kişi el sıkıştı diye geçmişi unutur mu? Tüm bu seçmen, taban dediğimiz şey lidere mi bakıyor yani? Tabanda sosyolojik bir karşılığı yoksa meselenin, yukarıda anlaşmanın hiçbir anlamı yok. Dolayısıyla hayatı boyunca ülkücü ve sosyalist diye birbirine diş bilemiş, neredeyse düşmanlaşmış deneyim birikimi olan iki hareketin birleşmesi rasyonel değil. Mesela öyle bir gerilimde MHP tabanının bir kısmı Ak Parti’ye doğru kayar. Dolayısıyla siyasi aktörlerin, kim kimle birleşirse % 50 alır gibi bir siyasi okuma yapması yanlış. O yüzden böyle bir ittifak arayışına gerek olduğunu sanmıyorum. Birinci turda değilse de ikinci turda Ak Parti adayı seçilir.
AB: Mevcut durum, cumhurbaşkanının yetkilerinin bu hali korunur mu? Yoksa daha genişletilmesi söz konusu olur mu?
BA: Böyle bir ihtimal var. Yasa yapma gücü Ak Parti’nin elinde olduğu için Tayyip Erdoğan’ın ya da Ak Parti’nin ihtiyaç duyacağı değişiklikleri yapma yetkisi de mevcut olacaktır. Dolayısıyla fiili yarı-başkanlık gibi bir düzene doğru geçiş olabilir. Asıl soru kim başbakan olacak sorusudur.
AB: Biraz da seçim öncesine bakalım. Seçim öncesi yaşananları sistem krizi olarak tanımlamıştınız, olanları eski merkeziyetçi yönetimi yeniden tahkim etmeye yönelik adımlar olarak görebilir miyiz?
BA: Türkiye’nin bugünkü devlet ve yönetim yapısı, hukuki tanımı yargı da dahil, bugünün hayatına yetmiyor. Türkiye’nin içinde bulunduğu toplumsal ve siyasal sorunların çözümüne de yetmiyor. Artık sorun çözme kapasitesi yok bu yapının.
Çatışan Güçlerin Demokratik Bakış Yok…
AB: Seçim öncesi yaşanan kavgayı nasıl tanımlıyorsunuz?
BA: Kavganın iki boyutu var. Bir tanesi, yeninin nasıl olacağı kavgası. Bir tanesi de yeniyi tümden reddedenler. Bir de tabi daha arada uzlaşma arayan bir zihniyet. Diyelim devlet mekanizmasını bürokraside kabullendik. Ancak mevcut güvenlikçi sert politikalarla işin sürdürülemeyeceği ortada, çatışan güçlerin hiçbirisinde demokratik bakış yok. Asker, eskiden olduğu kadar güçlü olmayabilir ama merkezi kurumlarda güvenlikçi bakışlar ağırlığını artırıyor. Sorun şu ki bu krizleri, bugünün hayatına yetmeyen bir sistemde yaşıyor olduğumuz için, 1-2-4 ay sonra başka bir mesele etrafında yine kriz yaşanmış olacak. Mesele sistemin yetersizliği. Bu kriz bir yandan da devletin, yönetimin, hukukun bugünkü hayata ve ihtiyaçlara yetmemesinden kaynaklanıyor. Bir yandan da dış dinamik meselesi var. Tüm bu hikayelerin içinde dünya da yeniden biçimlenmeye ve o yeniyi tanımlamaya çalışıyor.
Yaratıcı Yıkım
AB: Ak Parti-Cemaat kavgasını nasıl yorumladınız?
BA: Cemaat-Ak Parti diye kodlanan kavganın da bu yeniyi belirlemek ya da yeninin temel paradigmalarını tarif etmek üzere bir kavga olarak görüyorum. 16 ayda, neredeyse ülkeyi yöneten siyasi kadrolar, yerel ve ulusal bürokrasi değişmiş olacak. Yeni oluşan kadrolar yeni bir yapı tanımlayacak. Bu yapı ya küresel dinamiklere ve bizim toplumsal ve siyasal taleplerimize de uygun olacak. Ya da daha içine kapanık olacak. Biz meseleyi sadece ekonomik kalkınma ve rakamlardan ibaret tuttuk ama yaşam kalitesinin başka boyutları da var. O yüzden de 40 yıldır hiçbir toplumsal sorunu siyaset marifetiyle çözemiyoruz. Çünkü bu yapı da izin vermiyor. O yüzden bu kavgayı sadece Cemaat ve Ak Parti olarak görmüyorum. Gözüken aktör onlar ama her iki tarafta da çok farklı aktörler var. Hedefte yalnızca Ak Parti olmayabilir, daha geniş baktığınız zaman bütün siyaseti biçimlemek de olabilir. İlla demiyorum ki filmlerdeki gibi bir masanın etrafına 7 kişilik, baronlar vs. var ama bugünün hayatı daha karmaşık ve dinamik bir harekete geçince arkasından bir sürü dinamik harekete geçiyor. Herkes o yeni Türkiye’nin parametrelerinde rol oynamak istiyor. Ben dershaneler diye başlamış olan süreci Tayyip Bey kendisinden sonraki Ak Parti’nin çerçevelerini çiziyor diye baktım. Ortada sadece Ak Parti’yi değil her partiyi biçimlendirme çabası var.
AB: Cemaat Ak Parti çatışmasının kazanımları ne oldu?
BA: Cemaatin sadece dindarlıktan ibaret olmadığının görülmesini sağladı. Sadece safiyane dini motiflerle hareket edilmediğinin görülmesi, dindar kesime, laiklik tanımı başka türlü konuşulamaz mı sorusunu sordurabilirse bu bir kazanım olur. Bu taraftakiler için de neydi? Monoblog bir kütle olarak görüyorlardı iktidarı, bütün bunlar şeriatçı vs… Bugün Tayyip Bey’in söylediği cümleler 5 sene önce bu insanların söylediği şeylerdi. ‘Tayyip Erdoğan bizim sandığımız gibi irticacı değilmiş, icraatı sadece din motifli değilmiş’ deme imkanı yaratılabilirse, bu kavganın içinde kendini sorgulama imkanı üretilebilirse bu yaratıcı yıkım olabilir .
Kaybeden Cemaat Olur
AB: Peki bu denklemde Cemaat nasıl konumlanacak?
BA: Cemaatin problemi daha büyük. Şimdiye kadar meşruiyetini samimiyetten ve din gibi safiyane bir amaç uğruna yapıyor oluşundan üretiyordu. Halbuki bu kavgada aldığı pozisyon ve aradığı güç siyasi. Bu, şimdiye kadar ördükleri hikayenin tümünün inkarı demek. İlk kez dindarlar da gördü ki cemaat meşruiyetini dini inancından, halisane duygularından değil, siyasi güç arayışından alıyormuş, hedefi varmış. Dolayısıyla cemaatin daha problemli bir konumda olduğunu düşünüyorum. İkincisi de sadece ülke hayrına değilmiş, başka ülkelerle ilişkileri hep başka amaçlar taşıyormuş. Sorular var ortada. Cemaat hep peygamber yolunda hizmet dedi. E peki, niçin başka ülkelerde başka ittifaklar arıyor? “Neden siyasi meşruiyeti olan bir güçle, devletin merkeziyle bir kavgaya veya pazarlığa giriyor?” sorusunun cevabını vermesi gerekir. Bugün cemaat geçici mevziler kazanıyor olabilir. Üç bakan daha istifa ettirebilir ama uzun vadede topluma ve dünyaya kendini anlatmakta çok zorlanacağı, kaybedenin cemaat olacağı yönünde bir kanaatim var. Ya da cemaat de kendi içinde bu tartışmayı üretebilir. Geri çekilebilir, o ilk tanımladığı hikayeye uygun bir harekete dönüşür. Ya da siyasileşir, parti kurar. Ama aynen devam edemez. Ya geriye doğru çekilecek ya da başka bir siyasi alanda meşru bir kimlik edinecek.
AB: Diyelim ki bir parti kurdular…
BA: Hemen kısa vadede bir sonuç üretmez. Yani hemen 2015 seçimlerine dönük bir sonuç üretmez.