Türkiye'nin Kadın Meseleleri

Kadın yazarlar, sanatçılar, milletvekilleri, iş insanları, STK başkanları, aktivistler; siyaseti, bilimi, dini kimliği, modernleşmeyi, sosyal hayatı, şiddeti, çabayı, sorunları ve çözümleri kadın perspektifinden anlatıyor.

Türkiye’de Kadın Belgeseli Röportajları. Tarih : 2007 - 2008

Halime Güner

Halime Güner

Duvarlarını Aşarken

Türkiye’nin öncü feminist örgütü Uçan Süpürge’nin başkan Halime Güner hem kendi hikayesini anlatıyor hem de kadın hareketi sürecini değerlendiriyor. Alınan yol, kat edilmesi gereken mesafeler ve bize dair güzelliklerle…

Feminist hareketin içine nasıl girdiğimi soruyorsunuz. Ülkemizde 1980’lerde antidemokratik uygulamalar yaşandı. 12 Eylül dönemini hatırlarız. 12 Eylül döneminde elimizden sendikalar, siyasi dernekler, her şey alındı. Bu süreç içinde, daha önce kadın erkek el ele dediğimiz bir savaşın içindeyken bunu çok fark etmiyorduk, özel alanımızı sorgulamamıştık. Şimdi özel alanımız 80 sonrasında bize kaldı ve düşünen kadınlar düşünmeye devam etti.

Düşünen kadınlar o dönem içerisinde özel alanlarını sorguladılar. Biz daha âdil, daha eşit, sömürüsüz, savaşsız bir dünya olacağını düşündüğümüz için mücadele ettik. Ama 80 sonarsında özel alanımıza baktığımızda hocalarımızın, eşlerimizin, ağabeylerimizin, bize bunları öğreten kişilerin bize ne kadar eşit davranmadıklarını gördük. O zaman dur, dedik. Burada bize anlatılanlarla yaşadıklarımız arasında bir fark var. Feminizm bir anlamda, bizimle o dönemde buluşan dünya görüşüydü. İyi ki buluştuk, iyi ki feminizm vardı.

Şu anda Uçan Süpürge’nin başkanlığını yapıyorum ancak kadın hareketiyle olan başlangıçlar çok uzun yıllara dayanıyor. 1975’te Birleşmiş Milletler Dünya Kadın Yılı ilân ettiğinde İlerici Kadınlar Derneği’nin kuruluş aşaması başladı. İzmir’de, bu kuruluş aşamasının içinde bulunan kadınlardan birsiyim. Daha sonra kadına yönelik şiddet, Ankara’da Kadın Dayanışma Vakfının daha önceki merkezinde, Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığına bağlı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünde çalıştım.

Bu çalışmalarımda gördüğüm bir anlayış vardı. Kadınlar aslında çok şey yapıyorlar ama aralarında iletişim olmadığı için hem zaman kaybı hem tekrarlar yaşanıyor. Bunun önlenebilmesi için bir sivil toplum örgütü kurulabilir mi ve bunu kuranlardan biri olabilir miyim, dedim. Kadın hareketinin birikimlerinin farkında olarak yola çıktık ve böylece Uçan Süpürge’yi kurduk.

“Bölücü” Olmakla Suçlandık

Kendimi feminist olarak tanımlıyorum. Ancak 1975’lerde kadın hareketine girdiğimiz zaman feminist olarak tanımlamıyordum. Toplumsal olayların içinden çevreme bakmak hatta yakın çevremin içerisinde de kadın erkek eşitsizliğinin farkına vararak bu konuda yapılan bir mücadelenin toplumsal hareketi bölebileceği üzerine eleştiriler aldığımız bir süreç yaşadık. Bu anlamda o dönemlerde kendimi feminist olarak tanımlamamıştım. 

Ancak 1980’lerde İstanbul’da başlayan, özellikle kadınlar arasında yapılan toplantılarda, kurultaylarda iletişimin nasıl etkileşim getirdiğini gördüm. “Bedenimiz bizimdir”, “Ben de bir değerim” demenin hiç de bölücü ifadeler olmadığını; tam tersi bu noktadan daha sağlıklı bir anlayış getirebildiğimi gördüm.

Feminist hareketi kadın erkek eşitsizliğini fark edip, bunu ortadan kaldırmak için yapılan mücadele olarak tanımlıyorum. Zamanında feminist olduğumuz için bu konuda ciddî olarak sıkıntılar yaşadık. Feminist olmak farklılık ama bedensel eksiklik, ruhsal eksiklik gibi algılandı. Onun için belirli bir dönem çok sancılı, fedakârlıklar yapılarak yaşandı, hâlen aynı şeyler yaşanıyor.

Kadın Örgütleri Beldelere Kadar Yayıldı

Biz Uçan Süpürge olarak, kadın örgütleri arasında bağ kurmak için yola çıkmıştık. Kadın örgütlerinde bir şey gördük: Cumhuriyetten bu yana Türkiye’de kurulan kadın örgütlerinin % 90’ı 1990 sonrasında kurulmuş. Yani 1990 sonrası Türkiye’de kadın örgütlerinin sayısı çok fazla artmış. Prof. Yıldız Ecevit’in Uçan Süpürge’de yaptığı veri tabanı ile ilgili önemli bir çalışma var. Bundan çıkan birinci sonuç bu.

İkincisi Türkiye’de kadın örgütleri sadece İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerde değil; her şehirde beldelere kadar yayılmış. Yayılmanın ötesinden sadece kadın haklarıyla ilgilenen bir kurum olmaktan da çıkmış. Girişimci kadınlar, çevreyle ilgili, yaşamla ilgili farklı alanları keşfetmişler.

Üçüncü adım da, kadın örgütleri sadece kadın haklarıyla ilgilenen örgütler olmaktan çıkıp, toplumsal olaylara karşı daha duyarlı olan bir pozisyona gelmiştir. Demokrasinin yerleşmesi ve güçlenmesi konusunda önemli aktörler rolünü üstlendik.

Bu saptamalara baktığınız zaman Türkiye’de özellikle 1980 sonrası feminist hareketin kat ettiği yolla önemli adımlar atıldı. Kadınlar kendilerini tanıdılar, birey olmayı, değer olmayı kendileri için de yaşamın önemli olduğunu, bunun başka kadınlara da aktarılacağını öğrendiler. Ortak sorunları konuşmak tartışmak, tartıştıktan sonra bunu görünür kılmak, görünür kıldıktan sonra örgütlenmek, örgütlendikten sonra çözüm bulmak basamak basamak yerine getirdiğimiz konulardır.

Tarih 1930’da Başlamadı

Feminist bir kadın olarak “1930’larda kadınlara bu haklar verildi.” sözüne itiraz ediyoruz. Çünkü kadın hareketinde var olmuş birisi olarak kendi özel alanımda bunun somut örneklerini yaşamış birisiyim. Tarihi erkekler yazıyor. Kadınlar bu tarihten kopuk olmadılar; dünyanın hiçbir yerinde kopuk olmadılar. Ancak suyun üzerine yazı yazan bir kesim olduğumuz için, bize ifade etmek yerine idare etmek öğretildiği için ifadeleri hep başkaları yaptı. Bu nedenle seçme seçilme hakları konusunda o dönemde kadın örgütlerinin ciddî mücadeleleri olduğunu görüyorum.

Kağıt Üzerinde Eşitlik Sağlandı

Türkiye’de özellikle son 2 yılda kadınlarla ilgili ciddî yasal düzenlemeler oldu. Uluslararası sözleşmelerdeki taahhütler yerine geldi. Yani kâğıt üzerinde Türkiye’de kadın erkek eşitliği tamamıyla sağlanmış görünüyor. Ancak kadınların toplumla barışık olup, bunlardan haberdar olması önemli.

Kadın konusuyla ilgili olarak anayasanın 10. maddesi değişti. “Devlet kadın-erkek eşitliğini sağlamak zorundadır.” denildi. Yerel Yönetimler Yasası değişti, Ceza Kanunu değişti. 1 Haziran’dan önce kadına karşı işlenmiş bir suç topluma karşı işlenmiş sayılıyordu, şimdi kadının bedenine karşı işlenmiş suç olarak kabul ediliyor. Bunlar çok önemli. Şunu söylemeden edemeyeceğim: Yaklaşık 10 yıl önce bir dönem devlet bakanı “Flört fahişeliktir.” demişti. Şimdi aynı devlet bakanı âdalet bakanı oldu ve evlilik içi tecavüz suçtur diye yasa çıkardı. Bu süreç çok hızlı bir süreç. Bu süreci çok iyi takip etmek gerekir. 

Muhafazakar Kadın Da Sorguluyor

Feminist hareket içinde bulunan arkadaşlarımızın ulusal sözleşmeler, Avrupa Birliği gibi süreçler konusunda daha fazla çalışma yaptıklarını görüyorum. Muhafazakâr kesim içerisinde ise kendilerini sorgulayan, İslamı ve gelenekleri sorgulamak istiyoruz diyen, sadece aile içerisinde kendilerini konumlandırmayan bir kadın grubuyla karşı karşıya olduğumuzu görüyorum. Bunu ben bu döneme kadar hiçbir feminist hareket içerisinde görmedim. Bence bu, kendi ajandalarında kendilerini sorgulamak, kadın olmaktan kaynaklanan ortak noktaları yakalamak noktasına gidecektir.

Sol harekette 80 öncesi grevlerde eylem yaparken, çadırlarda sabahlarken, çocuklarımız ve boş tencerelerimizle bütün mitinglerde öne bizler çıkardık; ama arkadan erkekler politika yapardı. Tarih de böyle yazılıyor zaten. Onun için muhafazakâr kesimdeki kadınları eskiden bu kadar bilmiyordum.

Onları tanıdıkça onların bu alanda daha fazla enerji harcadıklarını, mesai yaptıklarını ve bu işe çok fazla emek verdiklerini gördüm. Tanıdığım pek çok arkadaşım var. Bunun çok yönü var. Özel alanı sorgulamalarının yanısıra kamusal alanda her şeyi iyi ifade etmek gibi sorumlulukları var.

Ailenin Kutsallığı Ayrışma Noktası

Muhafazakâr kesimdeki kadınlarla feminist kadınlar arasındaki en ciddi ayrım ailenin kutsallığı konusu. Feminist hareket aile içinde bir bölünmüşlükler,  parçalanmışlıklar yaratıyor gibi. Bunu bize de çok sık soruyorlar.  “Feminist misin,  erkek düşmanı mısın, evli misin?” diye. Yine patriarchal sistem olarak bakacak olursak muhatap kimdir? Bunun karşılığında kadının yaşamının engelleri bize göre erkeklerdir. Bunun içinde hem muhafazakârı hem sosyalisti var. Onun için biz feministler kendimizi sorguluyoruz. Eşit paylaşım, eşit katılımla mümkündür. Aile içinde hayatı eşit paylaşacaksak senin de her türlü şeye eşit katılman gerekir.

Kadınlar Arasındaki Duvar Aşıldı

Ak Parti’nin iktidara gelmiş olmasıyla bence bir anlamda başörtülü kadınların özgüvenleriyle ilgili adımlar atılmış oldu. Yasaların da tabi bu zamanda çıkmış olması feministlerin de kadın grupların da aynı alanda buluşmasına yol açtı.  Her ikisinin de aynı anda çeşitli haklara kavuşmuş olmalarıyla ciddi bir adım atıldı. Çünkü her iki kesimdeki kadınlar birbirlerini dinlemeye, anlamaya, konuşmaya başladılar.

Ak Parti iktidara gelmemiş olsaydı araya daha büyük duvarlar örülebilirdi ve kadınlar birbirlerini tanımamış olurdu. Kadınların birbirini tanımış olmasından da önemli kazanımlar elde edildi. Bu sadece ortak dernekler kurmak, ortak eylemler yapmak değil, farklı düşünceden farklı kesimden kadınlardan bambaşka alanlar genişlemesi anlamına da gelir. Daha büyük bir zenginlik kazandı. Belki kadın hareketinin bu son zamanlarda bu kadar ivme kazanmış olması bu çeşitli zenginliklerden ortaya çıktı. Kendini kapatan hani benim çöplüğümde benim horozum ötsün, diyen bir anlayış kendini yok edecektir günün birinde. Çünkü biz fanusun içinde yaşamıyoruz, herkesin herkese ihtiyacı var.

Gayrimenkulün % 82’si Erkeklerde

Türkiye’de bize göre iki anlamda siyaset var: Birisi dar anlamda siyaset, mecliste, diğeri geniş anlamda siyaset, alanlarda. Geniş alanda en fazla siyaset yapan kadınlar. Okul-aile birliğinden manavlara kadar, otobüsten aileye kadar, bütün bu alanlara bakın. Biz yereli en fazla kullanan kesimiz. Elektriği suyu, hayatı, çevreyi…Kadınlar hayatın içinde yaygın alandaki siyasette çok başarılılar. Fakat dar anlamda meclisteki temsil oranında başarı yok. Bu başarısızlığın sebebi tabii ki erkek egemen sistem.

Genel olarak kadınlar siyaseti istemiyor gibi bir tablonun aktarılmış olmasını da çok doğru bulmuyoruz. Çünkü kadınların bu konudaki istekleri veya iştahlarının olmamış olması, önlerindeki engellerden kaynaklanıyor. Bu engellerden biri maddî durum. Gayri menkulün %82’si erkeklerin üzerinde, yani kadınlar bugün bir siyasi partiye üye ya da aday olmak için erkeklerle eşit parayı veremezler. Bazı siyasi partilerde bu konuyla ilgili özel önlemler alınmaya çalışıldı ama yeterli değil.

Doğunun Dinamizmi

Aslında Batılı kadınların yaptıkları çalışmalardan çok yararlanıyorum. Ama kendimi daha çok ortada hissediyorum. Keşke köprüler kurulabilse. Şu anda her şeyi hallettiğini, her yeri geçtiğini sanan Batılı kadınların, aslında hayattan koptuklarını, uzaklaştıklarını görüyoruz. Bu köprülerle Doğu’da hâlâ pişen taze fasulyenin, yıkanan bulaşığın gerçek hayatın sorgulandığı dinamizmin Batı’ya geçmesi gerekiyor. Çünkü orada şöyle bir şey var: Her şey çözüldü, her şey halloldu. Ama yaşam devam ediyor. Ben Batı’daki hareketin de böyle giderse tehlikeli olabileceğini görüyorum. Çünkü çok fazla kazanımları var. Bir sonraki nesil için nasıl olsa her şey hazır diyerek geri adım atabileceklerini görüyorum. Ama burada sürekli kendini sorgulayan, sürekli kendini geliştiren bir hareket var. Doğu geçekten çok canlı. Sadece Türkiye değil, Hindistan da, Afrika da böyle çok dinamik ve canlı.

Biz Aslında Anaerkiliz

Batılı kadınla Doğulu kadın arasındaki farkı bir örnek olarak anlatayım: Bir çadırda kamp yapıyorum, Alman kadının bir çocuğu var. Çadırın tellerine takıldı ve düştü. Koşturarak gittim ve çocuğu kaldırdım. Annesi  dedi ki, “Benim çocuğum düştükten sonra kalkmasını öğrenecekken ona engel oldunuz.” Şimdi biz çocuklarımız düştüğü zaman onun dizlerini ovup  ona “Ağlama, üzülme.” deriz. Böyle bir anaç tarafımız var. Kaybedilmemesi gereken, bu tarafını savunuyorum.

Bizde erkek egemen bir sistem yoktur anaerkil bir sistem vardır, hatta belki biliyorsunuzdur tanrıçalar turu Türkiye’den başlatılmak isteniyor. Çünkü bütün tanrıçalar Türkiye’de doğmuştur ve Türkiye’den dünyaya yayılmıştır.

Çok fedakâr bir kadın var. Erkekler kadının fedakârlığını bir süre sonra, ki bu genellikle yaşlandıktan sonra oluyor, fark ediyor. Şimdi özellikle gençler sorguluyorlar. “Annem evlilik sırasında çok fedakârlık gösterdi, çok acı çekti ben evlenmek istemiyorum. Ama dedem de babaannemin her dediğini yaptı, ben yaşlılıkta yalnız olmak istemiyorum.” diyorlar. Erkekler kadınları bu çelişkiden ve bu bunalımdan bir an önce kurtarsınlar, bir an önce bunu fark etsinler. Hayat hakikaten birlikte güzeldir. Birinin bencilliği birinin fedakarlığıyla mümkün değil yürümez. Kadınların fedakârlığını anlasınlar. Ama bunu ömrün son günlerinde fark etmesinler. Sonra çok vicdan azabı çekerler.

Bilgi Eşitliğine İhtiyacımız Var

Şu anda Uçan Süpürge’nin gündeminde şu var: Bilgi eşitliğine ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz. Türkiye’de İstanbul, Ankara veya başka şehirlerdeki kadınlar veya birkaç kadın bir şeyleri bilse de bu yetmiyor. Diğerlerinin bilmemesi başka türlü uçurumlara yol açıyor. Hiyerarşik bir soruna yol açıyor.