Neler Oluyor?

Türkiye'de ve dünyada olup bitenleri anlama, yorumlama gayreti ile meselelerin derinliklerine inen röportajlar...

 

Mustafa Öztürk

Mustafa Öztürk

Fetö Amerikan Karşıtlığının Terbiyecisi Oldu

İlahiyat profesörü Mustafa Öztürk, FETÖ için ilk ‘Haşhaşi’ benzetmesini yapan ilk isim. Verdiği zararın görünen ve bilinenin çok ötesinde olduğuna inanıyor. Öztürk ile dini klişelere sığınmadan düz bir röportaj yaptık. Umarım sonrası için yol gösterici olur.*

 

Cemaatin din anlayışı temel hatlarıyla nasıl tarif edilebilir? Hiçbir dinî ıstılaha sahip olmayan birisine onları nasıl anlatırız? Neden Haşhaşi diyorsunuz?

Belli ki “cemaat” derken FETÖ’yü kastediyorsunuz. Fetullah Gülen’in (Not: Fethullah ismindeki “h” harfini bilerek, istiskal maksadıyla telaffuz etmiyorum; sizin de bu şekilde yazmanızı istirham ediyorum) sevk ve idare ettiği örgütün din anlayışı, sanırım en kısa ve kestirme yoldan, Marx’ın “Din kitlelerin afyonudur” sözüyle açıklanabilir. 17/25 Aralık sürecinde FETÖ’cüleri “Haşhâşî” diye nitelemem de bir yönüyle bu sebeptendir. Bilindiği gibi afyon, haşhaş bitkisinin kapsülünden mamuldür.

Hipnoz Etkisi Yaratan Tarih Kurgusu

Fetullah özellikle Hz. Peygamber ve sahabe neslinin suretini kendi şahsına ve endoktrinasyon yoluyla mankurtlaştırdığı avenesine birebir tercüme ederek hipnoz etkisi yaratan bir tarih kurgusu oluşturuyor ve bu kurguda kendisini Hz. Peygamber’le, avanesini de “ikinci kutsiler” nitelemesiyle sahâbîlerle eşleştiriyor. Böylece mankurtlaşmış aveneler kendilerini sahabe gibi ilâhî-ulvî bir davaya baş koymuş kimseler olarak algılamaya başlıyor. Fetullah vaizlikteki mahareti ve ağdalı diliyle bu algıyı tahkim ediyor. Bu sayede tüm mülevves işlerini Hz. Peygamber’in sünnetine ittiba olarak gösterebiliyor.

Esrarengiz Bir Kült Kişilik Vehmi

Bunu nasıl başarıyor?

Fetullah, avenesinin sadakat ve bağlılık duygusunu perçinlemek için hem rüya, ilham gibi kişiye özel bilgi kanallarının hem de parapsikolojik imkânların kullanıma açık olduğu meselesini de sürekli olarak gündemde tutup, kendisinin sevimsiz sükseli tabiriyle nazara veriyor. Böylece avenesinin gözünde olağanüstü yeteneklerle mücehhez ve esrarengiz bir kült kişilik vehmi oluşturuyor.

Bu vehim nasıl yerleştiriliyor?

Bu vehmi oluşturmanın ilk adımları Işık evleri ve dershaneler gibi kurumlarda atılıyor. Küçücük çocuklar ve körpe dimağlar bu kurumlarda Fetullah’ın insanüstü özelliklere sahip efsanevi bir kahramandan farksız olduğu yönünde endoktrine ediliyor.

Bu bağlamda, “O mübarek zat Meydan Larousse ansiklopedisini ezberlemiştir. Yine o büyük insan serçe parmağının tırnak ucuyla gazozun kapağını açabilecek kadar kuvvetlidir. O büyük şahsiyet bütün bir hayat boyunca sadece bir kez namazı fevt etmiş ve bu yüzden aylarca gözyaşı dökmüştür” gibi sayısız düzmece menkıbe, epik ve melankolik hikâye anlatılıyor.

Yani “metatron” derken kendisinin “tanrının sesi” olduğuna nasıl inandırıyor?

Bu tür düzmece hikâyeler ve masallarla dumura uğratılan beyinler son kertede tamamen uyuşuyor ve sonunda Fetullah yine avenesinin gözünde metatron ya da Tanrı yardımcısı gibi algılanır hale geliyor.

Çarpık Din Anlayışı

Bu anlayışı İslam dairesinde kabul edebilir miyiz?

15 Temmuz gecesi gözünü kırpmadan halka kurşun sıkan bir darbecinin sünnet-i seniyeyye ittiba adına suyu çömelerek üç yudumda içmesi ne kadar çarpık, sapkın ve patolojik ise FETÖ’nün din anlayışı da o kadar çarpık, sapkın ve patolojiktir. Bu çarpıklık ve sapkınlık ezoterik, ökültik ve mesiyanik hareketlerin vatan, millet, din gibi üst değerleri izafileştirici endoktrinasyon yöntemleriyle yakından irtibatlıdır. Kanımca, Fetullah ve mankurtlarına özgü din anlayışını İslam dairesi içerisinde mütalaa etmek “büyük günah” veya “İslam’a ihanet” kapsamında sayılmalıdır.

Neoconlarla Karanlık Temaslar

Papaya yazdığı mektupta sürekli “misyonumuz” diyor. Bu ortak “misyonumuz” nedir?

Fetullah’ın yurt dışına açılma hikâyesi, Amerika’da greencard talebi, oturma izni ve kendisine referans olan figürlerin derin kimlikleri bahis konusu misyonun mahiyeti hakkında az çok fikir verebilir. Özellikle 11 Eylül 2011 İkiz Kule hadisesinden sonra İslam ve Müslümanlar neredeyse tüm Batı dünyasında terörle özdeşleştirildiği halde, eşzamanlı olarak bu örgüte Türk-İslam kültür ve medeniyetini (!) bütün dünyaya yaymak adına 140-150 civarında farklı ülkede okullar açma ruhsatı verilmesi sizce de acayip bir paradoks değil midir? Bu tuhaf durum ancak ABD’deki Neoconlar ile FETÖ arasındaki karanlık temaslar, kirli hesaplar ve pazarlıklar çerçevesinde izah edilebilir.

Papa’ya Mektubu Ne Anlama Geliyor?

Tarihî tecrübede Katolik dünyasının İslam ve Müslümanlarla ilişkisinin mahiyeti izahtan vareste olduğuna göre Fetullah’ın söz konusu ettiği misyon, olsa olsa genelde Hristiyan Batı dünyasına, özelde Neoconlar ve Frankistler gibi karanlık yapılara taşeronluk ve gönüllü hizmetkarlıktır. Bu zat kişiliğinin onaylanması, adam yerine konulması ve kendisine az çok saygı duyulması karşılığında her mahfille her türlü kirli pazarlığa ve ivaz-garaz ilişkisine girebilecek kadar haysiyetsiz olduğundan ve aynı zamanda her zaman ve zeminde kudretlinin yanında yer almayı politik rükün saydığından Papa’ya sunduğu mektupta bahis konusu ettiği misyon kelimesini “İslam dünyasının altını oyma pahasına egemen güçlere tabasbus yoluyla küresel ölçekte akredite olma ve gönüllü olarak bu güçlerin maşalığını yapma talebi” diye okumak ve dolayısıyla Türkiye’yi, hatta bütün bir İslam âlemini bir kalemde gözden çıkarıp haraç mezat satmak diye yorumlamak pekala mümkündür. Papa II. John Paul’e arz ettiği 9 Şubat 1998 tarihli mektubundaki birçok ifade bunun en açık kanıtıdır.

Fetullah mektupta şu mealde şeyler söyler: Papa hazretleri tarafından başlatılan dinlerarası diyalog için Papalık konseyi misyonunun bir parçası olmaya hazırız… Pek kıymetli bu hizmetinizi acizane icra yolunda çok mütevazı katkılarımızı sunmak için huzurunuza geldik… İslam yanlış anlaşılan bir dindir ve bunda en büyük suçlu Müslümanların ta kendisidir…

Fetö’nün Takiye Konsepti

Müslüman adını kullanarak hileyle, kendilerini gizleyerek ülkeyi işgal etme girişiminin bir parçası oldular. Dini manada kendini gizlemek, takiye/tedbircilik caiz midir?

Takiye Sünnî gelenekte ilkesel olarak ahlaksızlık kapsamında değerlendirilir; lakin bu gelenekte de farklı şekillerde tatbik edilir. FETÖ’nün tedbir/takiye konsepti özellikle İsmâiliyye-Bâtıniyye fırkasındaki gizlilikle benzeşir niteliktedir. Gizlilik ya da setr İsmâiliyye’nin bâtınî davet organizasyonunda çok temel bir ilkedir ki söz konusu organizasyondaki imam, hüccet, dâî, me’zûn-i mutlak gibi gizli hiyerarşik yapılanma birçok yönden FETÖ’nün resmî kurumlar, bölgeler, şehirler, semtlerle ilgili imam yapılanmasıyla örtüşür mahiyettedir. Mesela, her iki yapılanmada da kodlu ve kriptolu sistem devrededir.

FETÖ özelinde konuşursak, sizin de belirttiğiniz gibi, adı Müslüman, öğretileri İslam olan bir yapı ne diye kod isimler, terimler kullanır? Yolunuz Allah yolu, maksadınız has Müslümanlıksa şayet, o zaman bunca şifre, kod, sır, gizem nedendir? Onca gizli saklı işin âlemi nedir? Kendi adımdan emin olduğum kadar eminim ki bu yapının zâhiri din, iman, bâtını fesat ve nifaktır. Bu bağlamda Fetullah tüm kirli planlarını ve karanlık hesaplarını dinîlik kisvesine büründürmekten, dahası, devlet içerisinde yuvalanmaktan insanların harim-i ismetlerine tecavüz ve röntgenciliğe kadar her türlü pis işi bizatihi Hz. Peygamber’e refere etmekten hiç imtina etmeyecek kadar ahlaksız ve alçak bir adamdır.

‘Mehdi Düşüncesi Problemli’

Mehdi düşüncesi İslam inancı içinde nerede değerlendirilmeli?

Mehdilik fikri İslam düşünce tarihinde özgün formuyla Şiî geleneğe aittir. Şiî çevrelerde mehdilik fikrinin ortaya çıkıp neşv ü nema bulması özellikle Kerbela hadisesinden sonra Ehl-i Beyt ve takipçilerinin takibata uğraması ve sık sık zulme uğraması, bu durumun kurtarıcı beklentisine yol açması, Şia’nın neredeyse bütün bir tarih boyunca muhalefet mezhebi olması ve muhalefet cephesinde oluşan yoğun romantizmin iç ve dış kaynaklı etkilere açık olması ve aynı zamanda hemen her türlü uç görüşlere mümbit zemin oluşturması gibi sebeplere bağlanabilir. Ancak bu mesele sorunuz açısından bahs-i diğer hükmündedir.

Sünnîlik, tasavvuf kültüründe çok önemli bir yer tutan Ehl-i Beyt’i ve bu çerçevede üretilen sembolik sermayeyi Şia’ya kaptırmamak ya da Şia’nın elinden almak için mehdilik inancına da sahip çıkmış ve bu inancı kendi akaid sistemine uygun biçimde yorumlamaya çalışmıştır. Kanımca, mehdilik Şiî ve Sünnî versiyonlarıyla çok problemli bir içermeye sahiptir.

‘Din Kardeşliği Bağını Gevşetmemeli’

Ağır bir ihanet yaşadık. Dindar olduğunu bildiğimiz, her ifadelerinde habire “Namaz kıldık, Kur’an okuduk” diyen insanların saldırısı altında kaldık. Hepimiz öfkeliyiz… Bu toz bulutun içinde yaşadıklarımızı din kardeşliği boyutuyla nasıl görmeliyiz?

Fetullah haysiyetsizinin yapıp ettikleri ve bütün memlekete ödettiği ağır maliyeti düşündükçe, “Ya Rab! Bu pisliği neden yarattın?” demekten kendimi alamıyorum; içimde birikenleri ifadede kin, nefret, öfke gibi kelimelerden hiçbirinin kâfi gelmediğini hissediyorum. Fetullah alçağından da, mankurtlarından da tiksiniyorum; ama bütün bunlara rağmen din, dindarlık ve din kardeşliği gibi kavramlar ve olguları bu ağır hissiyattan hep ayrı tutmaya çalışıyorum. Çünkü benim İslam ve Müslümanlığa atfettiğim değer, insanların yapıp ettiklerinden bağımsızdır. Tüm insanlar biteviye kötülük ve şer üretseler dahi ben bir Müslüman olarak ivazsız-garazsız şekilde iyilik ve hayırdan yana olmalıyım. Bu itibarla, Fetullah ve mankurtları dindarlık adı altında ne kadar pislik üretmiş olursa olsun, din ve dindarlık bütün bu pisliklerden münezzeh olduğu gibi din kardeşliği de halen tertemiz bir kardeşlik bağı olarak bakidir. FETÖ’cü alçakları paranteze alarak din kardeşliği bağını asla gevşetmemek gerekir.

Fetö’nün İlahiyat Kolonileri

Siz de yazdınız Sakarya Üniversitesi’nde tefsir bölümünde akademisyen ama aynı zamanda Akıncılar üssünde F16 pilotu… Öğretmen ama bir birliğin illegal komutanı. Bu örgütlenme ilahiyat fakültelerini ve din eğitimini nasıl etkiledi?

İlahiyat fakülteleri özellikle FETÖ örgütünün palazlanma ve devlet kurumlarına sızıp yuvalanma sürecine koşut olarak birçok dinî cemaat grubun tabir caizse arpalığı haline geldi. Başka bir ifadeyle, bu fakülteler belli ölçüde muhtelif dinî cemaatlerin yetişmiş insan devşirme müesseselerine dönüşüverdi.

Bu bağlamda Ehl-i sünnetçilik ve sahih itikatlılıkla ilgili bu yeni yönelimden belki de en çok FETÖ’cü ilahiyatçıların istifade ettiklerini özellikle belirtmek gerekir. Çünkü FETÖ’nün ilahiyatçı kadrosu, Yeni Ümit adlı derginin yayın politikasından ve hemen her sayısındaki muhtevadan anlaşılacağı gibi ülke sınırları içinde İslamın belki de en dar Sünnî yorumuna sahip çıkmakla mümeyyizdir. Ancak 17/25 Aralık hadisesi, özellikle de 15 Temmuz ihaneti “sahih itikatlılık” gibi son derece öznel ve gelişigüzel kıstasların İlahiyat akademisinde ne işe yaradığını gözler önüne sermiş olsa gerektir.

Kendileri gibi olmayanları akademide dinî ilimler alanından nasıl uzaklaştırdılar? İlahiyat camiasında kolonilerini nasıl kurdular?

Ben bu konuda ilahiyat fakülteleri özelinde konuşabilirim. Bununla birlikte FETÖ’nün akademik ayağına dair söyleyeceklerim, ilahiyat dışındaki alanlara da teşmil edilebilir. Öncelikle ilahiyat camiasındaki FETÖ’cülerin büyük ölçüde tefsir ve hadis gibi alanlarda yuvalandığını belirtmeliyim. Bunun temel sebebi, bu ihanet şebekesine mensup kıdemli ilahiyat akademisyenlerinin çoğunlukla tefsir ve hadis alanlarında yetişmiş olmalarıdır.

Kıdemli FETÖ’cülerin vaktiyle Sakarya, Harran gibi üniversitelerdeki ilahiyat fakültelerinde koloniler kurdukları ve bu kurumlarda yetişen elemanlarının diğer fakültelere dağılıp dal budak salmalarına ön ayak oldukları malumdur. Bunlar herhangi bir fakültenin bünyesine dâhil olduklarında, fakülteyi en kısa zamanda ele geçirmek üzere malign tümör gibi hızla yayılmaya, güçsüz ya da sayıca az oldukları fakültelere ise adam yerleştirmeye çalışırlar.

‘Risale-İ Nur’ları Yem Olarak Kullandı’

Said Nursi düşünce ve fikirleri kullanıldı mı? Risale-i Nur’ları bu derece yüceltmenin dinde yeri var mı? Ya da nasıl bir zemin oluşturdu? Nur külliyatı üzerine çalışan yabancılar çok. Onların ilgilerini de nasıl görüyorsunuz?

Fetullah hiçbir zaman Said Nursi’yi adam yerine koymadı. Başka bir ifadeyle, mezbur alçak Said Nursi ve Risale-i Nur konusunda da münafıkça davrandı. Yolun başından itibaren tek tek adam devşirmek hayli zahmetli ve çok maliyetli bir iş olduğundan, sırtını Said Nursi’ye yaslayıp Risale-i Nur külliyatına sık atıflarla konuşarak hazıra konmayı ve ilk planda küçük çaplı bir cemaat oluşturmayı başardı.

Fetullah bu evrede Said Nursi ve Risale-i Nur’ları bir nevi yem olarak kullandı. Çevresindeki insanları yemleme yoluyla endoktrine ettikten sonra kendine özgü bir dil kurarak Said Nursi’den uzaklaşmaya başladı ve zaman içerisinde tamamen bağımsızlaştı. Bununla birlikte hususen Işık evleri, yurtlar ve dershanelerdeki çocuklar ve gençleri mankurtlaştırma eğitiminde, Said Nursi ile ilgili bazı menkıbeleri kendine uyarlamak gibi kurnazlıklar da yaptı. Örnek vermek gerekirse, Said Nursi’nin Şekerci Hanı’nda “Burada her soruya cevap verilir; her müşkil halledilir; fakat soru sorulmaz” ifadesini içeren bir levha astığı yönündeki menkıbeye benzer şekilde, “Fetulllah, insanların toplandığı yere bir kutu yaptırmış, herkesin her türlü sorusunu yazıp kutuya atmasını istemiş, daha sonra bu soruların hiç birine bakmadan hepsini cevaplayıvermiştir” şeklinde kerametler uyduruldu ve Işık evleri, yurtlar ve dershanelerdeki çocukların beyinleri bu tür uydurma hikâyelerle yıkandı.

Hizmet Diye İfade Edilen Kirli Faaliyetler…

‘Hizmet’in kutsallık halesi nasıl sağlandı? Amaçları neydi? Diğer dini öğretilerle bağı var mıydı?

Bu sorunuz çok katmanlı olduğundan etraflı şekilde cevaplanması hayli zor. Ama yine de ilk katmandan başlarsak, kanımca FETÖ’nün “hizmet” diye ifade edilen kirli faaliyetleriyle ilgili kutsallık halesi bâtınî karakterli mesihçi ve mehdici hareketlerin temel özellikleri arasında yer alan lideri kutsama ve hareket mensuplarından her birinin kendine ulvi bir misyon biçme anlayışıyla irtibatlandırılabilir. Mamafih bu tür karmaşık ve karanlık yapıların karakteristik özelliklerini tek faktörle açıklamak yeterli olmadığı gibi isabetli de değildir. Ayrıca büyük dinî geleneklerdeki birçok önemli mesele ve doktrinin tek başına muayyen bir kültür ve geleneğe özgülüğünden söz etmek de pek isabetli olmasa gerektir. Sözgelimi, İslam kültür ve geleneğindeki mehdi, fiten, kıyamet alametleri gibi konularla ilgili anlayış ve inanışların benzerlerine Yahudilik ve Hristiyanlıkta da rastlanabilir.

Tanrı’yı Kıyamete Zorlama Gayreti

Kötülük yaparak kıyameti zorlamak, mehdinin gelişini kolaylaştırmak, cennete kapı açmak… Frankistlerin–Endistlerin inancı benzer sözler var. Bu İslam inancında var mı?

Bu açıdan bakıldığında Frankistlerin ya da bu topraklardaki versiyonuyla Sebataycıların “gerçek imana ancak Tevrat ihlal edilince ulaşılır” düşüncesine benzer anlayış ve inanışların İslam geleneğinde de ortaya çıkmış olması sürpriz sayılmamalıdır. Nitekim FETÖ de Frankistler gibi kendilerince gerçek iman ve ubudiyet adına Kur’an’daki tüm ahlâkî ilkeler ve değerleri çiğnemek suretiyle sanki Tanrı’yı kıyamete zorlama gayretindedir. Bütün âlemde tertemiz bir sayfa açılması ve böylece insanlığın evrensel kurtuluşa kavuşması adına Fetullah kendi takipçilerine her türlü günahı işleme telkininde bulunuyor ki dünya bir an önce batsın, kıyamet kopsun da bu sayede evrensel kurtuluş vuku bulsun… Maalesef hemen her dinî kültürde bu tür patolojik yapılar zuhur etmiştir. Nasıl ki her mahallenin bir veya birkaç delisi varsa, dinî geleneklerde bu tür şizofren yapılar hep var olmuştur. Arızalar onarılamadığı veya en azından rehabilite imkânı ortadan kalktığı zaman, bu yapılar mutlak surette bertaraf edilmelidir. Zira FETÖ örneğinde görüldüğü üzere bunlar din, millet, devlet, medeniyet, hatta tüm insanlık açısından hiçbir müspet değer üreten yapılar değildir. Bu yüzden de kurumsal düzeyde mutlaka itlaf edilmeleri gerekir.

Neoconlar Ve Fetö

FETÖ nasıl oldu da Neoconların hizmetine talip oldu?

Neoconlar ABD’de klasik sağ cenahtaki dış politika zaaflarını fırsat bilerek, özellikle 11 Eylül sonrasında tavan yapan Amerikan paranoyasının da yardımıyla Bush’un iktidar döneminde söz sahibi olan sözde entelektüeller, analistler ve tabir caizce fırıldak siyasetçilerden müteşekkil bir ekiptir. Bu ekip Amerika önderliğinde isyancı diktatörler ve düşman ideolojileri bertaraf etmeyi, Amerika’nın çıkarlarını desteklemeyi ve bu çıkarlar için çalışma taahhüdünde bulunanlara yol vermeyi mucip bir politika üretir. Bu sağcı politikaya göre otoriter rejimler ve bu rejimlerle yönetilen devletler Amerikan karşıtlığına yol açtığından, “serseri devletler”in rejim veya iktidar değişiklikleriyle adamakıllı terbiye edilmeleri gerekir. Ancak Neoconların dış politika değirmenleri taşıma suyla işletilir. Haliyle, değirmene su taşıma ihalesi Fetullah gibi kullanışlı aptallara verilir.

Diyalog Adına Kelime-İ Tevhid Parçalandı

Reformistler ve diyalogcular arasında ne tür farklar vardır? Diyalog yapılıyor evet ama nerede tam olarak buluşulacak. Burada kimin itikadı müzakereye açık?

15 Temmuz hadisesi FETÖ nazarında vatan, millet ve devlet gibi kavramlar ve değerlerin ne kadar izafi olduğunu gösterdi. Bu örgüt nezdinde İslam dininin de aynı ölçüde izafileştiği şüphesizdir. Haliyle, dinler arası diyalog adına kelime-i tevhidin parçalanması veya kelime-i tevhidden “Muhammedün rasûlullah” kısmının hazfedilmesi gayet tabiidir. Bu bağlamda, FETÖ’nün yurtiçi dinî söylemlerinde ve bilhassa örgütün ilahiyat camiasındaki kolonilerinde İslamın belki de en dar Sünnî yorumuna sahip çıkılmasına mukabil yurtdışında dinler arası diyalog gibi son derece geniş mezhepli ve sulandırılmış bir söylem üretilmesinde kendini gösteren çift dillilik ve iki yüzlülüğün yıllarca fark edilmemesi, hele hele ilahiyat camiasında bazı meşhur hocaların aslında bu yapıya mensup olmadıkları halde dinler arası diyalog denilen inhiraf ve ilhad projesine katkı vermeleri en azından benim için çok can yakıcıdır. Bundan da vahimi söz konusu hocalardan bazılarının bugünlerde “Aldandık” ya da “Hangimiz Aldanmadık” diyerek bu büyük cürümlerin iştirakçiliğinden sıyrılmak adına zavallılaşmalarıdır.

Cincilik, Büyücülük Din Dışıdır

“Dinde gizem arttıkça dini duygu ve arayışların istismar edilmesi kolaylaşır” şeklinde Ali Bardakoğlu’nun bir tespiti var. Bu tespite katılıyor musunuz? Dinde gizem unsurları nasıl ele alınmalı?

Ali Bardakoğlu’nun bu tespitine yüzde yüz katılıyorum. Dinin özünde sır, gizem yoktur. Dinde gayb, yani beşerî idraki aşan hususlar vardır. Allah’ın zatiyeti, uhrevi âlem ve keyfiyeti gibi hususlar gayba dâhildir. Herhangi bir beşerin -ki buna peygamberler de dâhildir- özellikle mutlak gayb alanına muttali olması mümkün değildir. Sizin “gizem” diye ifade ettiğiniz mesele, efsunculuk ya da amiyane tabirle cincilik, büyücülük, muskacılık gibi kavramlarla da ifade edilebilir. Bütün bu kavramlar ve konuların toplamı dindışılık kapsamında mütalaa edilmelidir.

Bu mesele bir kenara, sırcılık ve gizemcilik gibi unsurlar din alanına sokulduğunda, Ali Şeriati’nin ifadesiyle, “dine karşı din”in ortaya çıkması kaçınılmazdır. Geleneksel müktesebata bakıldığında, Bâtınîlikten Hurûfîliğe, ebcedcilikten cifirciliğe kadar ilamaşallah her şeyimiz tam tekmildir. İşin kötüsü, bu konuda geleneksel itikadi sistemlerin kırmızı çizgileri de önemli ölçüde belirsizleşmiş gibidir. Bu yüzden de geçmişteki birçok meşhur şahsiyet hem hurufî-bâtınî eğilimli, hem Sünnî ya da hem cifirci hem Sünnî kabul edilebilmektedir. Tipik örneklerden biri Said-i Nursî’dir.

‘Dindarlığın Alamet-İ Farikası Güzel Ahlaktır’

İnsanoğlunun maneviyat düzleminde ‘gizem’ merakı dinleri nereye götürüyor?

Gizem merakı bir taraftan dinleri din olmaktan çıkarıp neredeyse salt zihinsel ve entelektüel fantezi konusu haline getiriyor; bir taraftan da insanın varoluşla ilgili büyük sorularına cevap bulacağı kaynağı heder ediyor. Bu tür kötü sonuçlar sadece gizem merakından değil, din meselesinin ontolojiden ziyade epistemolojik zeminde ele alınması gibi yaklaşımlardan da neşet ediyor. Kur’an’ın bir bilgi deposu ya da hüküm ambarı gibi algılanması ya da tablet yöntemini andıran biçimde yorumlanan bir metin muamelesine tabi tutulması bile dini asıl amaçlarından saptırma işlevi görebiliyor. Çünkü bu tür yaklaşımlarda din hemen tamamıyla zihinsel ve entelektüel bir mevzu haline geliyor. Bu yüzden de din ve dinî değerler insanların gönül dünyasında ve dolayısıyla ahlaki yaşantıda anlamlı karşılıklar bulmuyor. Nitekim bugün dinden israf kavramıyla ifade edilebilecek kadar fazla ölçekte söz edilmesine rağmen, halis dindarlık ve dindarlığın alamet-i farikası olan güzel ahlaklılık hususunda mesafe aldığımızı söylemek pek mümkün görünmüyor. Sözgelimi, ticaret söz konusu olduğunda ve beş vakit namazlı abdestli tacirden söz açıldığında, zihnimiz ve kalbimizin bir köşesinde güven duygusu peyda olmuyor. Keza bugünkü toplumsal tecrübede dindarlık kavramı doğrudan doğruya naiflik, nezaketlilik, erdemlilik gibi değerleri de çağrıştırmıyor.

Manevi Zarar Çok Büyük

Bu yaşananlar İslam algısına olan etkisi ne oldu sizce?  Dini düşünce de yaralandı. Nasıl tamir edeceğiz?

FETÖ bağlamında yaşananlar veya bu melun yapının bize yaşattıkları maddi düzlemde telafi edilebilecek hasarlardır. Sözgelimi, bu yapının devlet bünyesinde oluşturduğu koloniler sıkı bir takibatla çökertilebilir ve tüm devlet kurumları er ya da geç bu virüslerden temizlenebilir. Lakin bu yapının manevi alanda oluşturduğu büyük hasarın telafisi çok zor görünmektedir. Kanımca en büyük manevi zarar ve hasar insanların, özellikle de genç kuşakların din ve dinî alandan uzaklaşmaları, ister istemez nihilizme savrulacak olmaları riskidir ki aslında bu bir muhtemel risk değil, hâl-i hazırda çıplak gözle bile gözlemlenebilen sosyolojik bir gerçekliktir. Bu melun örgüt dinî alandaki tüm kavramlar ve sembolleri kirletmiştir. Bu kavramlar ve semboller öz itibariyle kirden münezzeh olsa da toplumsal düzeyde çok ciddi bir kirlilik algısı oluştuğu kesindir. Öte yandan halk dinden, din adamlarından ve dinî konulardan bitap düşmüş haldedir. Üstüne üstlük bu alanda güven duyguları da zedelenmiştir.

Kötü Huylarımızdan Vazgeçmemiz Lazım

Bu alanı istismar vesilesi yapmaktan çıkarmak için ne yapmak lazım? Dini eğitim nasıl olmalı?

Öncelikle dinî düşüncede topyekûn bir aydınlanmaya muhtaç olduğumuzu söylemek durumundayım. Aydınlanma derken kastettiğim şey, her şeyden önce dinî bilgi, görüş, anlayış ve inanışların kaynakları konusunda sorup sorgulayan, araştıran bir zihin ve zihniyet inşasıdır. Bu yöndeki ihtiyacı giderme çabası, zihin konforunu bozmaya, belki uzun süre fikir çilesiyle birlikte yaşamaya yol açar. Çünkü bilgi, hele de tenkit süzgecinden geçirilmiş bilgi can yakıcı, acıtıcıdır. Ama bu acıtma penisilin gibidir. Bilindiği gibi penisilin enjeksiyonunda hastanın canı ilk vehlede çok yanar. Ama bir süre sonra ateş düşer ve hasta rahatlar.

Toplumumuzda “ne kadar az emek, o kadar çok kazanç” düşüncesi yaygın bir hastalıktır. Bu hastalık dinî alanda da maalesef yaygındır. Hemen hiçbir fikrî ve zihnî emek sarf etmeksizin, tıpkı hizmet satın almak gibi, hazır dinî düşünceleri sorgusuz sualsiz kanıksamak, hatta sırf kişisel karizmaya ram olmak veya dost tavsiyesine uymak gibi yollarla belli bir dinî düşünceye yaslanmak gibi kötü huylarımız ve alışkanlıklarımız vardır.

Dinî düşünce yapımızdaki bu yaygın hastalık eleştiri tarzımıza da yansımış durumdadır. Öyle ki Mustafa Öztürk’ü kıyasıya eleştiren birine, “Siz Öztürk’ün herhangi bir eserini veya makalesini baştan sona okudunuz mu?” diye sorduğunuzda, söz konusu kişi, “Elhamdülillah, tek satır bile okumadım; sadece kulaktan duydum.” demekten kıvanç duymaktadır. Üstelik bu tür eleştirilerde bulunanlar, Türkiye’deki ilahiyat fakültelerinin lağvedilmesi ve din eğitimi ve öğretiminin kendilerinin uhdesine tevdi edilmesi yönünde talepte bulunacak kadar da pervasızdır.

Bu manzara maalesef bugünkü Türkiye’de temaşa ettiğimiz bir manzaradır. İmar, bayındırlık, ekonomi, sanayi gibi alanlarda ciddi mesafe aldığımız kuşkusuzdur; lakin eğitim ve öğretim alanında dibe vurmaya yüz tuttuğumuz da kuşkusuzdur. Bu yüzden, sorunuzun “Din eğitimi nasıl olmalı?” kısmına cevap verecek ne moralim ne de mecalim vardır. Kim bilir belki de eğitim alanıyla ilgili her şey yolundadır da ben yanılmışımdır. Dilerim, ben yanılmışımdır. Zira yeter ki millet ve devlet düze çıksın, ben batayım. Ben bu millete kurban olayım…

 

*Bu röportaj 16 Ağustos 2016’da Yeni Şafak’ta yayınlandı.