Köşe Yazıları
Ayşe Böhürler
Hayat ve Ölüm Tıbbileşirken…
“Dünya görüşümüze uymayan her bilgi dezenformasyon değildir.” Yeni çağın iletişim dinamikleri yalan-yanlış bilgi haber üretimi ve yalana inanmaya hazır kitleler üzerinden ilerliyor. İletişimciler olarak bunu gözlemlerken, dikkatimi çeken bu cümleyi de paylaşmak istedim.
“Freud’a gelene kadar insan olarak hikâyemizi anlatma biçimimiz ölüme odaklıydı. Onunla birlikte bastırılmış cinsellik üzerinden hikâye anlattığı için ölüm felsefenin meselesi olmaktan giderek uzaklaştı… Ve artık ölümü değil şiddeti konuşuyoruz …”
“Bu neden böyle oldu? Ölüm karşısındaki davranışlarımız uzun süredir mi değişti? “ sorusuyla yola çıkan Fatma Barbarosoğlu’nun yeni kitabı Aslında O Ölmedi hem üslubu hem de konular ve anlatım biçimleriyle bu yaz benim başucu kitabım oldu. Kitap uzun süredir masamdaydı ama belki de tam da kitapta anlatılan “ölüm” karşısındaki değişen tutumlarımız nedeniyle okumayı erteliyordum. Üç günlük bir tatile çıkarken “ne okusam, ne okusam” derken yanıma aldığımı iki kitaptan birisi oldu. Kitapta yer alan her bir ölüm yazısı öleni değil yaşayanı anlatıyor. Covid 19 sonrası sürece dair filozofların yorumlarından hiç birinin tek başına olan biteni açıklayamayacağını söylüyor. “Çin’de yasaklar ortadan kalkınca Fransız çanta markası bir günde 2.7 milyon ciro yaptı. Bir günde!… İntikam alışverişi Zizek’in değil de Byung-Chul Han’ın haklı olduğunu mu gösterdi. Zizek virüsün Çin rejimini değiştireceğini iddia ederken Byung-Chul Han, Zizek’in yanıldığını söyledi. “Çin şimdi salgına karşı başarılı model olarak kendi otokrat gözetleme devletini de satacak. Eskisinden daha büyük gururla dünyaya kendi sisteminin üstünlüğünü gösterecek. (Güney Koreli felsefeci, kültür kuramcısı Byung-Chul Han: Koronavirüs bizi bir sağ kalma toplumuna indirgedi ) “
Salgın ve 5 milyondan fazla insanın koronavirüs nedeniyle ölümünün ardından dünyada ne değişti kestirmek çok zor. Ancak yazarın “Ne Zizek yanılıyor ne de Byung-Chul Han. Dünya (e) “hiçbir” seçeneğini değil, (f) “hepsi” seçeneğini bir dayatma olarak görüyor…” görüşüne katılmamak da mümkün değil. Salgınla birlikte ölüm bizim için ne anlam ifade ediyor sorusu daha da önem kazanmış durumda.
ÖLÜMÜ EVCİLLEŞTİRME DENEMELERİ…
Ekran önü ölümler, ölümün magazin hali, ölüm ve ölümün sergilenişi, ölümün dile düşen aksi yazarın kitapta eksen aldığı başlıklar. Yazar, ölüm üzerinden bizi bir düşünce turuna çıkarıyor. Magazinlerden, hafıza odalarına, empati modasından balmumu heykellerin vücut diline, ölümde ruh aramaktan ünlülerin ölümüne, ölümü şiddet üzerinde okumaktan vasiyetlere, topluma ve dünyaya bakıyor. Öne çıkan düşünceleri yorumlarken her tezin altında “aslında o ölmedi” klişesine dair bize bir pencere aralıyor.
Bugün tıp dünyası insan ömrünü uzatmaya çalışırken diğer taraftan yeni kavramlar devreye sokuyor. Ölümcül hastalıklarda “ ikna odaları” yeni bir hizmet sektörü olarak ortaya çıkıyor. Ölüm fikrinin ötelenişinin ardından tıp teknolojisinin ”ısmarlama ölüm hizmeti sunması”, transhümanizme ivme kazandıran ölümsüzlük stratejileri, kitapta dikkatimi çeken konular oldu. “Hayat ve ölüm tıbbileşirken, artık burada olmayanın gidişi magazinleştiriliyor…” Felsefe ve sosyoloji perspektifinden ölümü gündelik meseleler üzerinden yazan Fatma Barbarosoğlu bu kitabıyla da Türkiye’nin önemli düşünürleri arasında ki yerinin altını çiziyor.
TEK PARTİ DÖNEMİ DEDEKTİFİ ORHAN
Tatil için yanıma aldığım ikinci kitap Serdar Kaya’nın Endoktrinasyon ve Türkiye’de Toplum Mühendisliği isimli kitabı oldu. Kemalizm’in, tek parti döneminin düşünme biçimini endoktrinasyon üzerinden ele alan kitapta ilginç konular var. Bunların içinde en ilginç bulduğum yazılardan birisi; magazinel bir kahraman olan dedektif Orhan Çakıroğlu oldu. Yazı Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yaratılışımızdaki yegane mükemmeliyet, Türk oluşumdandır” sözüyle başlıyor. Bu söz; Cumhuriyet’in kuruluşunun ardından CHP’li tek parti dönemini ve o dönem ortaya çıkan eserleri incelemek noktasında önemli bir kılavuz.
Orhan Çakıroğlu, Murat Akdoğan’ın 1941-1942 yıllarında kaleme aldığı polis hafiyesi serisinin kahramanı. McGill üniversitesine David Mason 1940’ların bu dedektif kahramanı hakkında “Orhan Çakıroğlu Kemalist Bir Türk prototipi miydi?” diye bir akademik makale de yazmış. Konu akademinin ilgi sahasına da girmiş özetle. Orhan Çakıroğlu kuşkusuz ilk hafiye karakterimiz değil. Ebüssüreyya Sami’nin 1913 ve 1914 yılları arasında serüvenleri yayınlanan Amanvermez Avni’si ilk polisiye karakteri sayılabilir. Orhan Çakıroğlu’nu Amanvermez Avni’den ayıran husus, Kemalist ideolojinin yücelttiği insan tipine karşılık gelmesi…
Dedektifimizin 5 özelliği öne çıkıyor: Çok sayıda dili iyi derecede konuşabiliyor. İtalya’da hukuktan birincilikle mezun oluyor, Amerika’da elektrik, motor ve havacılık alanında staj görüyor. İtalyanca, İngilizce, Fransızca, Yunanca ve Arapça biliyor. Türkçeyi Osmanlı alfabesiyle okuyabiliyor. Zeki ama aşırı zeki…Diğer ülke dedektiflerinin çözemedikleri dosyaları da çözecek kadar şöhreti almış yürümüş… Çok cömert, daha önemlisi paraya değer vermeyen, işini parayla yapmayan birisi… Asıl amacı insanlara ve adalete hizmet etmek… Başarıların kendine değil Türk oluşuna bağlıyor. Türk malı ürünlerin üstünlüğüne inanıyor, yabancılarla alay etmek için hiç bir fırsatı kaçırmıyor. Yakaladığı suçluların ekserisi ise Rum…
Bu karakter ile bugünkü istihbarat, polisiye dizlerinin karakterleri arasında bir karşılaştırma yapılsa ne çıkar sorusuyla yazıyı okudum.