Köşe Yazıları

Ayşe Böhürler

Ayşe Böhürler

İç İçe Geçmiş Halkalar

Suriye’yi kim işgal etti? Bu sorunun cevabını verirken 2002’den başlayarak Lübnan’da gelişen sürece göz atmakta fayda var. Şam ile Beyrut arasının arabayla 45 dakika olduğunu söyleyerek başlayalım. 2000’li yıllardan itibaren Lübnan’dan Suriye’nin çıkarılmasını, Suudi Arabistan’ın desteklediği Başbakan Hariri’ye suikasti, İsrail’i işgal ettiği bölgelerden çıkartan İran’ın desteklediği Hizbullah’ın siyasi olarak daha da güçlenmesini, arka plan bilgisi olarak akılda tutalım.

Arap Baharı’nın etkisi ve Suriye’de iç savaşın başlamasıyla İran etkisindeki güçlerin Suriye’de konumlanması zor olmadı. İran Suriye’de Esad güçlerinin yanında dururken aynı zamanda Tel Aviv’e de bir füze menzili mesafesi yaklaştı. Rusya ve İran arasında 2013’te güçlenmeye başlayan ittifak içinde Suriye yeni bir zemin olmuştu. Denklemin bir parçasında da, IŞİD ile mücadele söylemiyle öne çıkartılan Batı medyasının romantize ederek sunduğu terör örgütü PKK var. İki ülke de kısmen PKK’yı himaye ediyor.

Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Putin ve İran Cumhurbaşkanı Reisi Tahran’da bir araya geldiklerinde her tarafın sorun olarak gördüğü mesele farklıydı. Erdoğan net bir şekilde konuştu: “Terör örgütüne topraklarınızda yer vererek, destekleyerek Türkiye’nin barışa hizmet etmesini bekleyemezsiniz” dedi. Ve onlara verilen desteğin kesilmesi gerektiğini tekrarladı.

İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in ise Erdoğan’a “Türkiye’nin Suriye operasyonu hem Türkiye’ye hem Suriye’ye zarar verir, teröristlerin işine gelir” mesajı ilettiği haberlerde yer aldı. Hamaney’in “İran için Türkiye’nin güvenliği kendi güvenliğiyle aynı önemdedir” dediği de aktarıldı. Bu tabii ki böyle değil. Bu cümle İran’ın “taarruf” geleneğinin bir yansımasıydı. Taarruf orada  diplomasinin anahtarı. Biz Türkler gibi doğrudan konuşmuyorlar. Konuştukları şeylere de fazla güvenmemek gerekiyor.

Tahran’daki zirvenin ertesi günü Irak Zaho’da yaşananları bu çerçevede gördüm.

İranlı bir rehber başkanlığında Bir Şii turist gurubun bölgede bulunduğu sırada yaşanan ve 8 kişinin hayatını kaybettiği 23 kişinin yaralandığı saldırı duyulur duyulmaz Bağdat ve Kürt Bölgesel yönetimi Türkiye’yi hedef göstermiş, Batı medyası da Erdoğan ve Türkiye’yi suçlamaya başlamıştı.

Tahran’da gerçeklerin açık açık konuşulmasına rıza gösterilmedi…

Suudi Arabistan – İsrail yakınlaşması, Filistin meselesinin neredeyse gündemden çıkarılması ve Türkiye’nin gücünün paralize edilmesine ilişkin çabaları bir resimde görmek gerekir. Ukrayna -Rusya savaşının ardından Türkiye – Yunanistan ya da İran anlaşmazlıklarının kışkırtılması da senaryo olarak yazılıp çiziliyordu. Diğer taraftan Ukrayna ve Rusya tahılının kontrollü olarak Türkiye üzerinden dünyaya dağıtılması konusu… BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in Türkiye ziyareti öncesi Zaho saldırısının Türkiye’nin üzerine atılmaya çalışılması üzerine de düşünmekte fayda var.

BACAĞINDAGÜLLEYLE YÜZMEYE ÇALIŞMAK…

Malum modern Irak devletinin fikir annesi ve baş aktörlerden birisi İngiliz, arkeolog, ajan, gezgin Gertrude Bell’di. Kral Faysal’a aşık olduğu da söyleniyordu. Irak üzerine Arap araştırmacı Ali A. Allawi’nin İş Bankası yayınlarından çıkan 1. Faysal ismiyle güzel bir biyografi kitabı var, tavsiye ederim.  Irak, İtilaf Devletleri’nin Osmanlı İmparatorluğu’ndan kesip çıkardığı bir parçaydı. Allawi, Kral Faysal’ın İngiltere’nin boğucu kucağından çıkıp Arap dünyasının lideri olmak için verdiği çabayı anlatırken şöyle der; “Ülkeniz bölünmüş ve yabancı devletlere sunulmuşsa büyüklüğünün ne anlamı kalır? Hele de başlıca müttefikiniz, aynı zamanda bölgenizde istikrarsızlığın ve ihtilafların tohumlarını eken ana unsursa…” Yazar Faysal’ı “bacaklarından birisi zincirlerle gülleye bağlıyken hedefine doğru kulaç sallayan insanüstü bir güce sahip” birisi olarak değerlendirir.

Irak’ın ulus devlet olma aşamasında şüphesiz en etkili kişilerden birisiydi 1. Faysal. Ülkesini İngilizlerle inşa etmeye çalışmıştı. Saddam Hüseyin ise sosyalist Rusların desteğiyle…Ancak Sovyet Bloğu’nun çöküşünün ardından Rusların etki alanlarındaki bölgelerin Amerika’nın kontrolüne geçirilmesi, 2003’te başlayan ABD işgali bir trajediydi. Amerika’yı baş düşmanı gören İran için de Irak’ta hakimiyet kurmak büyük önem taşıdı. Şii mezhebinin gelenekleri, İranlı dini rehberler aracılığıyla kurulan bağlar tüm Ortadoğu’yu olduğu gibi Irak Şiilerinide kapsıyordu. Alacakaranlık kuşağı haline getirilen bir ülkede hakimiyet de ancak illegal kurulabilirdi. Bu süreçte Rusya’nın İran’a verdiği destek Orta Doğu’da birçok bölgede görülebilir. Birbirini kamufle edebilen bir işbirliği resmi bu! 1990’larda yağmalanan Rusya Putin liderliğinde güçlenip dünya sahnesine dönmeye başlayınca ilk yaptığı şeylerden birisi eski etki altındaki bölgelere sahip çıkmak oldu ki, Irak da Suriye gibi bunların başında geliyordu.

Resmin bir başka parçasında Putin ve Hamaney arasındaki mutabakat konuları var. Nükleer santraller ve Suriye meselesi bunların başında geliyor ve tabii ki petrol… Putin 2013’te Tahran’a ilk ziyaretini yaptığında bu konular masadaydı. Bu şehir’deki nükleer santrali Rus bir şirket yapmıştı. Rusya BM’de nükleer konusunda arabuluculuk yapıyordu. Diğer taraftan 2013’ten itibaren iki ülke Suriye’de Esad rejimini destekliyor.

Irak petrol gelirlerini ülke çıkarına kullanmayı sağlayacak bir petrol yasası çıkarmaya çalışırken 2013 Ocak ayında başka bir şey daha oldu…Kuzey Irak petrol açılımı gerçekleşti. Bölgesel Yönetim, Türkiye üzerinden dünya pazarlarına petrol ihracatını başlattı.  Amerikalılar Irak’ın toprak bütünlüğüne sıklıkla vurgu yapmaya başladılar. Sonrasında gelişen olaylar bu zemin üzerinde ilerledi. Dananın kuyruğunun koptuğu yerlerden birisi de buydu…

Erdoğan, Putin ve Reisi arasındaki toplantı Suriye üzerinde odaklansa da sonrasında Zaho saldırısının Türkiye tarafından yapılmış gibi gösterilmesinin sebepleri arasında bu arka planın da hatırlanmasında fayda olduğunu düşünüyorum.