Türkiye'nin Kadın Meseleleri

Kadın yazarlar, sanatçılar, milletvekilleri, iş insanları, STK başkanları, aktivistler; siyaseti, bilimi, dini kimliği, modernleşmeyi, sosyal hayatı, şiddeti, çabayı, sorunları ve çözümleri kadın perspektifinden anlatıyor.

Türkiye’de Kadın Belgeseli Röportajları. Tarih : 2007 - 2008

Sabahat Akkiraz

Sabahat Akkiraz

Kadınca Hissedip Okudum

“Alevi dedeleri bana, binlerce yıldan bugüne kadar getirdikleri kültürü aktardılar. Bu felsefede kadına karşı ayrı bir sevgi vardı. Fakat erkek duyarlılığıyla okunuyordu türküler. Ben kadın duyarlılığı içinde okumaya başladım.”

Babam Sivaslı, ben Mersin doğumluyum. Biraz gurbet gezen bir aileyiz. Ankara’da ilk eğitimimi bitirdikten sonra Almanya’ya göç ettik ailece. Orada da epey kaldık. Ama müzik hayatıma dönmem için beş yaşıma geri gitmem gerekiyor. Babam Mersin’de kolejde çalışırken müzik öğretmeni babamı uyarıyormuş “Bu beş yaşında türkü söylüyor. Bunları radyodan mı duyuyor, annesinden mi? Bu kız müzisyen olur. Ona dikkat edin ve önünü açın.” diye.

Zaten ailemizde âşıklarımız, çalan söyleyenlerimiz var. Annemin de sesi çok güzeldir. Çok küçük yaşlarımda plak yapmamı istediler. O zamanlar bu çok zordu. Meselâ benim büyük nenemi de TRT sanatçı olarak istediği zaman dedem izin vermemişti. Böyle zor aşamalar geçirdik. Babam izin verdi ve ilk plağımı yaptım 70’lerde. Çok heyecanlıydım. Çocuktum daha. İlk plağımda da profesyonel sanatçılarla çalıştım. O zaman Arif Sağ ve Orhan Gencebay vardı. Plağım çok da sevilmişti. Sağ olsun, babamdan her zaman destek gördüm. O bir Anadoluluydu ama ileri görüşlü birisiydi. Bir de Alevilerde kadınlar çok rahattır. Böyle bir inancımız da var. Hayatım boyunca istediğimi yaptım, babam da her zaman önümü açtı. Almanya’da devamlı bize gelen Âşık Daimi gibi büyük ozanlarla oturduk. Onların muhabbetlerinde bulundum, konserlerine gittim…

Ozan Geleneğiyle Büyüdüm

İçimde hep müziğe karşı bir istek vardı. Okula da gitmiyordum, başka bir şey de yapmıyordum. Türkü söylemeyi çok seviyordum. Almanya’da yabancı müzisyenlerin gitarla şarkı söyleyip “Bu benim müziğim.” diye onu sunduklarını gördüm. Onları gözlemledim. “Biz de kendi müziğimizi dünyaya sunmalıyız!” diye düşünüyordum. İçimde böyle bir istek vardı. Ozanların muhabbetlerinde bulunmam bana ayrı bir şevk verdi. Çünkü bana göre onlar bir filozoftu, geleneklerimizle aramızdaki yoldu. Sabahlara kadar sazla, sözle, aşkla yaptıkları muhabbetlerde anlayamadığım manevi duygular vardı. Bu geleneklerle beraber büyüdüm. Ozanların çok faydası oldu bana; yolumu açtılar.

Yurda dönüşümde önümü yine Alevi dedeleri açtı. Bana, binlerce yıldan bugüne kadar getirdikleri kültürü aktardılar. Ozanlık geleneğinden bu kadar faydalanmama rağmen mahallî okuyan âşıkları da dinledim.     

 Bu felsefede kadına karşı ayrı bir sevgi vardı. O güveni hep aldım. Fakat burada bir şey de vardı. Bütün çalıp okuyanlar hep erkekti. Hep erkek duyarlılığıyla okunuyordu türküler. Ben kadın duyarlılığı içinde okumaya başladım. Deyişlerde bile dem söylememe rağmen kadınca bir duyarlılık vardı.

Kendimden Çok Şey Kattım

Ozanlardan aldığım otantik ezgileri doğru aktarmaya çalışmama rağmen sonradan baktım ki Anadolu müziğine kendimden de çok şey katmışım. Meselâ “Yemen bizim neyimize, figan düştü evimize, bah yavrular yetim galdı, güvenmeyin beyinize.” Bu bir kadın ağıtıydı ama erkekler söylüyordu. Duygu aktarımı çok derin değildi. Müzikte o duyguları anlatabiliyorum ama sözle anlatamam, korkarım. Oradaki kadınca bir tepkiydi ağıttı, isyandı, aşktı… Bazı arkadaşlarım hâlâ farkında değiller. Türküleri erkek ağzıyla okurlar. Ama ben kadınca hissedip öyle okumaya çalıştım.

Ülkemde 20 yıldır çok ilgi gören bir sanatçıyım. Dinleyenlerime çok müteşekkirim.

20 senenin içinde 18 albümüm oldu; güzel derlemeler yaptık. Çok başında fark ettim ki bir sanatçı olarak projeniz ve biraz da iddianız olmalıydı. İddia derken bunun kendinizi beğenmişlik babında söylemiyorum. Yaptığınız işi sevmeniz anlamında söylüyorum. Anadolu müziğini seviyorsanız iddia odur. Onu taşımak çok güzeldir. Bütün dünya festivallerine taşımak dediğim iddia buydu. Ben birçok dünya müziğinin içinde Anadolu müziğinin önemli bir yeri olduğunu biliyorum.

Ülkemizde her yıl albümlerimizi sunuyoruz dinleyenlerimize. Bunlar bizim projelerimiz. Uzak vadeli projelerimiz de dünya festivallerine katılmak ya da albümlerimizin dünya çapında diğer müzisyenlerle ortak bir şekilde yer alması.  Derlemeleri çok önemsedim. Anadolu’da 20 yıldır her fırsatta derlemeler yapıyorum. Ama bütün yöreleri değil tabii ki. Orta Anadolu, Malatya, Tokat… İşte 18 albüm oldu. Çoğu albümümde bir milyona varan satışlar olduğu söylendi. Tabii bunu patronlarımız bize yıllar sonra söylüyorlar; şımarmayalım diye herhâlde. Şimdilerde, alım gücünün düşmesinden midir yoksa korsan satışlardan mı, satışlar o kadar yüksek olmuyor.

Londra Caz Festivali’nde Türkü Okudum

1997’de Londra’dan, caz festivalinden bize teklif geldi. Tabii ben caz bilmediğim için çok meraklanmıştım. Oraya gitmem gerektiğini düşündüm. Kalktım, gittim. Onlar bize dostane yaklaştılar. Hatta sazlarıyla bir birliktelik sundular. Ben türkülerimi birebir okudum. Onlar sazlarıyla eşlik ettiler. Çok da yabancı gelmedi bana. Çünkü bizim ozanlık geleneğinde doğaçlama okuma var. Caz da öyleydi. Birbirine çok iyi oturdu. Orada 6 konser verdik. Daha sonra dünyanın ünlü kadın vokalistleri olarak birkaç konsere daha davet edildik. Sonra bunlar albüm olarak yayınlandı. Türkiye’ye de geldi.

Bundan sonra uluslararası konserler için Brezilya’ya kadar gittik. Fakat caz çalışması ayrı bir çalışma olarak kaldı. Ben yine geleneksel Anadolu sazlarımızla birlikte dünya festivallerinde görev aldım. Orada dinleyenleri izledim. Çok beğenildi. O zaman müziğimizi dünyaya şerefle taşıdığımızı anladık. Müziğimizin, dünya müziği içinde çok büyük bir yeri olduğunu gördük. Hatta Brezilya’da bir TV programında renkten yola çıkarak “Benim müziğimin adı turkuvazdır.” dedim. Bundan çok hoşlandılar. Birden ağzımdan çıktı. Demek ki öyle hissetmişim.