Köşe Yazıları
Ayşe Böhürler
Kız Arkadaşlar
Erenköy Kız Lisesi’nde okuduğum için mi bilmiyorum “kız arkadaş” benim hayatımda çok büyük önem taşır. Sırdaş, yol gösterici, seni sen olarak sever kız arkadaşlar, vefalıdırlar, dertlere dermandır, rekabeti de kıskançlığı da yoktur. İnsanın giderek yalnızlaştığı iletişimin dijitalleştiği bir çağda bu kavramların, arkadaşlığın “like” yapmaya indirgendiği bir dönemde kız arkadaşları yazmak istedim. Bu yazının bir diğer sebebi de geçen hafta Türk Kahvesi’nde konuk ettiğim iletişim profesörü Nuran Yıldız. Nuran Hoca bir arada ayakta kalabilmenin tek formülünün melezleşmek olduğunu söylüyordu.
Kız kardeşim olmadan büyüdüm. 11 yaşımda adımımı attığım Erenköy Kız Lisesi’nden 17 yaşımda mezun olduğumda pek çok kız arkadaşım -vardı. Kız liselerinin ayrı bir havası vardır. Uzun öğlen tatillerinde sınıfın kapısı kapanmışsa herkes bilir ki; içeride sadece kız arkadaşların katılabildiği özel bir sohbet vardır.
Lisedeki kız arkadaşlarımla bambaşka yaşam biçimlerimiz olsa da hala görüşmeye devam ediyoruz. Her birimizin yolu da fikri de bambaşka. Ama bu ne dostluğumuza ne birbirimizin yardımına koşmamıza, ne de dertlerimizi paylaşmamıza mani olmaz. Ortak paydalarımızı ayrılıklarımızın üstünde tutarak dost kalabildik. Sadece lise değil sonraki dönemde de bu çerçevede pek çok dostum oldu. Yılların içinde ne onlar fikirlerini değiştirdi ne de ben!
Siyaset, iş dünyası, hepsinde de çok geniş muhitim ancak az sayıda sıkı dostlarım oldu.
Çok şey paylaştık, çok badire atlattık, bazen de atlatamadık…
Ama hayattan sahici ve samimi sohbetlerle, en kriz anlarında, en ayrı düştüğümüz zamanlarda bile dostluklarımızı canlı tutmayı bildik. Bu dostlukların onlara da bana da katkısı büyük oldu. Karşı fikirde olsanız da onlar hiçbir zaman karşıtınız hele de düşmanınız hiç olamıyor. Yüzde yüz aynı fikirde olmadığımız insanlarla dostluğun başka bir kıymetli tarafı da kendi sesinizin yankısıyla aldanmak, oyalanmak yerine ayaklarınızın daha sıkı yere basmasını sağlaması.
Türkiye’de kutuplaşma hep konuşuldu ve her seferinde de yeni bir şeymiş gibi konuşulmaya devam ediyor. Bugün bir nebze farklı olanın; arkadaşlık ortamlarının zayıflaması olduğunu düşünüyorum. Arkadaş olabilmeyi ve kalabilmeyi öğrenmek için siyasi görüşleri önde kimlik unsuru olarak tutmaktan vazgeçerek konuşmayı öğrenmek gerekiyor. Bizi kurtaracak olan fikirler değil. Hangi fikirde olursak olalım birbirimizin özünde “iyi insan” olduğuna duyduğumuz inanç.
Bugün hayatımda geriye doğru baktığımda bu farklı dostlarımızın en kıymetli kazanım olduğunu görüyorum.
İlahi Ayşe Kulin!
Sevgili Ayşe Kulin Armağan Çağlayan’a konuk olmuş. İlgiyle dinledim. Ayşe Hanım İslam ile ilişkisi yakın olan iktidar odaklı kesimin çok kibirli olduğunu, insanlara tepeden baktığını söylüyor. Konakta büyümüş, büyükannelerinden gördüğü gerçek İslam’ın bu olmadığı inancında. Ayşe Hanım’ı dinlerken yukarıda yazdıklarımı da düşünerek acaba hiç farklı kesimlerden arkadaşı olmuş mu, çevresinde kendinden farklı birisinin bulunmasına izin vermiş mi diye merak ettim. Reklamcılık yaptığı dönemde tanıdığı figüranları kast etmiyorum tabii! Çünkü halkı yakından tanımak için metro ve otobüse bindiğini orada halkın çeşitliliğini gördüğünü söylüyor. Ha bir de bu ülkenin kendini “öteki” hissettirdiğini çünkü “uzun süredir oy vermediği bir iktidar tarafından yönetildiğini, televizyonu her açtığında kendini temsil ettiği değerlere tükürüldüğünü ve çarşafa dahi sokacak olsalar bu ülkede kalmakta direneceğini” söylüyor. Bu “çarşafa dahi sokacak olsalar” ifadesi bana komik geldi. Bir dönem “Başörtüsü serbest olursa Türkiye İran olur, Suudi Arabistan olur” sözü çok modaydı. Bir de tarihte çarşaf yasaklansın diyenler var. Ama bu olay da ta 1950’li yıllarda olmuş. Demokrat Parti’nin ilk yıllarında iki kadın milletvekili çarşaf yasaklansın diye Meclis’e teklif sunmuşlar. Osmanlı dönemindeki çarşaf yasaklarına hiç girmiyorum…
Aradan çok zaman geçti, çok şey değişti. Bunca yıldır aynı mahalledeyim, hiç zorla çarşafa giren birini duymadım, çarşaf çıkartanları da çok gördüm. Hatta geçenlerde yeni sosyal medya ortamı olan Clubhouse’da başörtüsünü çıkartan gençleri dinledim. Toplumda gördükleri “ayrımcılığın” hayatlarına etki etmesine izin vermek istemedikleri için başlarını açtıklarını söylüyorlardı.
İlahi Ayşe Kulin! Çağ değişti, kadınlar da, dindar kadınlar da! Bırakın çarşafı, başörtüsüne bakış bile değişti. Metro, otobüs dışındaki ortamlarda da halkı tanımaya ihtiyaç var. Ha bu arada ben “kıyafet yasaklarına karşı mücadele veren, isteyen istediğini giysin” diyen iktidar partisi kurucularından birisiyim. O zamandan beri fikrim hiç değişmedi. Ülkede kalmanızı çok isterim, sizi zorla çarşafa sokacak olan olursa lütfen haber verin birlikte mücadele edelim.
Sizi Serbest Bırakmayı Muvafık Bularak Tatlik Ettim
“Evlenme ve boşanma tarafların arasındaki şahsi bir hukuki hadisedir; yaşananların ayrıntıları sadece karı ve kocayı ilgilendirir ama taraflardan birisi devletin kurucusu ve reisi olduğu takdirde o evlilik tarihi bir mahiyete bürünür. 22 yaşındaki bir kızın 39 yaşındaki muzaffer kumandan ile yani Latife Hanım’ın Mustafa Kemal Paşa ile yaptığı ani evlilik de böyle bir tarihi hadisedir. Muzaffer kumandanın izdivacından sadece 9 ay sonra yeni bir devlet kurup, o devletin başına geçmesi o tarihi hadiseyi daha önemli hale getirmektedir.” Murat Bardakçı bu talakı yani boşanma hadisesini ve sonrasındaki yaşananları resmi arşivlerden yeni belgeler ışığında araştırdı. Latife Hanım ile Gazi M. Kemal’in boşanma hikayelerini ” Sizi Serbest Bırakmayı Muvafık Bularak Tatlik Ettim” başlığıyla kitaplaştırdı. İş Bankası Yayınları’ndan çıkan kitap, boşanma evrakı detaylarında ikisinin de karakterlerine dair ipuçları veriyor.
Belli ki fırtınalı evlilikmiş.
Belli ki Latife Hanım Gazi Mustafa Kemal’i yönetmeye kalkmış.
Belli ki bunu herkesin içinde ayan beyan etmiş.
Belli ki bu sonuca hazırlıklı değilmiş ve üstünlük taslamış.
Sonuçta imtizaç uyuşmazlığı fırtınalı bir ilişkiyi sonlandırmış. Bardakçı 2 sene 6 ay 8 gün süren yani sadece 920 gün devam eden mutsuz evliliğin boşanma öyküsünü yazarken bir dönemi de aydınlığa kavuşturuyor.