Köşe Yazıları

Ayşe Böhürler

Ayşe Böhürler

Kötülük Çemberi

Lauren Bohn Ortadoğu üzerlerine haberleriyle takip ettiğim bir gazeteci dün kendi hesabından Pakistan’da Blackwater isimli güvenlik-anti terör şirketinin sahibi Erik Prince’in kişi başı 6.500 dolara Kabil’den çıkış uçak bileti sattığını, 2017 ‘de lityum, uranyum, fosfor ve nadir elementler bulunan Helmand bölgesindeki madenleri yağmalamayı önerdiğini yazdı. Ve bir dizi Erik Prince ve Afganistan’da yaptıklarına ilişkin yazı paylaştı.

Afganistan Amerikan şirketlerinin savaş laboratuvarı olmuş. Bu şirketler Afganistan’a yağma Hasan’ın böreği gibi davranıp, madenlerini alıp bölgenin yerli halkını dünyanın gözünde çöp haline getirmişler.  Kendilerinde o bölge ve insanları üzerinde her şeyi yapmaya hak görmüşler…

Ve geride kalanlar… Dünya yeni bir insanlık krizi ile karşı karşıya. Son haftalardaki gelişmeler bu insanlık krizinin içinden nasıl çıkılacak sorusunu beraberinde getiriyor. Bu sadece Türkiye’nin değil uluslararası toplumun da sorusu. Gelişmeler şöyle:

Afganların Avrupa’ya göç güzergahları İran ve Türkiye’den geçiyor. Bu 50 yıl öncede böyleydi, bugün de. Çok zor, ölüm tehlikesiyle burun buruna bir kaçış rotası bu. Ancak bu yol aynı zamanda Avrupa’ya geçişin umudun kapısı…

İran Pakistan’dan sonra en fazla Afgan göçmen barındıran ülke, 800 bine yakın kayıtlı Afganlı göçmen var. O da bugünlerde belgesiz göçmenlere karşı önlemlerini sıkılaştırdı. Yakalananlara 25 yıl hapis cezası konuşuluyor.

Türkiye İran sınırını güçlendirdi, tabiri caizse kuş uçurtmuyor. 500 km’lik İran sınırında önlemleri iyice arttırmış durumda. Çaldıran’da duvarın büyük bölümünü tamamladı. Geçen yıl 415 bin göçmeni yakaladı ve geri gönderdi.

Yunanistan Avrupa’ya ulaşmaya çalışan Afganları geri itmede en agresif politikaya uyguluyor. Duvar inşa etmeye başladı. Çünkü Schengen Anlaşması’na göre sınırdan girdikten sonra geri gönderemiyor.

Avrupa’da 2015’te yaşanan panik yeniden tetiklenmeye çalışılıyor. Düzensiz göç adeta bir barbarlar istilası olarak sunuluyor, “kendimiz korumalıyız” sesleri yükseliyor… Bu arada  2015 yılında Avrupa’yı tehdit ettiği söylenen 1.2 milyon mülteci Avrupa nüfusunun 0.16’sı bile değildi.

Kıyılarda artık muhkem kalelere dönüştü. Avrupa ülkeleri kıyılarında artık gemilerle donanmış daimi bir asker birlik bulunduruyor, üçüncü dünya ülkeleriyle insan pazarlığı yapıyorlar.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron sanatçıları, gazetecileri, LGBT bireyleri ve insan hakları savunucularını alırız diyor. Almanya Başbakanı Merkel 2015’deki gibi açık kapı sözü veremiyor. 400 bin kişiyi alırız diyor…

Herkes birbirine iterken Afgan mültecilerin durumu gerçek bir insanlık krizine dönüşmüş durumda. Uluslararası toplumun Afgan mültecileri bölgede Pakistan, İran veya bir Orta Asya ülkesinde tutmaya çalışma kararı ne kadar işleyebilecek… Afgan insanları dünyaya pompalanan korkulara gerekçe oluşturmaya daha ne kadar devam edecek bilmiyoruz. Ama ortada gayri insani bir tablo var. Bu tablonun failleri ellerini yıkayıp işin içinden çıktılar akkaşık gibi. Kenardan olanları izleyip vay Afganlı kadınlar diye ağıtı yakıyorlar. İşaret edilene değil gerçeğe kötülüğün kaynağına bakmakta fayda var.

AMMA VELAKİN… PAŞALAR

Deyimler bu toprakların bilgeliğini taşır, anlamların içinde gizlenmiş birçok anlamıyla her kelime bir dünyadır aslında. “Paşa”lık mertebesi de bunlardan birisidir. Gerçek anlamının ötesinde içinde pek çok anlam, bir ruh barındırır. Bu toprakların ruhudur. Bu kelimelere yabancılaşmak içinde gizlediği anlamlara yabancılaşmaktır. 

Bu halk askere güvenmiş, bu güveni yıkan durumları istisna ya da zaruret saymış, bu güvenle çocuğunu “paşa olacak” diye büyütmüş. “Paşalar gibi okusun” demiş, “paşam” diye sevmiş… Bu topraklarda ordunun anlamı büyüktür. Asker olmak, paşa olmak güvendir, izleri silinmez.  Belki de bu nedenle 28 Şubat davasında emekli generallerin, paşaların 94 yaşındaki askerlerin hapse gönderilme kararını okurken duraladım. Bırakın sevinci üzüldüm. Üstelik de 12 Eylül’den başlayarak adım adım inşa edilen 28 Şubat kararlarına karşı mücadeleyle ömrünü geçirmiş birisiyim. Kadınların yaşadıkları acıların şahidiyim. 

Amma velakin üzerinden 24 yıl geçmiş, kaç nesil değişmişken bu yaşta generallerin hapse girmesinin kimseye faydası olmayacağını düşünüyorum. Çocuğunu “paşa olsun” diye seven toplumun buna rıza göstermediği kanaatindeyim.

YALAN CEPHANELİĞİ

Siyaset her zaman karşıt fikirlerle çarpışmayı beraberinde getirir.
İşin ruhu bu, rekabet, iddiayı içerir. Rakibi kızdırıp köşeye sıkıştırmak, amaca giden yolda her türlü aracın meşru görüldüğü popülist siyasetçilerin başvurduğu en bildik yöntem. Belli ki kızdırıp ringe çekecekler kavgayı kendi kurallarıyla kendi gündem başlıkları üzerinden sürdürecekler. Rakibin enerjisini boşa harcatma da denebilir buna. Bunu yapmak içinde her türlü yalana dolana iftiraya başvuruyorlar.

Sosyal medyayı da yalanın merkezi haline getirdiler. Halkı birbirine kışkırtmak, mültecilere karşı kışkırtmak için yalanı cephane haline getirdiler. Bugünlerde muhalefet partileri yalanı tek sermaye haline getirerek kaosa yatırım yapıyorlar… Aman dikkat!