Köşe Yazıları
Ayşe Böhürler
Laf Mı Hayat Mı?
Tarih konularına merakımı biliyorsunuz. Üniversite tercihinde üçüncü sıraya gazetecilik değil de tarih yazsaymışım çok iyi olurmuş. Ancak tarih mesleğim değilse de özel ilgi alanım olduğu için okumalarım hiç bitmiyor. Özellikle Netflix gibi kanallarda yeniden yapılan 19. ve 20. yüzyıldaki kritik olaylara dair filmlere bakınca bizim bu dönemi özellikle de Cumhuriyet tarihini yeterli çalışmadığımızı görüyorum.
Bu çerçevede ilgimi çeken kitaplardan birisi Fenerbahçe Üniversitesi öğretim üyesi Efe Sıvış’ın Türk Demokrasisinin Sıfır Noktası isimli kitabı oldu.1930’lu yıllarda Türk dış politikasındaki değişimi ABD belgeleri ışığında ele alan Efe Sıvış, Türkiye’nin “demokrasiye geçişi” sürecinde ABD’nin Türkiye üzerinde siyasî etkisi olduğu sonucuna varmış. Başta diplomatik kaynaklar olmak üzere, ABD arşivlerine dayanarak yürüttüğü araştırmasında vardığı neticelere göre Türkiye, ABD’den bu hususta bariz bir baskı, teşvik veya talep ile muhatap olmamış. “ABD Türkiye’den çok partili hayata geçişi değil fakat serbest piyasa ve liberalleşmeyi istedi” diyor. Bugün de bunu talep ediyor sanırım.
TÜRK SİYASETİNDE “OBA “ ETKİSİ
Genç bir akademisyen olan Efe Sıvış’ın yazılarını okurken dikkatimi çeken bir notu da paylaşayım:
“Siyaset bilimi literatüründe yaygın kullanılan merkez-çevre teorisi 1975’de Edward Schils tarafından ortaya atıldı. Şerif Mardin Hoca, toplumsal süreçleri açıklamada kullanılan bu teoriyi eserlerinde Türk siyasal hayatına uygulamıştı. Merkez, erken Cumhuriyet döneminde CHP çevrelerini ifade ediyordu. Lisans öğrencisiyken Hasan Bülent Kahraman, Sabancı Üniversitesi’ndeki derslerimizde ezberlemede kolaylık olması için bunu “OBA” şeklinde kısaltırdı. Yani ordu-bürokrasi-aydın bloğu. Merkez buydu. Halktan kopuk, dar bir elit gruptu. Diğer yanda ise tacir ve köylülerden oluşan geniş halk kitleleri vardı. Çevre denilen bu grubun o dönemde Türk siyasetinde bir etkisi yoktu. Menderes’le başlayan Özal ve Erdoğan ile devam eden gelenek işte bu çevreyi merkeze taşıma iddiasıyla siyaset yaptı.”
İÇERDEKİ OBA
Siyasete ilk girdiğim yıllarda daha gözlemciydim sanırım. Bu OBA ilişkisi partinin içinde de geçerliydi. Bazı kişilerde dönemin genç ve yeni lideri olan Tayyip Erdoğan’a yönelik bir hafife alma durumunu yer yer gözlemlerdik. Bu tutum özellikle de akademik kökenli, Refah hareketinden gelmiş isimlerde kendini daha bariz gösteriyordu.
Ben yine konuyu alfa -beta rollerine bağlayacağım. Alfayı beğenmeyen ama liderliğe kabiliyeti olmayan beta konusuna…“Ben ikinci adamım ama asıl olan benim” duygusunu hisseden, yaşayan ve yaşatan kişileri saymayayım, dedikodu olur. Bu kişilerde bir kapasite elbette vardı ancak onlar bunun da ötesinde “biz olmazsak hiçbir şey yapılmaz” kibrini taşır ve de her ikinci adam gibi kendilerini bir siyasi hareketi götürebilecek kabiliyette kabul ederlerdi. Sundukları katkı önemliydi elbette, lakin lider olabilirler miydi, olsalar arkalarından kaç kişi onlara güvenip giderdi sorusunu yıllar yanıtladı. Yoruma hacet yok!
Bendeniz televizyoncu olduğum için de laflar kadar ifadelere de çok takılırım. Küçümseme ifadeleri çok dikkatimi çekerdi. Her ekipte olur böyle şeyler deyip geçip gittiğimiz bu hallere akademik unvan taşıyan hocalık yapmış isimlerin birçoğunda hep tesadüf ettim. Liderliği boya posa bağlama işine kadar götürenleri de duymuşumdur. Tayyip bey bu tutumları anlasa da kimseyi yüzleştirmez, çoğu zaman böyle şeyleri gayet üstten karşılar hiç mesele etmezdi.
En çok küçümseyenlerden birisi Abdüllatif Şener ilk kopanlardandı. Geçenlerde bir Youtube kanalına çıkmış.“Ne kadınların köle pazarlarında satıldığı dönem, ne Moğol savaşları, ne de haçlı seferinde böylesini görmedi bu ülke” demiş…Dinledim dinledim sonra da kin ve intikam duygusuyla hastalanmış diye düşündüm. Ortalama bir aklıselim muhalifin dahi söylemeyeceği şeyleri söylüyordu…
Bu dudak büken kibir abidesi hocalar içinde en ağır küçümsemeyi Ahmet Hoca’da görmüşümdür. Hoca sağ olsun bir OBA insanıydı. Kendi bilgi seviyesinde olmayanı otomatikman aşağıda görürdü. Toplantılarda bu tutumunu örtbas etmek için aşırı övgü düzdüğünü düşündüğüm çok olmuştur. Şimdi 6’lı masaya baktığımda aynı tutumu orada da sürdürdüklerini görüyorum.
Muhalefet bunlara boşuna sarılıyor, bu hocalar içeride de dışarıda da AK Parti’de bir gedik hatta bir delik bile açmayı başarabilmiş değiller. Sorun onlarda değil elbette. Maalesef hayat, dünya, gerçekler, onların seviyesine çıkamıyor…
LAF OLA BERİ GELE!
Bunca zaman herkes bir ortak mutabakat metni beklemişti. Ben de öyle. İnsan ne bileyim daha ciddi şeyler duymak istiyor ama masanın aksiyon planında görülenler şunlar:
Üç aşağı beş yukarı AK Parti ne yapmış diye bakmışlar, tersini maddeleştirmişler.
Yüzde 90’ı gerçekle bağlantısız ve de olabilecek işler değil!
Yapacağız dediklerini nasıl yapacakları hiç belli değil!
Cumhurbaşkanı 7 yıl için seçilecekmiş, partisi ile ilişiği kesilecek, mevcut görev sonrası aktif siyasete dönemeyecekmiş. Bu profilde ancak Fahri Korutürk gibi bir isim seçilebilir.
Ali Bey diyor ki; “Geçmişi konuştuğumuzda iki dakikada kavga çıkar ancak geleceği konuştuğumuzda ise anlaşıyoruz.” Komik değil mi? Somut geçmişte anlaşamıyor da izafi gelecek üzerinde anlaşıyorsanız zaten iş baştan sorunlu.
“Cumhurbaşkanlığını Çankaya köşküne taşıyacağız” diyorlar. Niye ki gül gibi Beştepe binaları dururken niye dönemin ihtiyaçları için küçük kalmış binada ısrar ediyorsunuz.
Atatürk Havalimanı’nı tekrar uçuşa açacağız diye bir madde var. Niye sahiden?
Ha bir de Saadet Partisi’ne rağmen İstanbul sözleşmesini de koymuşlar programa.
Saadet’in dindar çevrelerde koparttığı ve koparttırdığı yaygara neye yaradı ki…Ayrıca görülen o ki masa Saadet’i filan ciddiye almamış.