Köşe Yazıları
Ayşe Böhürler
Rusya’yı Tanıyor Muyuz?
Dostoyevski, Puşkin, Gogol, Soljenitsin ve daha da sayacağımız ona yakın Rus yazarı okumuş, eli kalem tutan birçok insan mutlaka okumuştur. Rus edebiyatının şaheserleri dünya edebiyatı içinde en çok okunanlar arasında başı çeker. Daha ortaokul yıllarımda elime tutuşturulan romanların Tolstoy’a ait olduğunu hatırlarım. Rus klasikleri neredeyse tekmili birden Türkçeye kazandırılmışken, komünist döneme ilişkin eserlerin doğru bir çevirisi olduğunu hatırlamıyorum. Sol yayınların çıkarttığı hâlâ numune olarak sakladığım Lenin gibi ideologların kitaplarını anlamak için sarfedilen yoğun çabayı bugün bile hatırlıyorum. Okursun okursun bir cümlenin içinden çıkamazsın. Bunun sebeplerinin başında elbette kötü çeviri vardı. Marksizmin Türkiye’de yeterince anlaşılamaması da belki de buna bağlıydı…
Rus klasiklerini Türkçeye kazandıran dört farklı isimden söz etmek istiyorum. Farklı kuşakları temsil eden bu isimlerin ilki 1933 doğumlu Mehmet Özgül’dür. Kuleli Askeri Lisesinden mezun olmuş ardından Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nin Rus Dili ve Edebiyatı bölümünde okumuş, ABD’de Georgetown’da yüksek lisans yapmış, Genelkurmay’da Rusça tercümanlık yapmış bir isimdir. Moskova’ya giden bir devlet görevlisidir. Yine aynı dönemden ikinci isim Ergin Altay’dır. Mehmet Özgül ile aynı lise ve fakülteden mezundur. Aynı süreçlerle Rusça-Türkçe çeviri işine dahil olur. Üçüncü önemli çevirmen ise şair Ataol Behramoğlu’dur. 1942 doğumlu olan şair bir sonraki kuşaktandır. 1961’deTİP üyesi olur. O’da Ankara Dil Tarih, Rus Dili ve Edebiyatı mezunudur. İlk çevirdiği yazar “İvanov” ile Çehov’dur. 1972’de iki yıl Moskova’da yaşayan Behramoğlu Puşkin’in tüm eserlerini Türkçeye kazandırması sebebiyle Rusya’dan Puşkin Edebiyat Ödülü almıştır. Rusçadan edebiyat çevirileri yapan dördüncü kişi Samed Karagöz’dür. İmam hatip lisesi mezunu olan Karagöz, üniversitelere girişteki katsayı engeline takılınca Rusya’ya üniversite okumaya gider. Çehov ve Dostoyevski’yi çevirir. Bugün Rus edebiyatını severek okuyorsak farklı sebeplerle Rusça öğrenen bu çevirmenlerin katkısı büyüktür.
…
Ruslar edebiyatı bir tür kehanet olarak gördükleri için ayrı önem veriyorlar. Çeviri eserlerin yanında Rusya’nın ruhuna ve kimliğine dair ilk ve en kapsamlı roman serisi Alev Alatlı’dan geldi. Aydınlanma Değil Merhamet ve Gogol’un İzinde, Eyy Uhnem Eyy Uhnem ! Rusya hakkında Bir Türk yazarın yedi yıl süren çalışmasının sonucunda ortaya çıkan kitaplar bugün de Rusya hakkında yazılmış en kapsamlı eser olarak biricikliğini koruyor. Bu kitaplar ayrıca Rusya tarafından 2006 yılında Şolohov Edebiyat Ödülü aldı.
….
Geçen hafta Kazakistan’da çıkan ayaklanmalar ile birlikte Cumhurbaşkanı Tokayev, Rusya’nın başını çektiği “Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü” nden Kazakistan’a barış güçlerini göndermesini isteyince Rus ordusu bir günde Almatı’ya yerleşti. 1990-2000 arasında yaşananları tersine çeviren gelişmelerle Rusya tekrar gündemimize girdi. Bu dönemde yaşananlara dair bir iki hatırlatmayı Alev Alatlı’dan aktarmak isterim.
-Rusya dünyanın en büyük kara parçasını kaplayan bir ülke. “En karanlık karanlığının, en soğuk soğuğunun, en geniş genişliğinin, en yüksek yüksekliğinin yaşandığı ülke.”
“Rusya’nın tarihine kim etkili olmaya çalışırsa çalışsın o herkesi şaşırtarak kendi tarihini yazmış bir ülke. Hem dost hem de düşman olmayı aynı anda başaranlar arasında başı çekiyor….”
“-1980li yılların başlarında dünya toplamının yüzde yirmisini oluşturduğu hesaplanan üç milyon dört yüz bin uluslararası nitelikte bilim adamıyla mağrur bir “yüksek teknoloji imparatorluğuydu…Gorbaçov’le başlayan, Boris Yeltsin rejimi ile süren, sonuçları Rusların ezici çoğunluğu için facia niteliğinde olan “reformlar” geldi. IMF’ye teslim edilen, sanayisinin yüzde altmışını kaybeden Rusya…Yüzde bin üç yüz elliye fırlayan enflasyon… Açlıktan ölenlerin günlük ortalamaları üç rakamlı sayılara yükseldi. Meşruiyetini ve güvenilir tabanını kaybetmiş, aşırı derecede yıpranmış, sadece halkının desteğinden değil, bürokrasisini dolduracak güvenilir insan kaynağından da yoksun bir devlet gücü haline gelmişti. Entelektüel bir boşluk içinde, temsil ettiklerinin ihtiyaçlarını dillendirmekten aciz, bir o kadar zayıf ve dezorganize muhalefeti vardı…IMF’nin ‘şok tedavisi’ ve ‘özelleştirme’ ile yaratılan, ülke çıkarlarını hiçe sayan Yeni Ruslar diye birileri türemişti…Kendi hükümetleri ile yabancı bir güçmüşcesine pazarlık eden ekonomi seçkinleri... Rusya’nın bir ‘haydut devlet’ haline geldiğini söyleyen bir Duma sözcüsü, Gennadi Seleznev. ‘Hamasi belâgat, ekonomik maceracılık ve geniş çaplı hırsızlık Rus gerçekliğinin uzun vadeli değişmezleri olacaktır’ diyen bir ‘reformcu’ Yegor Gaidar…Bilim adamlarının üçte ikisi kaybetmiş, dünya yakın tarihinde, yıllarca sürdürdüğü kalkınmanın meyvelerini çürümeye terk etmişti. ‘Üçüncü Dünya’ olarak adlandırılan ülkelerin saflarına kaymak tehlikesiyle karşı karşıyaydı…Moskova Fizik Enstitüsü mezunları hayatlarını kazanmak için bedenlerini satmak zorunda kalmışlardı…Hükümsüzleştirilmesinin acısını oturduğumuz yerden hissedebileceğimiz muhteşem bir birikimi vardı…”
Bugün bu birikim bunlarla mücadele ederek eski Rusya’yı ortaya çıkardı. Gelişmeleri buradan okumakta fayda var.