Türkiye'nin Kadın Meseleleri

Kadın yazarlar, sanatçılar, milletvekilleri, iş insanları, STK başkanları, aktivistler; siyaseti, bilimi, dini kimliği, modernleşmeyi, sosyal hayatı, şiddeti, çabayı, sorunları ve çözümleri kadın perspektifinden anlatıyor.

Türkiye’de Kadın Belgeseli Röportajları. Tarih : 2007 - 2008

Binnaz Toprak

Binnaz Toprak

Siyasette ‘Kota’ Şart

Kadınların siyasete girmesinin önündeki en önemli engel erkeklerin seçim listelerinin zirvesini işgal etmesi, kadınların ise en sona konulması. Siyaset bilimci Binnaz Toprak, “Bu meseleyi kotasız çözmenin imkanı yok” diyor.

Türkiye’deki kadının hikayesini anlatırken aklıma annemin hikayesi gelir. Yani ikinci meşrutiyet ilan edildiği yılda doğmuş.Ve de üniversiteye gelinceye kadar Osmanlı Devleti çatısı altında yaşamış.O zamanlar tabi 19.yy’dan itibaren, özellikle İstanbul’daki kızlar için okuma imkanları çok daha gelişmiş vaziyette hatta Cumhuriyet öncesi bir kız üniversitesi bile “İNAS Darul Fururu”diye sırf kızlara ait bir üniversite kurulmuş.
Annem de bu eğitim sürecinden yararlanıp Erenköy Kız Lisesi’ni bitiriyor. Hangi yıllarda bitirdiğini bilmiyorum çünkü o yıllar savaş yılları İstanbul işgal altında, ama üniversite çağına geldiğinde Cumhuriyet kurulmuş oluyor ve 1929 yılında İstanbul Hukuk Fakültesi’nden mezun oluyor annem.1930’ların başında da hakim olarak Giresun’a atanıyor.

Annemin duvarda bir kaç tane resmi vardır bende, bir tanesinde Osmanlı dönemi hala ve dolayısıyla tamamiyle kapalı ama İstanbul kadınları o zamanlar belki Anadolu’dan farklı olarak daha değişik biçimde kapanıyorlar. Hoş bir resim. Ondan sonra da 1930’ların başında bir Adliye binasının önünde çekilmiş resmi var. Herhalde Giresun’da olacak o resim. Bütün ilin ileri gelenleri var. Ve de o resmin ortasında tek kadın olarak annem var. Onu ben Cumhuriyet’in özeti olarak görüyorum ve o resimdeki en prestijli insan bir açıdan çünkü Adliye’de ağır ceza hakimi olan annem. Ben bunu bir kaç kere anlattım dedim ki; annem eğer 1930’larda fırsat bulupta Avrupa’ya gitmiş olsaydı ve ben Türkiye’den gelmiş bir hakimim üstelikte ağır ceza hakimiyim deseydi herhalde aydan gelmiş uzaylı gibi bakacaklardı. Çünkü ne Avrupa’da ne Amerika’da ne de dünyanın herhangi başka bir yerinde 1930’larda kadın hakim yoktu.

Erkekler Cumhuriyeti

Bu açıdan baktığımızda Cumhuriyetin kazanımları hakikaten çok önemli kadınlar açısından. Bu kazanımlar Türkiye’deki kadınları çok farklı bir konuma getirdi. Ama bütün bu kazanımlardan yararlanan kadın sayısı kısıtlı kaldı.

Belki günümüzde bu sayı çok daha arttı ama gene de Türkiye’nin geneline baktığınızda işte okur yazarlık oranlarında kadın erkek arasında önemli farklılıklar var, lise eğitiminde var, üniversite eğitiminde var. Onunda ötesinde kadınların özellikle gerek devlet sektöründe gerek özel sektörde olsun üst yönetimde bulunmaları açısından önemli farklılıklar var. Hatta ben bir kaç sene önce bir yazı yazdım “ “Erkekler Cumhuriyeti” diye. Çünkü hakikaten yönetici kadroya baktığınızda yani Cumhuriyet’in getirdiği o kazanımlardan dolayı mesela çok sayıda kadın hakimimizvar, avukatımız, doktorumuz, öğretim üyemiz, vs. var. Ama yönetici kadroya baktığınızda Anayasa Mahkemesi’nden tutun hele o tarihte, şimdi bir kaç tane üst düzey yargı organlarında çok şükür kadınlar gelebildi.

Kadın Niye Yok?

Bunu ben de merak ettim açıkçası ve tam da bunun nedenini araştırmak üzere Ersin Kalaycıoğlu’yla birlikte bir araştırma yaptık. Bu bir anket çalışmasına dayalıydı.

Bu ankette “siyasetle ilgileniyor musunuz” sorusunu hem kadınlara hem erkeklere sorduk. Ortaya çıkan tablo aslında ne kadınlar ne erkekler Türkiye’de siyasetle çok fazla ilgilenmiyor. Çünkü bu gerekçe olarak siyasiler tarafından hep öne sürülür. Canım biz kadınları istiyoruz ama maalesef ilgilenmiyorlar siyasetle diye. Erkeklerde ilgilenmiyor. Evet doğru erkeklerin oranı biraz daha fazla, erkeklerin 30%’u evet ilgileniyorum diyor, kadınlarında 15%’i. Yani yarı yarıya gibi.

Ama o 30% neredeyse 100% Meclis’te temsile tercüme ediliyor. Dolayısıyla doğru bir orantı değil. Eğer o orantıyı kuracak olsanız Meclis’in 3’te 1’inin kadınlardan oluşması gerekiyor. Ve de başka sorularda, mesela “Siyasete girmek ister misiniz?” Hayır diyenlere, “Neden girmek istemiyorsunuz?” diye sorduk. Çok büyük bir oranda “Çünkü siyasette kadınlara fırsat tanınmıyor.” dediler. Aynı şeyi genel nüfusa sorduk yani hem kadınlara hem erkeklere gene büyük bir oranda, genel nüfus erkekler de dahil olmak üzere, en önemli neden olarak ve büyük oranda, fırsat tanınmadığını söylediler. Siyasal partiler bu güne kadar kadın adaylar göstermedi değil ama kadın adayları listelerin en sonuna seçilemeyecekleri yere koyuyorlar.

Çözüm Kota

Bu dünyanın bir çok ülkesinde de böyleydi. Bir çok ülkede mesela Fransa da yakın zamanlara kadar son derece düşüktü meclisteki kadınların oranı. 2000 yılında Japonya’da sıfırdı. Bu yılki uluslararası istatistiklere bakın, ben en son baktığımda galiba 2004 yılıydı 10%’a çıkmış. Şimdi bu nasıl çıkabiliyor? Kota konuyor. Bu araştırmadan sonra gittik Meclis’te anlattık araştırmamızı ama maalesef 4 tane milletvekili geldi bizi dinlemeye. Ayrıca ben hükümet yetkililerinden, üst düzeyde yetkililerden bir kaçından randevu aldım konuştum “Bakın dedim bunu kotasız halletmenin imkanı yok”. Çünkü siyasal partililer içinde de muazzam bir rekabet var, o da listelerin ilk sıralarına yerleşme rekabeti. Ve siyasal parti liderleri gerçekten kadınların girmesini istiyor bile olsalar o kadar çok baskı altındalar ki listelerin tepelerine koyamıyorlar kadınları.

Bu kota konusunda fermuar sistemi diye bir sistem var: Listeye erkekler başlıyor bir erkek bir kadın diye. Ve aşağı yukarı yüzde 30-33 civarında mecliste kadına dönüşüyor. Şimdi Türkiye’de bunun yapılması lazım. Fas yaptı bunu ve ciddi biçimde kadın oranı daha fazla. Bir çok Müslüman ülkede bakın; Malezya’da, Endonezya’da, Fas’ta, Irak’ta, Sudanda, Nijerya’da…

İslam Hukukundaki Sorunlar

Bu gerginliğin her iki tarafını da anlayabiliyorum. Lâik kadınlar açısından baktığınızda, İslâm dininin kendisini demeyeyim ama İslâm hukukunun önemli sorunları var. İslâm hukukunun; 7. Yüzyıl’dan bu yana, yani İslâmiyet’in çıkışından bu yana geliştiği şekliyle, yaşadığı toplumlardan da etkilenerek kadın-erkek konusunda 21. Yüzyıl için çok tutucu hükümleri olduğunu düşünüyorum. Meselâ çok evlilik, mirastan eşit bir şekilde yararlanamama, boşanmanın, neredeyse tarih boyunca bir sürü Müslüman toplumunda tek taraflı olması, çocuklar üzerinde velayet hakkı meselesi, zina meselesinde taşlanarak insanların öldürülmesi vs.

Bunların yeniden ele alınması gerektiğini, bunun da özellikle Türkiye’de yapılabileceğini düşünüyorum. Çünkü Türkiye İslâm dünyasının içinde hakikaten de önder bir ülke. Hukukun modern çağa uygun bir şekilde yeniden yorumlanmasının, özellikle kadın erkek ilişkileri meselesinde gerektiği kanaatindeyim.

Türkiye İslâm hukukunun geçerli olduğu bir devlet olmamasına rağmen İran, Afganistan, Sudan gibi ülkelerdeki uygulamalar kadınları korkutuyor….

Cumhuriyet Devrimleri

Cumhuriyet devrimleri aslında işin başında tepeden inme olarak geldi. Henüz büyük bir çoğunluk bunları kabullenmiş değildi. O yılarda sadece bürokrat ve askeri kadro onları benimsiyordu. Zaten onlar eğitimli bir kadroydu. Ama halk tarafından çok benimsenmiş değildi. Bugüne baktığınızda durum öyle değil.

1999 yılında Ali Çarkoğlu’yla bir araştırma yapıp, Cumhuriyet devrimlerinin ne kadar benimsendiğini anlamaya çalıştık. “Cumhuriyet Türkiye’yi ileriye götürmüş müdür sizce?” diye sorduğumuzda halkın % 79’unun Cumhuriyet’in Türkiye’yi ileri götürdüğü kanaatinde olduğunu gördük. Bu çok önemli bir rakam. Demek ki devrimler halkın büyük bir çoğunluğu tarafından benimsenmiş artık. Kadın erkek eşitliği meselesinin de, devrimlerin de her kesim tarafından benimsendiğini görüyoruz.

Aynı araştırmada halka şeriat devleti isteyip istemediklerini de sorduk. O zamanlar % 20 gibi bir kesim istediğini ifade ediyordu. Bu oranı çok yüksek bir oran olarak görüyordum. Oysa Müslüman insanların yaşadığı bir ülkede insanların, Allah’ın kanunlarının gelmesini istemeleri çok normaldi. Ama “İslâm hukukuna göre diyelim ki bir erkek 4 kadına kadar evlenebilir, hâlbuki Medenî Kanun bunu yasaklamıştır. Siz buna izin verilmesini ister misiniz?” diye sorduğumuzda bu oran anında aşağılara düşüyordu.

Halk Kadına Karşı Tutucu Değil

Tahsin Kalaycıoğlu’yla birlikte yaptığımız bir başka araştırmada, kadınların siyasette neden daha az yer aldıklarını sorduk. Siyasetçiler kadınların siyasetle ilgilenmediği söylerler. Bu araştırma bunun doğru olmadığını gösterdi. Kadınlar % 36-46’sı kendilerine fırsat tanınacak olsa, görevin niteliğine göre siyasetle ilgileneceklerini söylüyor.

Halkın çok önemli bir bölümü kadınların siyasete girmeme nedenleri olarak siyasileri görüyor. Her şeyden önce Türkiye’nin genelinde insanların büyük bir kısmı kadın-erkek eşitliğine inanmış vaziyette. Kadınların eğitilmesi konusunda da hemfikirler. Üstelik kadınların birçok mesleği yapabileceklerine inanıyorlar. Türkiye’de kadınlara karşı bir tutuculuk yok. Aynı zamanda Türk halkının şeriat devleti özlemi falan da yok. Öyleyse lâik kesimle İslâmî kesim arasındaki çatışma nereden kaynaklanıyor diye soracak olursanız, ben bunun cevabını tam veremiyorum. Bana öyle geliyor ki bu konuda hassas olan insanlar var ve onların korkularından kaynaklanıyor. Belki de bu korkuları siyasilerin bir kısmı da besliyor olabilir. Tabii bu korkular tamamen asılsızdır demiyorum.

Hoşgörü Ve Birarada Yaşama

1999’daki araştırmamızda insanların bir arada, hoşgörüye dayalı bir toplum düzeni istediklerini gördük. Meselâ “Oturduğunuz mahallede kadınların büyük bir çoğunluğu kapalı olsa bu sizi rahatsız eder mi?” şeklinde çok değişik sorular vardı. Bu soruya karşılık % 86’lık oranda “Hayır!” cevabını aldık. Aynı şekilde “Oturduğunuz mahallede kadınların çoğunluğu mini etek giyecek olsa bu sizi rahatsız eder mi?” sorusuna da yine aynı oranda “Hayır!” cevabı aldık.

Bunu zaten toplumda da görüyoruz. Belki sosyal çevre olarak bu iki kesim çok birbirine yakın değil ama her ailede kapalı olan yaşlılar, büyükler, akrabalar var. Dolayısıyla insanlar iç içe yaşamaya alışık.

Lâiklik-İslâmcılık kavgası o kadar zaman Türkiye’de devam eden bir mücadele ve kavga ki insanlar illallah demiş vaziyette. Halk hoşgörüye dayalı, bir arada yaşanabilecek bir toplum düzenini arzu ediyor. “Müslüman bir kadın başörtüsü örtmeli mi?” diye sorduğumuzda ise % 59 oranında “Evet.” cevabı aldık. “Bir kadın Allah’a ve peygambere inanıyor ama örtünmüyorsa siz bu kadını Müslüman sayar mısınız?” sorusuna % 86’lık bir oran evet dedi. 1999 yılı Refah Partisi’nin istifasından sonraydı. “Refah Partisinin türban politikalarını benimsiyor musunuz?” dediğimizde insanların kavga gürültü istemediği de açıkça ortaya çıkıyor. O zaman % 75’ler, % 40’lara iniyor.

AB Türkiye’yi Tanımıyor

Avrupa Birliği (AB) açısından kadın sorunsalına baktığımızda kentli okumuş kadınların Avrupalılardan, Amerikalılardan veya dünyanın herhangi gelişmiş bölgesindeki kadınlardan farklı olduğunu düşünmüyorum; ne kafa yapılarıyla, ne eğitimleriyle, ne de yaşam tarzlarıyla… Buna örtünenler de dahil, örtünmeyenler de diye düşünüyorum. Eğitim Avrupa Birliği’nin mazereti “Türkiye Müslüman bir ülkedir, kültürü bizden farklıdır…” meselesi değil. Türkiye’yi bilen biri olarak bunu anlamakta zorluk çekiyorum. Fransa’nın eski Cumhurbaşkanlarından Valery Giscard d’Estaing gelir “Türkiye aydınlanmayı yaşamamıştır.” der. Bu, Türkiye’nin tarihini bilmemek demektir. Çünkü ta Genç Osmanlar’dan itibaren Türkiye’de aydınlanma fikri çok yaygın ve kabul görmüş diye düşünüyorum.