Köşe Yazıları

Ayşe Böhürler

Ayşe Böhürler

Tabuları Yıkmak!

Zekeriya Sertel 25 yıllık bir sürgünün ardından, 1977 ‘de Türkiye’ye döndüğünde dönemin solcuları tarafından “demokrasi eri” olarak büyük bir coşkuyla karşılanır. Sürgün dönemlerinde Bakü ve Moskova ve Macaristan’da yaşamış, sosyalizm ile yönetilen ülkelerde yaşayan halkın çektiklerine şahit olmuştur. Dışarıda verilen her imaj bir safsatadır. Diğer taraftan da Sovyetlere kaçan sosyalistlerin ve Nazım’ın oradaki hayatını da yakından görme imkanı olmuştur. Daha Sovyetlere Glastnost gelmeden o bu fikirleri savunmaya başlamıştır.

Memlekete döndüğünde Mehmet Ali Aybar, Halet Çambel, Aziz Nesin, Yaşar Kemal, yayınevleri,  tüm sosyalistler onu bağırlarına basarlar. Tekrar Paris’e döner ve 1978’de Milliyet Gazetesi’nde bir yazı dizisi yayınlanmaya başlar. Bu sefer ise aleyhine kıyametler kopar. Yazı dizisi Nazım hakkındadır. Zekeriya Sertel’in adeta kaçarcasına dönmeyi başardığı Paris’te yazdığı bir kitaptır bu. “Nazım çok büyük adam. O şimdiye kadar devrimci şair, davası için savaşan bir kahraman olarak tanıtıldı. Oysa bütün insanlığa mal olan bu devin insan tarafları bilinmeli. Bunu ben yazmasam, kim yazacak? Türk kamuoyu, henüz Nazım’ın gökten yere indirilmesini kabul edecek durumda değil. “ diyerek kitabı kızı Yıldız Sertel’e emanet eder.

O yıllarda Türkiye’de  devrimci akımlar çok gelişmiştir ve Devrimci Nazım bir önder rolündeydi. Bu imajı yıkmak doğru olmaz diye düşünür. 1978’de ise kitabı  “Nazım Hikmet’in Son Yılları” başlığıyla yayımlar. Olan ondan sonra olur. 87 yaşında basının ve sol entelektüel çevrelerin lincine uğrar. Bu yazı dizisinde Zekeriya Sertel TKP Moskova temsilcisi İ. Bilen’in Nazım’ın yanında gölge gibi dolaştığını, hakkında raporlar yazdığını da açıklar. Sertel SSCB’deki polis rejimini bütün çirkinlikleriyle ortaya koyar. Nazım’ın da bu duruma isyan ettiğini yazar. Moskova Radyosu Sertel’e saldırır, Tük solcuları saldırır, Türkiye Yazarla Birliği Sendikası onu Nazım Hikmet Kurlu’ndan atar. Yıldız Sertel, anılarında detaylıca anlattığı hatırada “Türk solcularının koruduğu kişi Nazım değildi, orada Türk komünistleri Sibirya’ya sürdüren, Nazım hakkında jurnaller veren, onun oynadığı kötücül roldü” diyor.

Nitekim Türkiye’ye döndükten sonra solcu aydınların arasında yaşadıkları hayal kırıklığını anlatır. “Onlar Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliği’nde olanlara gözlerini kulaklarını kapamış, Gulag Takım adalarını dahi konuşmuyorlardı ya da bilmiyorlardı. Güzel hayallerin putların kırılmasına karşıydılar.“ der. Yıldız Sertel’in Ardımdaki Yıllar isimli anı kitabını tavsiye ediyorum. Türkiye’de ilerici-sol akımların hem zaaf noktalarını hem de beslendiği kaynakları ortaya koyuyor. Bu düşünce çizgisi bugünde devam etmekte, kendisini yalanlayacak her türlü gerçeğe gözünü kapamanın oluşturduğu düşünce konforu üzerine konuşmak gerekiyor. Türkiye’de solun hikayesini yine ve yeniden okumak ve hatta tartışmak gerekiyor.

KÜRT MESELESİNDE ZEMİN KAYIYOR

Bülent Ecevit’in başbakanlığı döneminde 2000 yılında Öcalan’ın tutuklanması, Amerika’nın Öcalan’ı Türkiye’ye teslimi, ardından Kemal Derviş ile Türk ekonomisine verilen rota dönemleri ilginçtir! Bu atmosferde Ak Partisi kuruldu ve tüm olumsuzluklara karşı geliştirdiği ılımlı ama kararlı politikalar onu büyüttü, geliştirdi. Kürt meselesinde o dönemde dile getirilmeye bile çekinilen pek çok konu fikir özgürlüğünü genişleten yasa ve uygulamalarla gerçekleşti. Öyle ki bu siyaset ve söylem halkta karşılık buldu. Kürtler ilk defa dogmatik fikir ve siyasetle şekillenen partilerinin dışında; geniş bir yelpazede sağ kimlik guruplarını kapsayan bir partiye oy verdi. Bunu fikir özgürlüğüne verdiği önem, hizmet siyaseti ve cesur yaklaşımlarla gerçekleştirdi. Bazen bir ileri geri adımlar atsa da Kürtler konusunda, fikir özgürlüğü ve kültürel siyasi hakların tanınması Ak Parti hükümetlerinin uygulamalarıyla oldu.

2020 yılında geldiğimiz noktada Marksizm tarihe mal olurken, sosyalizm yok olsa da Sovyetlerde izleri kaldı, Rusya PKK ile irtibatını hiçbir zaman koparmadı. Örgüt mensuplarının Rusya’da bazı askeri kamplarda eğitildiği biliniyor. PKK’nın Rusya, ABD, İran ve suç örgütleriyle bağları, Türkiye’ye düşmanlarıyla ittifaklarıyla bölge ateş topuna dönüştü.

Sosyalizmden aşırı Kürt milliyetçiliğine ideolojik değişim yaşansa da terör örgütü Washington destekli halkla ilişkiler çalışmalarıyla, özgürlük hareketi olarak imaj verdi. Elbette ittifaklarından da amaçlarından da bölücü siyasetinden de herkes haberdar. Ancak bu ülkenin vatandaşı olan Kürt nüfusu etkileyerek siyasete dahil olma çabası artık uluslararası güçlerin hesabına çalışan bir yapıya dönüştü.

Bundan sonraki süreçte ne olacağına ilişkin tahminler elbette yapılabilir. Ancak muhalefet partilerinin bu kitleye oynayan söylemleri, buna parlamenter sistem tartışmaları dahil olmak üzere yeni bir dönemin işaretlerini taşıyor. Ve uluslararası zeminde bu konu Türkiye’nin önündeki pek çok bileşenle giderek zorlaşan ana amacından kopmuş bir konu olarak yeniden gündeme geleceğe benziyor. Ak Parti’nin kurduğu denge siyasetinin ise henüz bir başka alternatifi yok.