Türkiye'nin Kadın Meseleleri
Kadın yazarlar, sanatçılar, milletvekilleri, iş insanları, STK başkanları, aktivistler; siyaseti, bilimi, dini kimliği, modernleşmeyi, sosyal hayatı, şiddeti, çabayı, sorunları ve çözümleri kadın perspektifinden anlatıyor.
Türkiye’de Kadın Belgeseli Röportajları. Tarih : 2007 - 2008
Fatma Çiçek Derman
Yapacak Hiç Mi Bir Şey Yok?
Çiçek Derman tezhip sanatının ilk kadın profesörü. Değişimle muhafaza edilmesi gereken şeyler arasındaki dengeyi ve faydalı bir insan olmayı önemsiyor. Kadın olmanın bir imtiyaz olduğunu düşünüyor.
Gelenekli sanatlarla tanışmam 1962 yılına kadar iner. İstanbul Kız Lisesi mezunuyum. Liseyi bitirdikten sonra Dr. Süheyl Ünver Beyin yanında çalışmaya başladım. 22 ay onun yanında sekreter olarak çalıştım. O bana büyük bir kapı açtı. Sanat tarihi okuma isteğim Süheyl Beyin yanında bu sanatları tanımamdan sonra oluştu.
1982’de üniversiteyi bitirdim. Üniversiteye 20 sene geç gitmiştim. O zaman zarfında 3 oğlum dünyaya geldi. Bence Allah’ın bir kadına bahşettiği en büyük vazife analıktır. Bütün işlerimi bırakarak 20 senemi 3 oğlumla geçirdim. 40 yaşında çalışma hayatına başlayıp Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde Geleneksel Türk El Sanatları Bölümü kurulduğu zaman ilk kadrolu hoca olarak göreve başladım. Bu dalda da ilk profesörlük alan hanımlardanım veya kadın sanatkârlardanım; hanım demeyeyim kendime.
Sanat Gelenekten Doğar
Büyük bir mücadele verdiğimi söylemeliyim. Gelenekli sanatlarımızın özellikle Güzel Sanatlar Fakültesi bünyesinde barınabilmesi için bu kadar zaman orada kalıp varlığını koruyabilmesi için büyük bir mücadele verdim. Mücadele bitti mi? Hayır bitmedi, ama daha yavaşladı. Ben şuna inanıyorum ki; güzel sanatlar da, bütün diğer modern sanatlar da geleneksel sanattan doğar ve geleneksel izler taşıdığı müddetçe o Türk milletini ifade eder.
1982 yılında Avrupa Dışı Sanatlar Birliği, biz Derman çiftini davet etmişlerdi. Milano’da, Cenevre’de ve Londra’da geleneksel sanatlarımızı atölye çalışmalarıyla uygulayarak gösterdik. Muazzam ilgi alâka gördük.
Eğer modern sanatla uğraşan bir hanım olarak gitseydim bana böyle bir alâka duymazlardı. Modern sanatların en mükemmelini onlar zaten yapıyorlar. Sizi davet ederken, sizi tanımak isterken size has sanatları görmek ve öğrenmek istiyorlar. Emin olun ben yurtdışında, kendi vatanımdan çok daha fazla alâka gördüm, çok daha fazla iltifat aldım.
Bence Türkiye sahip olduğu değerleri fark ettiği zamana Doğu’da, Batı’da kendini kolayca konumlandırabilir. Yeter ki biz kendi değerlerimizin farkında olalım, onları müdafaa edelim, yaşatalım. Maalesef gençlerimiz bir çok sanatımızdan bihaber ama ben onları suçlayamıyorum. Çünkü ilk önce aile, sonra orta öğretim, sonra cemiyet vermeyince genç bunu nasıl bilebilir. Üniversiteye gelmiş, branşı seçmiş, bölüme gelmiş “Tezhip nedir hocam?” diyor bana. Çok haklı. Biz o yaşa kadar öğretmezsek onlardan bunu bilmelerini nasıl bekleriz.
Zarafet, Nezaket
Tezhip sanatı da Uygur Türklerine kadar inen çok eski bir sanattır. Ben tezhip sanatının özellikle bir hanıma yakıştığını düşünüyorum. Türk kadınında görmek istediğim nezaketin daima korumasıdır. Bir kadın pek çok meslekte çalışabilir. Nitekim günümüzde her türlü mesleği erkeklerle beraber, belki onlardan da güzel yapıyor. Ama bir Türk kadını bunları yaparken erkekleşmemeli. Kadınlık zarafetini, kadınlık nezaketini daima korumalı. Kadının o zaman daha başarılı olacağına inanıyorum.
Rikkat Kunt, benim tezhip hocamdı. Kendisini rahmetle anıyorum. Biz büyük bir mücadeleyle bu sanatı öğrenmeye çalışırken bir gün bana dedi ki, “Kızım bu sanatı üzerinde taşımanı isterim.” Bu sözden sonra emin olun titredim. Çünkü bir sanat eserini getirmekten çok daha zor bir mesuliyet. Sanatınızı üzerinizde taşıyabilmek; yani kendinizi, ahlâkınızı tezhip güzelliğine getirebilmek. Bunun için bir ömür yeter mi, bilemiyorum. Bir Türk kadını bence böyle olmalı. Sahip olduğu bütün değerleri tanımalı, bilmeli. Ne körü körüne Doğu, ne şuursuzca Batı yanlısı olmamalı. Ne olduğunu bilip kendi değerlerine sahip çıkarsa zaten Doğu da Batı da onu takdir eder ve ona değer verir. Doğu’ya da Batı’ya da çeşitli sempozyumlarla, tebliğlerle sanat eseri götürerek oradaki davranışları, karşılayışı, kabul edişi bizzat yaşadım.
Tabi modern dünyanın tesirinde olacağız; fakat kendi öz değerlerimizi bir tarafa bırakarak modernleşmenin karşısındayım ben. Bence Türk kadını bütün millî değerlerini, özünü, hasletlerini, manasını koruyarak modernleşmelidir. Bizim soyumuzdan gelen güzellikler, dinimizin kazandırdığı güzellikler, bunlar uzun asırlardır elde edilmiş ve bunlar Batı kadının da yok. Biz bunun farkında değiliz.
Önce Aile Sonra Kariyer
Kariyer, kariyer, kariyer! Hayır. İlk önce aile gelmeli tabi kariyer de yapacağız. Nitekim yapmış bir kişiyim. Ama asla ailemi ihmal ederek değil. Biraz evvel bahsettim. Ben 20 yaşında anne oldum. Allah bana üç evlat nasip etti ve ben 40 yaşında çalışma hayatına başladım. Bu 20 senem, ki bir insanın 20 ile 40 yaş arası en güzel, en sağlıklı, en verimli dönemidir, seve seve üç oğlum için verdim. Bugün onun karşılığını alıyorum. Bir kadın ilk önce annedir. Ailesi çok önce gelir. Tabi sanatını icra edecek, tabi kariyer yapacak, bir cemiyette ilerleyecek, bazı mevkilere gelecek. Sadece evinde hapsolup kalmasına da karşıyım. Ama ailesini bir tarafa iterek olmamalı bu. O zaman çok şey kaybediyoruz.
Kadın Olmak Bir İmtiyazdır
Hiçbir zaman kadın erkek yarışına girmedim ve bunu çok lüzumsuz görüyorum. Kadının erkekle yarışmaya ihtiyacı yok ki. Rabbim zaten onu yaratırken o kadar cömert davranmış ki, o kadar güzel hasletlerle onu halk etmiş ki… Biz bunun farkında değiliz. Kadın olmak bir imtiyazdır. Allah’ın bir lütfudur. Biz bunları bir tarafa bırakıyoruz erkekleşmeye çalışıyoruz. Bu kazanç değil kayıp oluyor bizler için.
Ben, ben demeyelim. Ben diye diye böyle olduk. Biz etraf için var olmalıyız. Öğrencilerimiz, çocuklarımız, yetişen nesil… Onlara faydalı olduğumuz kadar kıymetli oluruz. Sürekli ben demek beni korkutmuştur. Sanatımın bana kazandırdığı en büyük şey, ‘ben’ dememeyi öğrenmektir. Çünkü sanat Allah’ın bir lütfu, armağanı ve bir emanetidir bizlere. O emanet, bir gün gelecek geri alınacak. Sanat Allah’ın çok büyük bir lütfû. Bunu kendimizden bilmeyelim ve onun şükrü içinde o kabiliyeti hayırlı işler için kullanalım.
Hata İslamiyet’te Değil Bizde
Kadının mutlaka ortaya çıkması şart mı? Çocuklarıyla, yetiştirdiği öğrencileriyle başarısını belki de ortaya koyuyor. Eğer İslâmiyet kadını eziyorsa bu bizim dinimizi tam olarak uygulayamadığımızın işaretidir. Biz yanlış algılıyoruz onu. Aslında İslâmiyet’te böyle bir şey yok. Bizim dinimiz belki kadına en çok değer veren, paye veren bir dindir. Eğer aksi düşünülüyorsa o bizim hatamız, dinimizin değil. Kadının geri kalmasını İslâmiyet’e bağlamak çok saçma bir düşünce. Ben buna katiyen katılmıyorum. İslâmiyet mükemmel bir din. Biz ona lâyık olalım.
Muhakkak ki kız çocuklarının okutulmaması gibi yanlış şeyler de var. Ama bunlar İslâmiyet’te yok. Bir kere bizim dinimiz de kul hakkı var, bu ne kadar mühim bir şey. Bunu bilen, insana bu şekilde yüklenir mi? İster karısı, ister annesi, ister gelini olsun; ona karşı yanlış davranabilir mi? İslâmiyet’ten uzaklaştıkça ve İslâmiyet’i yanlış değerlendirdikçe hoş olmayan geleneklere sahip olduk.
Biz geleneklerimizle varız, var olursak eğer başarılı oluruz. İlerlemek geleneklerimizle beraber olursa bir şey ifade eder. Yoksa benliğimizi kaybederiz. Dış tesirleri millî potamızda eritmeliyiz. Onları Türk yaptıktan sonra kullanırsak eğer, bizim yükselmemizi sağlar. Bir cemiyet gelenekleriyle yaşar. “Geri kalmamızın sebebi geleneklerimizdir.” sözüne asla katılmıyorum. Geleneklerimizi bilelim, çocuklarımıza tanıtalım ve onlara tam sahip çıkalım. Tabii töre cinayetlerini geleneklerden ayrı tutuyorum. Biz sanatkârlar her şeyin güzel yönünü görürüz.
Sanat insanı hakikaten olgunlaştırıyor, terbiye ediyor. Sizi, farkına varmadan pek çok hasletlerle donatıyor. Meselâ sabrı öğretiyor. Sabır bugün insanımızın en çok ihtiyaç duyduğu bir özellik. Göz terbiyesi sayesinde hassasiyet kazanıyorsunuz, başkalarının göremediği ince noktaları siz fark ediyorsunuz. Hayat çok uzun, her zaman güzellikler olmuyor tabii; insanoğlu pek çok acıyı da yaşıyor. Ben Hocam Rikkat Kunt Hanım’ın çok geç yaşlarında evlât acısıyla yandığına şahit oldum. O acıyı gene büyük bir metanetle, olgunlukla sanatına sarılarak alt ettiğini gördüm. Sanat insana bir sığınak oluyor, huzur bulduğu bir mekân oluyor. Bunu kendim de çok yaşamışımdır.
Elime fırçamı alınca başka bir dünyaya geçtiğimi hissederim. O dünya tamamen sevgiyle kaplıdır, orada güven vardır, huzur vardır ve bir cennet havasındadır. İnsan o halet-i ruhiye içinde o kadar güzel şeyler meydana getiriyor ki, hayatta yaşadığı sıkıntıları, acıları, huzursuzlukları unutuyor. Herkes kendi kabiliyeti nispetinde sanatla uğraşmalı. İnsanın kendisini sanatla terbiye edişi bambaşka oluyor. Sanat ibadet şevki, ibadet neşesi içinde yapılırsa alınan sonuç muhteşem oluyor. Çünkü o zaman kendinizi, ibadet eder gibi Allah’ın huzurunda hissediyorsunuz. Bunun neticesi muhteşem olur. Sanat böyle icra edilmeli kanaatimce.
Ben sanattan bahsederken bütün gelenekli sanatlarımızı kastediyorum. Sanatın özellikle bir kadına yakıştığına, ona çok uygun olduğunu düşünüyorum. Sanatla uğraşan bir kadının, etrafına çok daha faydalı olacağını tahmin ediyorum. Hiç bir zaman boş kalmaz bir kere. Bizim zamanımızda ailede elieliüzerinde oturan bir genç kız göremezdiniz. Böyle bir durumda büyüklerimiz hemen bizi paylardı “Yapacak hiç mi bir şeyin yok?” diye.
Anneannem Saraybosnalı bir hanımdı, nur içinde yatsın. Rumeli’nin pek çok güzel ananesini bizlere aşılamaya çalışmıştır. “Hiç bir zaman boş kalmayacak bir insan. Devamlı üretecek, çevreye faydalı olacak” yapacak bir şeyin yoksa bir tebessümle etrafındakilerin sıkıntısını gider.” derdi. Kadın bir meslek sahibi olmayabilir ama etrafına yardımcı olursa pek çok meslek sahibi hanımdan çok daha faydalı olur.