Köşe Yazıları
Ayşe Böhürler
Yeni Bir Sinerjiye İhtiyacımız Var
AK Parti kuruluş çalışmaları 2000’den önce başladı. Hem seçmen hem de düşünürler, fikir adamları, iş dünyası, yazarlar, çok geniş bir iletişim ağı içinde uzun süren toplantılar ile kuruluş fikri ve stratejisi iki yıl süren bir ön çalışmayla ortaya çıktı. 21. yüzyıla yeni girmiştik. Türkiye müthiş bir düşüş ve kırılma yaşıyordu. Bize özel sorunlara çözüm oluşturmanın ötesinde yeni dünyanın getirebileceklerini anlamaya çalışıyorduk. Tek amacımız ülkemizi kalkındırmak ve nesiller boyu devam edegelen sorunlara çözüm bulmaktı.
20 yılda 11 kez iktidar değişmiş. 18 parti kapatılmıştı. Bankalar ve büyük şirketler batmış, siyasal ve en önemlisi de ekonomik istikrar arayışları devam ediyordu. Kişi başı milli gelirimiz 2 bin dolardı. Dünyayı iki hükümranlık alanına ayıran kapitalist ve sosyalist blok çökmüş, ABD ve SSCB’nin iki kutuplu sistemle dünyayı yönettiği dönem bitmişti. Çin daha güçlü bir aktör olmaya yeni başlamıştı.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılmasıyla 15 bağımsız ülke ortaya çıkmıştı. Bunlardan birisi de Azerbeycan’dır. Liberaller Sovyetlerin mirasına el koymuş, ülkenin zenginlikleri 100 civarı oligark arasında pay edilmişti. Afganistan’da 1979’da başlayan ABD_Rusya savaşında ABD kazanmış. Amerika Afganistan’a yerleşmişti. 2000 yılında Rusya Putin iktidara yeni gelmişti.
ABD’de Bush iktidarı vardı. Amerika’nın hedefi Arap coğrafyasında eski sosyalist blokta egemenlik kurmaktı. Bunların başında Irak ve Suriye geliyordu. ABD 2004 ‘te Irak’ı tamamıyla işgal etti.
PKK terör eylemleri devam ediyordu. PKK ile mücadelede başvurulan metotlar halkı huzursuz ediyordu. Toplumsal barış toplumun en büyük ihtiyacıydı.
11 Eylül 2001 İkiz Kuleler saldırısıyla “İslami terror”, “Müslüman teröristler” lafı konuşulmaya başlamıştı. Türkiye’nin en büyük hedefi Avrupa Birliği’ne tam üye statüsüyle girmekti. Yeni çağ yeni başlamıştı ancak 20. yüzyıl. alışkanlıkları sürüyordu, Ak Parti 20. yüzyılın siyaset yapma biçimleriyle mücadeleyle siyasete başladı. Şeffaf ilkeli ve kişisel iletişimi tercih etti. Bilboardları değil kalpleri kaplamayı hedefledi. Barış dilini kullandı, kimseyi ötekileştirmedi, pozitif mesajlar verdi. Seçmenin hayatını değiştirebilecek ve yerine getirebileceği sözler verdi. “Türkiye” kimliğine Cumhuriyet öncesi ve sonrasıyla birlikte sahip çıktı. Geçmiş ve gelecek arasında bir köprü kuran, yıkmadan inşa eden, devam ettiren, geleneği taşıyan muhafazakârlık siyasetini kendisine mihver kıldı.
Türkiye’nin dünya ile ve İslam dünyası ile kopan bağını yeniden kurdu..
Bugün ise değişimin hızı çok yüksek. Ve bizim de kendimizi bu değişimi yakalayacak şekilde yenilememiz gerekiyor.
Siyasetin önümüze koyduğu bazıları faliyet tuzağı sayılabilen işlerin içinde her zaman bir muhasebe yapma imkanı olmuyor. Üstten, seçkinci, herşeyi bildiğini iddia eden, kendilerine dönük en ufak bir eleştriye bile tahammülü olmayan büyüklerin uyarılarını kastetmiyorum elbette. Elini gerçekten taşın altına koyan insanların tecrübe ve birikimlerinin masada olduğu bir Türkiye muhasebesine ihtiyacımız var. Ak Parti 2001’de iktidara geldiğinde önüde duran sorunlar nelerdi? Bunları nasıl çözüü?
Bu tecrübeye, o günkü ruha odaklanmanın ülkeye katkı sağlayacağı inancındayım. Bu nostalji ya da geçmişe güzelleme yapmak değil kastım. Hem ekonomik hem de toplumsal hem de teknolojik olarak değişeni ve değişemeyeni olduğu gibi değerlendirmeyi kast ediyorum. Başarıları ve başarılamayanı ile gerçekçi analizleri… Elbette çözülemeyen ve hep ayağımıza dolanan yapısal sorunlar da vardı ve bugün de hâlâ peşimizi bırakmıyor. Şimdi ihtiyacımız olan şey yeni sinerji oluşturmak.
Bugünkü dünya o günkünden hangi yönleriyle farklı olduğunu anlamak için o yılların ekonomi cephesinden minik bir küçük bir özetini yapmak istiyorum. Bu özet için Alev Alatlı’nın 2001 yılında TRT’de yayınlanan “Tarih Tekerrür ve Ekonomik Krizler” videolarından faydalandım.
1997’de Asya kaplanları efsanesi çökmüş, Güney Asya ve ardından Güney Amerika ekonomik krizi dünyayı sarsıyordu. O yıl ayrıca Rusya Krizi ve onun getirdiği sıkıntılar vardı. En büyük sorun enflasyondu… Türkiye 1964-87 yıllarında yaşadığı enflasyonu 1988- 2001’de 5 kez katlamıştı. Enflasyon ile önünü görmeyen sermaye sahibi üretim gibi dertli bir işle uğraşmaktansa parasını devlete borç verip faizden kazanmayı tercih eder duruma geldi. Hal böyle olunca yapılabilecek yatırımlar da yapılamaz oluyorlar…
Türk ekonomisi IMF’den aldığı borçla rayına oturtulamaya çalışılıyordu. Bunu karşılığında da IMF programına sıkı sıkıya uymalıydı. Özelleştirmeler IMF programının zorunlu önerileriydi… Özelleştirme hedefleri, dış borçlanma kredibilitesi ve kamu maliyesi açısından hedefler sıkı bir program gerektiriyordu… Türkiye üçlü bir koalisyon hükümeti tarafından yönetiliyordu. 2001 Şubat ayında, Türkiye tarihinin en büyük Hazine ihalesi vardı. Ne ki, ihalenin yapacağı günden bir gün önce Cumhurbaşkanımız ile Başbakanımız arasındaki talihsiz bir sürtüşme bir anda ortalığı allak bullak etti. Ve 24 saat içerisinde gecelik faizlerin 4 haneli rakamlara yükseldiği görüldü. Merkez Bankası artan döviz talebini kur çıpası üzerinden ödeyemeyecek olduğunu hissetti. Böylece doları dalgalanmaya bıraktılar. Bütün bunun sonucunda Türkiye eski düzene dönmenin mümkün olmadığı bir noktaya geldi. “ (Alev Alatlı 2000TRT/ Tarih Tekerrür ve Ekonomik Krizler 15. Bölüm)
Böyle bir mirasla Türkiye’yi devralarak iktidara gelen Ak Parti bu değerleri pozitife çevirdi, IMF’ye borcunu ödedi, büyümeyi sağladı. O gün de ekonomik krizin bir ucu dünya ekonomik sistemine bağlıydı, bugün de öyle. Bugün de ekonomik krize dair işaretler önümüze geldiyse o günden daha büyük bir sinerjiye ve bunu çözebilecek imkanlara sahip olduğumuza inanıyorum.