Günlerden Sonbahar Toplayan Ustalar…
Köşe Yazıları
Ayşe Böhürler
Günlerden Sonbahar Toplayan Ustalar…
“Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak…”
Her mevsimin hatırlattığı bir şair oluyor. Sonbaharın şairlerinden biri kuşkusuz Ahmet Haşim. Eskiden vazgeçmeden yeni olanı dönemi içinde en iyi harmanlayan şairdir. Fizan Mutasarrıfı Arif Hikmet Bey’in oğlu olarak 1884’te Bağdat’ta doğmuş 1933’te İstanbul’da yaşamını yitirmişti. Çocukluğu Bağdat’ta geçmiş 12 yaşında annesinin ölümü üzerine babasıyla birlikte İstanbul’a gelmişti. Annesine duyduğu sevgi ve onu erken yaşta kaybetmesi, muhayyel sevgilileri ile geçen hayatını Beşir Ayvazoğlu “Ömrüm Bana Bir Ateşti” kitabında anlatır.
ŞEYH HUDUDİ!
Sonbaharın hatırlattığı bir başka şair de Hüsrev Hatemi. Hatemi şiir ile sınırları koruduğunu iddia eder. Bunu anlatırken Nureddin Topçu’dan örnek verir. “Üç şeyin hududunda durmasını bilmeli: İsteklerin, aklın, hayatın! ”Hangi sınırlar bunlar diye sorduğumuzda ise cevabı şöyledir: “Ben hudutta duran bir şeyhim Müslüman toprağındayım. Hududun dışı diyarı-küfr. Hudud küfre geçmiş Türk aydınlarına karşı çizilir…”
Hatemi aydınları Türk kültürünün kolonlarını kesen toplum mühendisleri olarak görür. Bütün halkların bir kültür kimliği var iken bizimkisine ne oldu?” sorusunu sorar. Türkçenin kan kaybetmesini “Kendi vatanında gurbet hayatı yaşayan Türkçemize dostları uzaktan telgraf çekmekle yetiniyor.” sözleriyle ifade eder. Kendini Şeyh Hududi, şiirini ise “eski günler ve anıların tapularını saklayan bir tapu sicil muhafızı “olarak tanımlar. Tapu sicil muhafızı olarak hatıralar defterini hiç kapatmaz.
Hayran olduğu yazarlardan birisi de Ahmet Haşim’dir. “Aruz taklidi şiir yazarak başladım. Aruz veznini takır tukur bulup, hece veznine adapte olamayıp serbest vezine geçtim…” Hatemi bıçak sırtı gezintileri seven bir şair olarak eserler verir. “Biz bir devirden ötekine geçerken, eskisini kötüleriz. İşte bende o yok. Cumhuriyet devrini Cumhuriyet devri gibi seven bir anlayışım var. Osmanlı devrini Osmanlı gibi, Selçuklu devrini İslam öncesi Türk edebiyatını o devir edebiyatı gibi sevmek…”
“Kederdir yüreğimin değişmez postnişini” mısralarının şairi pek geniş bir dost halkasına sahiptir. Filozof ruhlu hazık ve nazik bir dost olarak tanınır. Çok kuvvetli mısralardan sonra neden hafif mısralara yol veriyorsunuz sorusuna; “Ben hüznün üzerine biraz limon sıkıyorum keskinliği azaltmak için, reçele limon sıkmak gibi’’ diyerek cevap verir. Şaka yaptığı zaman aşırı ciddi bir tavır takınır. “Sen bana akıl fikir vermiştin/Suç bende Rabbim ben çuvalladım” mısralarını 63 yaşında yazar.
“Benim tuttuğum yol olumlu uzlaşmacılıktır, vatansever uzlaşmacılıktır…” der. Hiç uzlaşamadığı kişileri ise şöyle tanımlar: “Onlar iyi koku alır, rüzgârın ne tarafa eseceğine kolayca kestirir hemen kıble değiştirirlerdi.
şamı garibandan değilsek de
muhakkakçırağan’da değiliz anne!
lambalar söndü, çakmağını kim yakacak
bu uluyanlar çakal mı
ESKİYLE VEDALAŞMADAN YENİYİ BULMAK
Bunu en iyi anlatan şairlerimizdendir Hüsrev Hatemi. Şeyh Hududi olarak koruduğu sınır da budur! Diyor ki… “Etki olarak, hiçbir zaman divan edebiyatı eksilmedi benim şiirimden. Serbest vezne geçmekle ne Ahmet Haşim’le vedalaştım ne Yahya Kemal’le vedalaştım. Ama arka fona Nazım Hikmet de girdi artık. Onun şiirlerini de çok sevmeye başladım…”
Orda, uzaklarda İstanbul’da,
Herkesin bir sonbahar toplayışı vardır…
Günlerden sonbahar toplayanların ustası;
Orda, Atilla İlhan’dır.
KUŞLARLA BİR HATIRA
Geçen hafta genç şairlerimizden, şiirimize yeni bir soluk getiren Esma Polat şiir kitabını göndermiş, sağolsun. Divan edebiyatı, ihtisas alanı. Oradan besleniyor ama yeni bir şiir ortaya koyuyor. Ona da hudud koruyuculardan diyebiliriz…
Yeni zamanlarda şiirden ne kadar uzak bir hayatımız var derken sonbahar ve hüzün üzerine yazmış şairlerimizi hatırladım ve hatırlatmak istedim. Hayatımızdan şiiri çıkarmamak lazım. Ve de her zaman hudutları müdafaaya ve şairlere ihtiyacımız var.
BEN SEN YOK! BİZ VARIZ! BÜYÜK İŞLERİ BÜYÜK MİLLETLER YAPAR!…
Bu iki pankart yazısı Hatay’ın kurtuluşuna giden yolda yapılan gösterilerde Tük halkının Müslüman, Ermeni, Süryani hep birlikte açtığı pankartlardan.
Geçen hafta Ankara Üniversitesi Sanat Evi’nde Hatay’ın Fransız işgalinden kurtuluşu ve kendi meclisinde aldığı bir kararla Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlanmasının hikâyesini Ankara Şehir Hastaneleri Nöroloji Bölümü’nde öğretim üyesi olan Prof. Dr. İsmet Melek’ten büyük bir ilgiyle dinledim.
1918-1939 arasında Fransızlara karşı verilen mücadeleyi, Hatay halkının ve kanaat önderlerinin çabalarını, Türkiye Cumhuriyeti’nin diplomasi hamlelerini orijinal fotoğraflar eşliğinde anlattı. Fotoğrafların bir bölümünü aile arşivinden, bir bölümünü de yıllarca yürüttüğü araştırmalar sonucu bulmuş. Aynı zamanda bu mücadeleyi veren bir ailenin torunu. Hatay bağımsız devleti kurulunca ilk başbakanı olan Abdurrahman Melek’in torunu. Dedelerinin hikâyesini bize sadece olayla değil duygularıyla, heyecanıyla aktardı. Hepimizi hikayenin içine çekti. “Bu ülke hangi ruhla ve nasıl bir mücadele ile kuruldu” sorusunun cevabını genç nesillere aktarmak istiyorsak mutlaka İsmet Melek’i gençlerle buluşturmalıyız…
Programda Antakya Platformu Başkanı Ortopedi profesörü Prof. Dr. Gazi Huri de vardı. O’nun dedeleri de Abdurrahman Melek gibi Hatay’ın işgalden kurtuluşuna emek veren isimlerden.
Ben Sen Yok Biz Varız! Türkiye’nin özü. Bunun yakın tarihten örneklerini daha çok dinlemeye ihtiyacımız var.
Son yorumlar