İnsan Ne İşe Yarayacak?

İnsan Ne İşe Yarayacak?

Köşe Yazıları

Ayşe Böhürler

Ayşe Böhürler

İnsan Ne İşe Yarayacak?

Yeni kripto para projesi Worldcoin (WLD) ile birlikte yapay zekaya emanet edilen verilerin güvenliği konusu yeniden tartışmaya açıldı. Öyle ki Kenya gibi bazı ülkeler şimdiden projeyi yasakladılar. Sosyal medyada Şinasi Türün’ ü ilgiyle izliyorum. Onun dikkat çektiği nokta bu projenin kime hizmet edeceğinin sorgulanması gerektiği ve kimlik verilerinin güvenliği.

Worldcoin projesi için göz taraması ve doğrulaması yapan Orb adı verilen bir donanım cihazı yapılmış. İris tabakasının taranması sonucu o kişiye verilen dünya kimliği merkezi bir veri tabanına kaydediliyor.  Orb’a kaydolanlara belli bir miktar WLD token veriliyor. Şu ana kadar 2 milyondan fazla kişi, bu sisteme kayıt yaptırdı. 20 ülkede 35 şehirde tarama yapılması planlanıyor. Web sitesindeki haritaya göre Türkiye de Worldcoin’in programı uygulayacağını duyurduğu ülkeler arasında yer alıyor. 24 Temmuz’da piyasaya sürülen WLD’yi geliştiren, ChatGPT’nin arkasındaki şirket olan OpenAI’ın kurucu ortağı Sam Altman ve iş ortakları Alex Blania ile Max Novendstern. Altman, 2 milyar kullanıcının Worldcoin’e kaydolmasını umduğunu söylüyor.

Bu projeyi üretenlerin amaçları ayrı bir konu iken, yeni dünya düzeninde kimliklerin ve onların yapay zeka tarafından taklit edilen hesaplarının ayrımı giderek zorlaşıyor. Kimliklerin maden verisi gibi kıymetlendiği yeni dünya ürkütücü değil mi?

 Her geçen gün insanın yerini almayı kolaylaştıracak bir teknolojik yenilik ile tanışıyoruz. İnsanın bilgisinin, duygularının yansıması olan sanat alanıyla başlayalım. Yapay zeka artık küratörlük yapıyor, şiir yazıyor resim yapıyor ve çeviri yapıyorsa insan ne yapacak?

 ÇEHOV TUTKUSU 

Geçenlerde çıkan bir haberde, Dedalus yayınevinin 9 kitabında yapay zeka destekli çeviri yaptırması dikkat çekiciydi. Bu çeviri kitaplar müstear isimlerle yayınlandı. Çevirmenliğin özgün bir iş olduğuna dair yapılan eleştirilerin ardından  yayınevinin konuya ilişkin savunusu “emeği değerli kılacak yenilik” oldu. “Emeği değerli kılacak mı, yoksa tamamen mi değersizleştirecek” konusu edebiyat çevrelerinin yeni tartışma başlıkları arasında yer alıyor.  Çevirmenler metin çevirilerine kendilerini katarlar. Her çeviri çevirmenin dünyasını da yansıtır. Yazar Vivet Kanetti yıllar önce usta hikâyeci Anton Çehov’un kitaplarını Rusçadan Türkçeye çeviren üç ayrı ismin dünyalarının farkının altını çizmiş, bunun bir belgeseli hak ettiğini söylemişti. Öyle ki ilk çeviriyi yapan Mehmet Özgül; Niğde’de doğmuştu. Çocuk yaşta askeri okula gönderilmiş, liseyi bitirdiğinde Ankara Dil Tarih’te Rusça bölümünde okumuş. Askeriyeden albay olarak emekli olmuş ve daha sonra bütünüyle çeviriye yoğunlaşmış.

 

Şair, yazar ve çevirmen Ataol Behramoğlu ise Kuleli Askeri Lisesi’nin ardından Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Rus Dili ve Edebiyatı okur. Bu alandaki çalışmalarını 1971-72 yıllarında Moskova Devlet Üniversitesi Rus Filolojisi,1984-85’te Paris III-Sorbonne Nouvelle’de sürdürerek “Diplomed’ Etudes Approfondies” diploması alır, İstanbul Üniversitesi Slav Dilleri ve Edebiyatları kürsüsü başkanlığı yapar.

 

Üçüncü çevirmen Samed Karagöz’ün hikâyesi ise çok daha farklı. 28 Şubat 1997’deki postmodern darbe sırasında Kartal İmam Hatip Okulu’nda okuyordu. Ancak 28Şubat,  üniversiteye girecek imam hatipli öğrencilerin önüne katsayı duvarını çıkarınca yılın ortasında okulundan ayrılır ve son yılı açık öğrenim lisesinde bitirdi. Ancak üniversite sınavında başarılı olamadı. Moldova’ya gitti, orada özel bir üniversitede Rus Dili ve Edebiyatı ve İngiliz Dili bölümünde okudu. Rusçayı öğrenebilmek için sıkça Çehov oyunlarının plaklarını dinlerken Çehovilgi alanına girdi. Üç ayrı çevirmenin hayat öyküsünden kısa kesitler bile çevirmenin kimliğinin esere yansıması üzerine bize fikri verebilir. Ve tekrar baştaki konuya dönersek yapay zeka ile çeviriye bir de bu perspektiften bakalım istedim. “Eser kimin?” sorusu ve “Niye insan edebiyattan, sanattan çekilmeye çalışılıyor?” soruları önümüzde duruyor.

OYUNCULARIN YAPAY ZEKA İLE SINAVI 

Bu konulara ilişkin dikkatimi çeken diğer bir haber de Hollywood’da yapay zeka teknolojilerini hedef alan grevler. Bu greve binlerce oyuncu ve senarist katılıyor. Öyle kigrev nedeniyle 75. Emmy ödülleri bile ertelendi. Grevi, Oyuncular Sendikası (SAG-AFTRA)örgütlemiş durumda. Grevin sebebi ise çalışanların haklarının yapay zekaya karşı korunmamış olması. “Yapay zeka yaratıcı meslekler için varoluşsal bir tehdit oluşturuyor.” diyen grevciler, Netflix’in yıllık 900 bin dolar maaşla yapay zeka uzmanı almak için iş ilanı vermesi ile daha da öfkelenmiş durumda.  

Oyuncuların yapay zeka ile sınavı pek çok sahada sürüyor. Sendikanın baş müzakerecisi Duncan Crabtree-Ireland, stüdyoların bir günlük ödenek karşılığı yüzlerini taradıkları sanatçıları, istedikleri herhangi bir projede rızaları ve tazminat olmadan kullanmak istediklerini söylüyor. Black Mirror dizisinin, Selma Hayek’in yapay zekaya dayalı benzerinin bir yapım şirketi tarafından kullanıldığı ve olayların Salma Hayek tarafından kabul edildiğini anlatan bölümündeki senaryonun gerçekleşmesinden korkuluyor.

Yapay zeka bu sektörlerde çalışanları korkuya sevk ediyor. Kültür endüstrisinde yapay zekanın kâr marjlarını en yüksek noktaya çıkartacak şekilde kullanılmaya başlaması bizi de endişeye sevk etmeli. 

İnsan Ne İşe Yarayacak?

İsveç – Nato

Köşe Yazıları

Ayşe Böhürler

Ayşe Böhürler

DÜNYANIN KAYNANASI İSVEÇ

 İsveç için ben değil Avrupalılar “dünyanın kaynanası” diyor. Dünyadaki algısı bu şekilde olan İsveç’in Avrupa kimliği içinde yeri farklı. Biz ise daha çok İsveç’i terör örgütü PKK’ya geçit veren demokrasisi, giderek güçlenen aşırı sağı, İslam karşıtı eylemlere sahne olması gibi başlıklarla tanıyoruz. Şimdi NATO üyeliğinin TBMM’de onaylanması halinde stratejik ortağımız olacak. Ancak İsveç’i çok da tanımadığımızı bir kez daha fark ettik… 

Geçen hafta ziyaretime gelen ve ilk Avrupa tarihi profesörümüz olan Pınar Ülgen’in üniversitelerimiz neden “Avrupa tarihi bölümü açmıyor?” sorusunu İsveç üzerine yaşanan gelişmelerle birlikte çok anlamlı buluyorum. Avrupa Birliği savaşı önlemek iddiasıyla kurulmuştu. Churchill’in ifadesiyle “birbirine karşı korkulardan emin olmak” fikrini merkezinde taşıyordu. Siyasi geleceği ne olacak sorusu elbette tartışılabilir. Ancak tüm bunların ötesinde Avrupa halkalarını tarihi, inançları ve kültürüyle daha iyi tanımamızı sağlayacak üniversitelerimizde birim ve bölümlerin kurulmasının ihtiyaç olduğuna inanıyorum.  

DİPLOMASİ ŞAŞIRTIR 

Türkiye’nin NATO zirvesine giderken tutumu diplomasi ataklarıyla doluydu. Her şeyden önce dünyada dengeler değişmişti. Bugün dünya üretimin aşağı yukarı %23’ünü Amerika tek başına yapıyor. Çin’in payı ise %18, Avrupa Birliği’nin payı %17, Rusya’nın payı ise %2 civarında. Rusya’nın farkı silah ve nükleer gücü…Bu veriler bile ortada asıl rekabetin Çin ve Amerika arasında olduğunu ve geleceğin de ona göre şekilleneceğini gösteriyor. 

Bu rekabet ve Rusya- Ukrayna savaşı Türkiye’nin Avrupa Birliği açısından, hatta dünya açısından öneminin altını bir kez daha çizdi. Avrupa’nın güvenlik ve savunması Türkiyesiz mümkün değil. Eğer Türkiye Avrupa Birliği üyesi olmuş olsaydı bugün Rusya Ukrayna’ya karşı bu savaşı bu kadar kolay başlatabilir miydi? 

Diğer taraftan Avrupa’nın dört önemli enerji hattından bir tanesi Türkiye üzerinden geçiyor. Güney gaz koridorunun potansiyeli de Türkiye’yi çok daha önemli hale getiriyor. Bu nedenlerle Türkiye’nin İsveç’e onay vermesi NATO açısından önemliydi, Türkiye açısından da terörle mücadele önemli bir adımdı.

Diplomasi geçen haftadan başladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenski’yi İstanbu’da ağırladı. ABD Başkanı Biden İsveç Başbakanı UlfKristerssen ile Washington’da görüştü Erdoğan ve Biden telefon görüşmesi yaptı, NATO Zirvesi’nde ikili görüşme için karar verildi.

Türkiye İsveç’e itirazların bir yıldır dile getirirken hem kendi taleplerini dayattı hem de sorunu İsveç’in teröristlere verdiği destek ile sınırlandırdı. Meseleyi genelleştirmeden ülke menfaatini ön planda tuttu.

NATO toplantısında mekik diplomasi devam etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan yola çıkmadan havalimanında verdiği demeçte İsveç’in üyeliği için el yükseltti, vize değil Avrupa Birliği’ne girişe ilişkin itirazların çekilmesini şart olarak ileri sürdü. “Türkiye’nin AB ye girişi stratejik önceliğidir” diyerek de iç ve dış tüm muhalefeti şaşırttı. “Kıbrıs konusunda yeni bir gelişme olabilir mi?” “Vize esnekliği gelebilir mi?” soruları bu demecin ardından geldi. 

Bu arada mekik diplomasi sürüyordu. İsveç başbakanı ile görüşürken ara verdi gitti Avrupa Birliği yetkilisi Charles Michel ile görüştü. Sonra tekrar İsveç başbakanı ile görüşmeye döndü. Görüşmeye ilişkin çok az bilginin yansıması herkesin merakını çekti. Ardından Cumhurbaşkanı’nın Yunanistan Başbakanı Mitçotakis’le yapacağı görüşme ilan edildi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan AK Parti iktidarının ilk yılarındaki Batı ile yakınlaşma hamlelerine geri dönerken, İsveç NATO’ya girebilmek için Türkiye’yi yumuşatmak adına anayasasında ve yasalarında değişiklikler yaptı.

Vilnius NATO zirvesi Türkiye’nin Avrupa Birliği ve dünya için önemini bir kez daha gözler önüne serdi…

ÇOCUKLARA ZARARLI İÇERİKLERİYLE WATTPAD

Dünya genelinde 90 milyon okuru bulunan hikaye yazma ve okuma platformu olan Wattpad’ı en fazla kullanan dördüncü ülke 3 milyon kullanıcı ile Türkiye.  7 milyon Türkçe hikayenin bulunduğu Wattpad içeriklerinin çoğu +18 olmasına rağmen bu içerikleri çoğunlukla 10-18 yaş grubu paylaşıyor.

Ücretsiz, online, erişimi kolay, özgür paylaşım yapabilme özelliği cazip görülüyor ama ciddi riskler içeriyor. Öncelikle hikayeler hiçbir denetimden geçmiyor. Okuyucu sayısı fazla olan hikayeler ödüllendiriliyor, burada popüler olanları yayınevleri tarafından kitaplaştırılarak satışa sunulabiliyor.

En çok okunma oranına sahip kitaplara baktığımızda, karşımıza kötü alışkanlıklar, çevreden soyutlanma, toplum değerleriyle uyumsuzluk, cinsel içerik, olumsuz davranışlara, suça yönelme ve ben merkezli bakış açısının karakterlere yansıtıldığı görülüyor.

Paylaşılan hikayelerde çoğunlukla çarpık ilişkiler, cinsel içerik, LGBTQ+ gibi toplumsal değerlerden ve gerçeklikten uzaklaştırılmış kadın erkek rolleri, şiddet, saldırganlık, küfür, gerçek hayat hikayesi adı altında travmatik olaylar, intihar, madde bağımlılığı gibi gençlerin zihin dünyalarını tahrip edici ve çok erken yaşlarda bu içeriklere maruz kalmaları halinde ağır kişilik ve kalıcı psikolojik sorunlara yol açacak içerikler yer alıyor.

Bu uygulamanın acilen denetlenmesi, yaş sınırının korunması yönünde sıkı tedbirlerinin alınması, ebeveyn kontrolünün getirilmesi ve hatta bunlar çözüm oluşturmadığında siteye erişimin kapatılması gündeme getirilmeli.

İnsan Ne İşe Yarayacak?

Müzmin Muhalefet Partisi CHP

Köşe Yazıları

Ayşe Böhürler

Ayşe Böhürler

Müzmin Muhalefet Partisi CHP

Meclis’te olunca muhalefet ister istemez daha çok gündemine giriyor insanı. Doğal olarak da ‘bugüne gelirken neler yaşandı ki aynı argümanlar etrafında dönüp dolaşılıyor’ sorusuyla, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) siyasetinin zihniyetine bakmak gerekiyor. Değişim yürüyüşleri, CHP içinden çıkan küçük partiler, ‘parti gençleşsin, değişsin’ diyenlerin bugünkü topyekûnunun dününe dair küçük notlar paylaşmak istiyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi, Cumhuriyetin ilk yıllarından 1950’ye kadar ülkeyi tek başına yönetti. CHP’ye karşı 1946’dan önce kurulan siyasi partilerin varlığı ise fazla süremedi. İç muhalefetin sesine o zaman da kulak vermedi. CHP’de ilk değişim çağrısı Adnan Menderes, Celal Bayar, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan’dan geldi. Tarihe “dörtlü takrir” olarak geçen bir bildiri ile özgürlükleri kısıtlayan rejimin daha fazla sürdürülmeyeceğini ifade ederek, değişim talebinde bulundular. Ancak Menderes ve Köprülü CHP’den ihraç edildi. Onlar da 7 Ocak 1946’da Demokrat Parti’yi (DP) kurdular. 1950’deki seçimi % 53,5 oyla DP kazandı. Adnan Menderes yeni başbakan olurken, 27 yıllık CHP iktidarı da son buldu.

CHP, 1950 sonra bir daha tek başına iktidara gelemedi, 1979’dan sonra da iktidar partisi olmaktan çıktı, müzmin bir muhalefet partisine dönüştü. 14 Mayıs 1950 seçimleriyle iktidardan düşen CHP, “kimlik krizi” yaşamış, devletçi parti görüntüsünden kurtulmak ve “halka gitmek” için arayışlara girmişse de bu karşılık bulmamış. 1954 seçimlerinde ve sonrasında da oy kaybını engelleyememiş. Partinin kimlik krizi ve arayışları sürmüş. Bu dönemde yıllarca CHP iktidarları sırasında baskı gören, sol- pozitivist aydınlar imdada yetişmiş. CHP ideolojisini netleştirmek için 1958’de “Araştırma ve Dokümantasyon Bürosu” kurmuş, 1959’da düzenlediği 14. Kurultay’da kaleme alınan “İlk Hedefler Beyannamesi” CHP’nin sosyal demokratikleşme çabalarının başlangıcı olmuş. CHP’nin burada koyduğu hedefler1961 Anayasası’nın da temelini oluşturmuş. 

Yakın tarih ve CHP üzerine çalışmalarıyla bildiğimiz Cemil Koçak DP ile CHP’yi ayıran iki önemli fark olduğunu söyler: “1) DP devletçilik politikasını reddetmek konusunda radikal. 2) Laiklik. Toplumun dinle kurduğu ilişkiyi CHP’nin anladığı gibi değil, din ve vicdan özgürlüğü bağlamında değerlendirmek gerek der. Buna halk öyle teveccüh gösteriyor ki kısa sürede CHP de vazgeçecek bundan ve DP’ye yaklaşacak. (…) CHP ile DP arasındaki en temel ayrılıksa, bugünkü ayrılığın da başlangıcı: Sandık. DP’ye göre sandığın iradesine gem vurulamaz, denetlenemez. Sandıktan çıkan irade, egemenliği doğrudan ve bütünüyle kullanır.”

Kendi iç meselelerini çözemeyen CHP, DP karşısında seçim yenilgisinden sonraki ilk yıllarda zayıf bir muhalefet partisi görüntüsü verirken, daha sonraki yıllarda toparlanmaya çalışmış, her seçim yenilgisinden sonraysa çözüm yolu olarak gençleşme, değişim ve halka inme/halkla iç içe olma stratejisi tekrar tekrar gündeme getirilmiş. CHP yine bir kimlik krizi ve iç kavgaların ve değişim çağrılarının eşiğinde.

GALLUP – MALLUP

Kendimizi anlatma-ya da anlatamama durumumuz hiç değişmez. Ya da kendimizi başkasının aynasında görüp küçümseme, hayıflanma halimiz hiç bitmez. Kendimize hiç inanmayız. Hiçbir veriye “hadi oradan” demeyiz.

Geçenlerde yayınlanan Gallup araştırmasının Türkiye ile Afganistan’ı eşitleyen sonucunu, hem de akademisyenler tarafından onaylanarak paylaşımını okurken aynı duyguya kapıldım.

Neymiş şu Afganistan’la G20 üyesi Türkiye’yi eşitleyen araştırmaya bir bakayım dedim.

Konu pozitif düşünme endeksi imiş. İngilizce “lowest positive experiences world wide in 2022” olarak geçiyor.

Örneklem metodolojisi ne ola ki diye merak ettim. Bu duygu raporuymuş. Sordukları sorular da şöyle başlıyor

“Dün yeterince saygı gördün mü?” “Dün kendini coşkulu hissetin mi?”

“Dün anlamlı ve ilgi çekici bir şey öğrendin mi?” “Dün yeterince güldün mü?…”

Dün ne yaşadın sorusu çok sübjektif olduğu gibi duygular üzerinden bir kıyaslama da oldukça anlamsız.

Araştırma için her ülkede bin denek ile telefon veya yüz yüze görüşme yapılmış…

Bu raporlardan yola çıkarak ülkesinde olan biteni görmeyenlere sormak lazım; hadi son 20 yıla gözünü kapahhrırn daon dan önceki dönemlerde yapılanlara damı gözünüzü kapatıyorsunuz. Türkiye, Afganistan ile aynı yerde diyerek bu raporları işte halimiz olarak sunuyorsunuz. Türkiye’nin 100 yıl önceki hali dahi Afganistan’dan kat kat daha iyidir. Kaldı ki bugün…

Tarihimiz ve bugünümüzü, aldığımız yolu ideolojik körlükle reddetmek kimseye fayda vermez. Burada küçük bir anekdottan bahsetmek isterim: Halide Edip Adıvar 1930’lu yıllarda ABD’de konferanslar verir. Bu konferans ve gezileri esnasında Türk kadını olarak ona ilgi gösteren çok olur. Bir gazeteci Halide’ye fotoğraf makinesiyle yaklaşıp poz verirken “Pijamalarınız giyip, uzun bir ağızlıkla sigara için” der. O da “Niçin?” diye sorduğunda gazeteci “Türkiye’de böyle gezmiyor musunuz?” der. O da bir buçuk asırdır Türkiye’de yaşamın değişimi ve reformlara nasıl bir temel oluşturduğunu anlatır.

İnsan Ne İşe Yarayacak?

Çocuklar İçin Büyük Tehlike

Köşe Yazıları

Ayşe Böhürler

Ayşe Böhürler

Çocuklar İçin Büyük Tehlike

Ebeveynlerin yüzde 68’i çocuklarının resimlerini sosyal medyada paylaşıyor. En güzel resimlerini hem de! Ancak uzmanlar bu paylaşımların dijital suçlara imkan sağladığını söyleyerek ailelere bunu yapmamalarını öneriyorlar. ‘Çocuklarınızı yalnız tek başlarına paylaşmayın, üzgünken, ağlarken paylaşmayın, mayolu resimlerini paylaşmayın, onları cinsel obje haline getiren giysilerle paylaşmayın’ diye özellikle uyarıyorlar. 

Bu uyarılara verilen örnekler arasında depremde paylaşılan çocuk fotoğrafları da var. Depremde en çok paylaşılan küçük bebek resmi üzerine yazılan mesajlar, aciz, yalnız çocuk fotoğraflarının sosyal medyada kullanmanın zararlarına dair bize yeterince kanıt sunuyor. 

İnternete düşen bir çocuk fotoğrafı mutlaka pedofili lobilerinin görüntüleri biriktirdiği büyük işlemecilere(server) düşüyor.

Bu fotoğrafları biriktiren suça meyilli kişiler bunları internetin yeraltı dünyasında çocuk ticareti, organ mafyası, fuhuş ticareti şebekeleri başta olmak üzere pek çok yere servis ediyorlar. Hele bir de adres, yer, konum verildiyse çocuğa sanal bağlantılarla da fiziksel olarak da ulaşmak daha kolay oluyor.

Geçen hafta Türk Kahvesi programında konuk ettiğim Prof. Ferhan Odabaşı bu tehlikelere dikkat çekerken katıldığı bir toplantıda bir FBI görevlisinin sorusunu örnek olarak aktardı. FBI görevlisi sunum başlığını “Bir Pedofili Hastasını Nasıl Tanırsınız?” diye koymuş. Verdiği cevap ise çok kısa olmuş: “Tanısam size söylerdim. Ama tanıyamam.” Ferhan Odabaşı devam ediyor: “Araştırmalar gösteriyor ki bir pedofili herkes olabilir, asla bilemezsiniz !”

Çocuğunuzun sizinle birlikte olduğunuz fotoğraf kimsenin işine yaramıyor. Bir pedofili hastasına en cazip gelen çocuğun aciz hali, uyuyan çocuk fotoğrafları. Çocukların tek başına oldukları fotoğraflar onlar için ilgi çekici oluyor.

Çocuğun rızası olmadan çocuğun fotoğrafını paylaşmayalım, çocuğu koruyalım.

Sexting…Sharenting…

En son kavramdan başlayayım…Sharenting; paylaşılan ebeveynlik…. Çocuğunun her anını sosyal medyada paylaşan ebeveynler bu isim ile anılıyor. Ferhan Hoca aileleri uyarırken diyor ki “Asla onların kendi çocuk resimleriyle hesap açmalarına izin vermeyin.”

İngiltere ve Galler’deki polis raporlarına dayanan 2019 tarihli bir rapor, çocuk tacizcilerinin yüzde 32’sinin Instagram’ı, yüzde 23’ünün Facebook’u, yüzde 14’ünün Snapchat’i kullandığını ortaya koymuş. Tik Tok, Twitch gibi platformların çocuk istismarı konusunda şöhretleri hiç de iyi değil.

İngiltere’de akademisyenlerle devlet birlikte çalışıyor. Amerika’da çevrimiçi çocukları koruyan dernekler var. Bunların en meşhuru Family Online Safety Institute. Bu konuda akademsiyenler, aileler ve devlet el ele vermek zorunda.

Sexting yeni davranış şekli olarak ortaya çıkıyor. Yani cep telefonları arasında cinsel içerikli mesajlar, fotoğraflar, videolar göndermek, almak veya iletmek. Bunların sanal ortamda yayılması veya buna dair şantajlar çevrimiçi istismarda en fazla karşılaşılan durumlar arasında.

Çocuklara sanal ortamda yapılan taciz ve zorbalıkların ciddi psikolojik sonuçları var. Bu çocuğun hayatını kararttığı gibi çeşitli bağımlılıkların da tetikleyicisi oluyor. Sosyal medyada 13 yaşına kadar çocukların hesabı olmaması lazım. Ebeveynler – aileler çocuklarını dijital dünyadan korumalı.

ÇOCUKLARIN GÖRÜNTÜLERİNİN CİNSELLEŞTİRİLMESİ

Çocukların görüntülerinin cinselleştirilmesi konusunda yayınlanan UNICEF raporu da çocukların cinsel obje olarak sunulmalarının ileriki yıllarda oluşturacağı kötü sonuçlarını anlatıyor. Bu rapor sosyal medyada cinsel obje olarak sunulan çocukların uzun vadede pek çok sorunla karşılaşacaklarına dair uyarıda bulunuyor. Ayrıca bu suiistimaller çocuklara karşı şiddeti de normalleştiriyor.

Çocukları cinsiyet ameliyatlarının objesi haline getirmenin sonuçları da ağır oluyor. Bunu empoze eden içeriklerle karşı ebeveynlerin özellikle tetikte olması lazım.

‘Çocuklar bizim her şeyimiz’ diyorsak çocuklarımızın her anını görüntüleyip, sergilemekten vazgeçmek gerekiyor!

AKDENİZ GÖÇMEN MEZARLIĞI

Yunanistan sahilinde iki devletin gözetiminde göz göre göre ölüme sürüklenen 750’ye yakın göçmen haberi yeni bir durumu ortaya koymuyor. Resmi rakamlar 2016’dan bu yana 27 bin insanın Akdeniz’den Avrupa’ya geçmeye çalışırken öldüğünü söylüyor. Bunlar cesedi sahile vuranlar, bir de hiç cesedi bulunmayanlar var.  

“Akdeniz göçmen mezarlığına döndü, balıkçı ağlarına artık balık yerine insan cesetleri takılıyor…”  Bu haberi yapan BBC’den Mike Thomson, Tunus açıklarında balıkçı köylerine giderek onlarla röportaj yapmış. Tunus yakınlarında Sfax’ta balıkçılık yapan Qussame Dabbeşi balık ağına artık insan ve hatta bebek cesetleri takıldığını söylüyor. Afrika’dan Avrupa’ya geçmeye çalışan yoksul göçmenler için en çok tercih edilen yerlerden birisi olan Sfax’ta balıkçı tekneleri kaçak geçiş yapmaya çalışan göçmenlere kiralanıyor.

Kıyıya vuran ceset sayısı bir ayda 200’ü bulabiliyor. Sfax’taki morg ve hastane kapasitesi yeterli olmuyor. Cesetler birbiri üzerine istifleniyor ve DNA testleri ile kimlikleri tespit edilmeye çalışılıyor.

Avrupa ise yeni göçmen almamanın yollarını arıyor. Brüksel’de uzun saatler süren görüşmelerin ardından ülke başına 30 bin göçmen kotası getirildi. En çok tartışılan konu ise kota dışındakilerin nasıl sınır dışı edileceği oldu. Alınan kararlara göre göçmenler en son hangi ülkeden Avrupa’ya giriş yaptıysa oradan sınır dışı edilecek.

Sfax’ta yeni kazılan mezarları görüntüleyen BBC muhabiri bu mezarların yeni göçmenleri beklediğini de yazmış… Avrupa’nın mültecilerle imtihanı büyük bir insanlık testi ve trajedisini de beraberinde getiriyor. 

İnsan Ne İşe Yarayacak?

Diğerleri Ne Söylüyor?

Köşe Yazıları

Ayşe Böhürler

Ayşe Böhürler

Diğerleri Ne Söylüyor?

Logline ya da “filmin cümlesi”ni senaryo ile uğraşanlar yakından bilir. Logline bir filmin ne anlattığına dair bir iki cümlelik tariftir. 14 Mayıs ve 28 Mayıs 2023 seçim sonuçlarına ilişkin değerlendirmeleri okurken ve dinlerken bu seçimlerin ‘logline’ı nedir diye düşündüm. Bu yazı o tek cümlelik özet arayışına katkı sağlayabilir.

Seçim sonuçlarında öne çıkan bir kelimeye dikkatimi çeken TEPAV Müdürü Prof. Dr. Hilmi Demir ve ekibi oldu: Diğer. 50+1’i zorunlu hale getiren seçim sistemi nedeniyle, seçimde +1’i toplayacak olan diğer partilerdi.  Diğer derken AK Parti, CHP, MHP, İYİ Parti, HDP/Yeşil Sol Parti dışındaki partileri kastediyorum. Zafer Partisi, Memleket Partisi, TİP, BBP, Yeniden Refah Partisi, Hüda Par, Demokrat Parti, Deva, Saadet ve Gelecek partileri…

Rakamlarla durumu şöyle ortaya koyalım: 2018 yılında diğer partilerin aldığı oy oranı Türkiye genelinde %2,40 iken, 2023’te %10,52 oluyor. Sanayi illerinde  ‘diğer’lerin oranı 2018’de %1,83 iken 2023’te %10,64’e çıkıyor. Üç büyük ildeki ‘diğer’ seçeneğindeki artış oranı daha hızlı: %1,72’den % 11,16’ya çıkmış.

2018’le kıyaslayınca bu seçimde AK Parti 31, CHP 16, HDP (Yeşil Sol)10 milletvekili kaybederken, ‘diğer’ partiler milletvekili sayılarını artırmışlar. CHP listesinden seçime giren Deva (15), Saadet  (10) ve Gelecek (10), Demokrat Parti (3) 38 milletvekili çıkartmış. AK Parti listesinden seçime giren Hüda Par 4, kendi listesi ile seçime katılan Yeniden Refah Partisi(YRP) ise 5 milletvekilliği elde etmiş. TİP’in milletvekili sayısı ise 4 olmuş.

Diğer partilerin oy oranları bölgeden bölgeye değişiyor. Üç bölgede ‘diğer’ kategorisinde tasnif edilen partiler 2018’de sıfıra yakın oy almışken, 2023 seçiminde ulaştıkları oy oranları dikkat çekici:

İç Anadolu ‘diğer’lerin en çok oy aldığı bölge olmuş: YRP (%3,1), Zafer Partisi (%2.8), BBP (% 1,9), Memleket Partisi (% 0,9) ve TİP’in (% 0,8) bölgedeki toplam oy oranı %9.5.

‘Diğer’lerde en az artış Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde görülüyor. YRP (% 2,6), Zafer Partisi (% 1,0), Memleket Partisi (% 0,5), BBP (% 0,4) ve Sol Parti (% 0,4) toplam %4.9 oy almış.

Ege Bölgesi’ndeki ‘diğer’lerin – Zafer (% 2,2), TİP (% 1,8), YRP (% 1,5), Memleket (% 1,1)ve BBP (% 0,8)- toplam oy oranı ise yüzde 7.4.

Geçen dönem 14 partinin temsil edildiği TBMM’de bu dönemde 5 siyasi parti grubu çatısı altında 15 partinin milletvekilleri bulunuyor. Bu 15 parti seçmenlerin yüzde 94’ünün oyunu temsil ediyor.

2023’e, 2020 ve 2021’de kurulan 49 parti ile birlikte toplam 122 siyasi parti ile girdik. 36’sı genel seçime katılma yeterliliğine sahip olan bu partilerden 26’sı adaylarıyla seçime katıldı. 26 partinin 13’ü tek başına, 13’ü ise ittifaklar altında seçime girdi.

Diğer olarak tasnif edilen partiler birbiriyle benzer tarafı olmayan seçmen kitlelerini temsil ediyor. Bu açıdan seçim sonuçları sosyolojik değişime ilişkin önemli ipuçlarını da içeriyor. Bu seçimin temel sorusunun; seçmenin ana partiler dışında diğer partilere neden yöneldiği olduğunu söyleyebiliriz.

Öte yandan, Meclis’te oluşan yeni tabloda karar almak için kilit olan ‘diğer’ partilerin gücü arttı. Bir değişiklik için daha çok partiden daha çok sayıda milletvekilini ikna etmek gerekiyor.

Küçük partilerin pazarlık etkisi oluştu. “Expost yani olan biten ve gerçekleşen üzerine düşünerek ittifak kuran organizasyonlar yerine, exante, yani geleceğe dönük tahminlere dayanan koalisyonlar geliyor” diyen analistler siyasetin geleceğine ilişkin bir perspektif veriyor. Ağır, hareket etmesi zor parçalar yerine, modüler mobilyalar gibi, hızla yer değiştirilebilir, taşınabilir, Zygmunt Bauman’ın tanımıyla akışkan, yer değiştirebilme kapasitesi yüksek siyasi partiler nesli geliyor. En azında 2023 seçim sonuçlarından çıkan sonuç bu. Ana büyük partiler de buna göre kendilerini yenilemek zorundalar.

TEPAV analiz uzmanlarının seçim sonuçları üzerine değerlendirmelerinde dikkatimi çeken bu noktaların altını çizmek istedim. Bu eğilim sadece Türkiye değil dünya için de geçerli… Siyasi alanda expost değil, exante bir içeriği doğru gidiş varken partilerin de söylem ve yorumlarını buna göre yenilemeleri gerekiyor.

Bu seçim sonuçlarını değerlendirirken ezbere büyük anlatılar, ana akım ideolojik söylemlerin dışında bu alanlara bakmakta fayda var.