Avrupa’nın ‘Bozkurt’ Miti

Avrupa’nın ‘Bozkurt’ Miti

Köşe Yazıları

Ayşe Böhürler

Ayşe Böhürler

Avrupa’nın ‘Bozkurt’ Miti

İki hafta önce Fransa İçişleri Bakanı Gerald Darmanin, “Bozkurtlar” olarak bilinen Ülkü Ocakları’nın faaliyetlerini yasaklayacaklarını söylemişti. İşin ilginç tarafı Fransa’da bu isimde bir dernek veya hareket mevcut değildi. Yasaklanan veya kapatılan bir dernek olmadı. Ardından bu hafta içinde Avusturya’nın ‘Harika Çocuk’, ‘Mesih’ gibi lakaplarla anılan Başbakanı Sebastian Kurz siyasal İslam düşüncesinin fikri suçlar kapsamına alınacağını söyledi. Ve devamında gelen haberlere göre Almanya’da Hristiyan Birlik Partileri CDU / CSU’nun Ülkücü Hareketi yasaklamak için bir önerge vermesi bekleniyor. Bu önergenin gerekçesi, Ülkücü Hareketi’n “insan onuruna önem vermediği, biyolojik ırkçılık yaptığı ve antisemitik ve antiliberal olduğu, tüm bunların da demokrasi prensibiyle uyuşmadığı” gibi iddialar.

Almanya’da anayasal düzeni tehdit ettiği düşünülen hareketler “Anayasayı Koruma Dairesi” tarafından gözlem altında tutuluyor. Federal Anayasayı Koruma Dairesi de her sene ülkedeki aşırı sağcı, aşırı solcu gibi farklı spektrumlardan hareketleri, dernekleri, ideolojik temsilcileri bir raporla ilan ediyor. Anayasayı Koruma Dairesi’nin 2019 raporunda “(İslamcılık Haricinde) Yabancıların Güvenliği Tehdit Eden ve Aşırıcı Çabaları”  başlığı altında PKK, DHKP-C ve Ülkücü Hareketi ele alınıyor. Ülkücü Hareketi’ne dair dernek bilgileri ise şöyle: Ülkücü Hareketi’nin iki farklı dernek altında organize olduğu söyleniyor: ADÜTDF ve ATİB. Bu iki dernek dışında organize olmamış ülkücülerin de ‘ırkçı üstünlük ideolojileri’ne sahip olduğu iddia ediliyor. Raporda ülkücü derneklerinin ‘şiddetsizlik’ çağrısında bulunduğu ve kamuoyuna demokratik duruş izlenimi verdiği kaydedilmiş. Bunun dışında Türkiye’nin Suriye’deki askerî harekatına verilen destek de ülkücü hareketinin ‘falsolu’ görülen eylemleri arasında sayılıyor. Raporda, Almanya’da 12.500 ‘Türk aşırı sağcısı’ olduğu da belirtiliyor.

Bozkurtlar hareketi olarak tanımlanan sağ hareketler raporun sabit unsurlarından birisi.

“Türk aşırı sağcılığı” başlığı altında ülkücü hareket “İslamcılık harici hareketler kapsamında değerlendiriliyor. Çatı derneği olarak da (ADÜTF)  Almanya Demokratik Ülkücü Türk Dernekleri Federasyonu gösteriliyor. Derneğin yasal zeminde ama anne partileri  olan MHP doğrultusunda hareket ettiği, MHP’nin de ultra milliyetçi bir ideoloji olduğu belirtiliyor.

Bu rapora giren derneklerin şiddet yani suça bulaşanlar olmadığını ama izleyelim bir suç işlerlerse önleyelim mantığı ile takip edildiklerini not olarak düşelim.

Raporda yer alan ikinci dernek  Avrupa Türk İslam Kültür Dernekleri Birliği, Bu derneğin ülkücü kökenden geldiğini onlardan 1987 de ayrıldığı, kendisini yeni bir yönelime soktuğu yazılıyor.  Türk aşırı sağcı ülkücü hareketleri kapsamından ziyada bu dernek ülkücü hareketin dini kısmını oluşturmaktadır yorumu da yer alıyor.

Ülkücü hareketin şiddet potansiyeli var mı sorusuna raporun baktığı çeşitli yerler dikkat çekici. Türk dernekleri Ermeni soykırımını reddediyorlar, PKK eylemlerine karşı çıkıyorlar, bazen engellemeye çalışıyorlar bu tepkilere bakarak rapor bu derneklerin üyelerinin bir kısmının anayasa zemini içinde davranmadığını söylüyor.

‘Erdoğan’ın Bozkurtçuları’ diyorlar

Raporda bu derneklere ilişkin dikkat çeken bir başka yorum da “anti semitizm” konusu. Bu ülkücü ideolojinin bir temel özelliği olarak zikrediliyor. Ayrıca dikkatimi çeken bir başka bölüm de Nihal Atsız’a yapılan atıf oldu. Nihal Atsız Türk aşırı sağcılığının en önemli düşünce önderi ve antisemitizmin propagandasını yapan kişi olarak yorumlanıyor. “Yahudileri Türklerin düşmanı olarak tanımlamıştır” derken ülkücülerin anti semitik görüşlerini; değersiz görülen Yahudiler, komplo teorileri, emperyalizmi içeren değerlendirmeler şeklinde çeşitlendiriyor. Bunun bir hayli üzerinde duruyor. Yargı olarak da ülkücü derneklerinde açık bir antisemitzmin odağı olduğu ama bunun dışarıya yansımadığını, ülkücü dernek temsilcilerinin dışarıya iyi görünmek için yaptığı çalışmalar üyelerinin antisemitik tutumlarını etkilediğini yazıyorlar. Burada sosyal medya takibine de yer vererek bağımsız bireylerin antisemitik söylemlerde daha çok bulunduğunu, bunun içine de sosyal medya aktivitelerine, paylaşımlara  değiniliyor.

Anayasa Koruma Raporu “Türk aşırı sağcılığı” başlığı içinde ülkücü harekete 7 sayfa  ayrılmış. Detaylara internetten bakabilirsiniz diyerek bu konuda Avrupa Türk İslam Kültür Birliği (ATİB) kurucu başkanı olan  Musa Serdar Çelebi ile yaptığım telefon konuşmasından aldığım notları özetlemek isterim.  (80 dernek 8 bin üyesi bulunan ATİB’in bu istihbarat raporundaki yorumlara ilişkin itirazlarını önemli buluyorum bunları siteden okuyabilirsiniz.)  

Serdar Çelebi Almanya’daki bu gündemi Fransa’daki rüzgarın etkisi olarak yorumluyor. Türk  federasyonları Ak Parti yanlısı çalışmalar yapıyorlar diye üzerlerine gittiklerini, kamuoyunda olayları birbirine karıştırarak yanlış algı oluşturduklarını söylüyor.  “Fransa’da İŞİD’e 700’e yakın kişi katılmış ve bunların irtibatlı olduğu 43’e yakın camii kapatılmış. Orada kapatılan tek Türk bir dernek yok. Ancak bir algı karışıklığı yaparak kamuoyunu harekete geçirmek istiyorlar. “Erdoğan milliyetçiliği” tanımının yanına “Erdoğan’ın Bozkurtçuları” gibi bir tanım ürettiler. Erdoğan düşmanlığıyla puan toplamaya çalışılıyor. Bugün ortaya atılan iddiaların aynısı 2016 da ortaya atıldı, Alman devleti o zaman bu iddiaları doğrulayan  bir şey bulunamamıştır yanıtını verdi. Bu tartışmalardan  da bir şey çıkmayacak

Sadece zaman kaybettirecek ve Türkler sindirilmiş olacak. Kapatma söz konusu dahi olamaz…”

Çelebi, 33 yıldan beri Avrupa’daki tek partiler üstü teşkilat olduklarını söylerken Türkçülük, ırkçılık yapmadıklarını, Kürt alevi ayırt etmeden düşmanlık yapmayan herkes ile birlikte çalıştıklarını da vurguluyor. Avrasya Alevi İslam Birliği ile sağlam ilişkiler kurduklarını da söylüyor. Alevilikle geçinenler ile sağlam alevileri ayırmak gerektiğini de ilave ediyor.

Avrupa’nın ‘Bozkurt’ Miti

Kimlik Savrulmaları Ve Aklıselim

Köşe Yazıları

Ayşe Böhürler

Ayşe Böhürler

Kimlik Savrulmaları ve Aklıselim

Geçmişin kısmen 12 Eylül dönemini yaşamış sonradan da post modern ve hafif darbe denebilecek 28 Şubat dönemin yaşamış İslamcı bir geçmişten gelen anne babaların çocukları Boğaziçi gösterilerinde öne çıkarıldı. HDP’li vekiller, LGBT dernekleri, Canan Kaftancıoğlu’nun ekipleriyle ortak söylem birliği imajı fotoğraflarla verildi.  Sadece HDP’nin değil Deva ve Gelecek Partisi’nin ve yabancı birçok izleyicinin gözüne girdiler ki izlediğim yabancı liberal hesaplarda onlara da çok övgü var.

Siyasi zeminde gençlerin ulusal ve uluslararası her taraf için kullanılmasına uygun bir durumun ortaya çıktığını görüyorum. Bu olanlar, gençlerin gerçek niyetlerini ve duruşlarını gölgeliyor.

Diğer taraftan önleyici tedbirlerin ve süreç yönetiminin dil olarak iktidara zarar verdiğini düşünüyorum. Devlet büyüklerinin bu zeminde gençleri dışlayıcı değil, duygusal olarak anlayan bir dil kullanmasını daha faydalı bulduğumu söylemek istiyorum.

Olayların gelişim süreçlerindeki makul zeminin kışkırtma ve manipülasyonlarla kaybolduğu ortada. Ancak aklıselimi büyüklerin göstermesi gerekir. Hoşgörü, tolerans filan demiyorum “aklıselim” kelimesinin altını çizmek isterim. Onlarla ortak dil tutturmak için onların dilinden anlayanlar bu konuşmaya dahil olmalı. 

Gençlerle konuşuyorum. Olayların makul ve mantıklı bir zeminde tartışılma imkanını bulmak kolay değil. ‘İstemezük’ diyorlar belli ki muhalif olmayı seviyorlar. Mantık umurlarında değil. Boğaziçi’ni kazanacak zekada olmalarını her şeyi kavramaya yeteceğine inanıyorlar. Söylenecek çok şey var. Ancak faydası yok. Onları tartışacak değilim. Onların yaşının üç katı tecrübeye  sahip büyükler olarak aklıselimi devreye sokarak bu protestolara ilişkin iletişim dilimizi yeniden gözden geçirmek gerektiğine inanıyorum.

Elbette kafaları karışık. Gençleri anlamak gerektiğini savunan birisi olarak o kapı her daim bir imkan olarak açık bırakılmalı. Onlar da hata yapıyor biz de…

Yüzdelik Dilim Ve Muktedirlik İddiasi

Ana akım medya protestolara yer vermiyor, dijital medya uluslararası yayınlar da onlarla dolu. Flu Tv’ye protestolarla ilgili iki genç kız görüş vermiş. Birisinin başı açık diğeri örtülü. Başı açık olan  derdini anlatıyor, anlatıyor… Lakin başı örtülü olan kızın konuşmasını ise gördüğüm kadarıyla çok kesmişler ve ortaya kahkahaların öne çıktığı, genç kızın konuşmasının odağının üç beş noktaya kaydırıldığı bir kurguda, farklı başörtülü imajı veren bir röportaj çıkmış. Normalde böyle şeyleri hiç konu etmem de ancak son bir haftadır herkes birbirine üniversite yüzdelik derecesini hatırlatıp duruyor. Oradan yola çıkarak başörtülü olan genç kızın diğerinden daha üst yüzdelik diliminde üniversiteye girdiğini söylemek isterim.

Gördüğüm kadarıyla başörtülü protestocunun röportajını çok kes-yapıştır yapıp iyi bir kurgu yapmışlar. Röportajın ham halini de gördüm.

Röportajda niye olduğunu anlamadığım sık sık atılan kahkahalar ön plana çıkmış. Kahkaha atmasında beis yok da oradaki bağlamı tuhaf. O da “28 Şubat’ı pek bilmiyorum.’ diyor. Asıl önemlisi de meselenin Boğaziçi rektörünün geri çekilmesi olmadığını, geri çekilse de vazgeçmeyeceklerini, tüm üniversitelerin atanmış rektörlerinin geri çekilmesi gerektiğini söylüyor. Kendi rektörlerinin geri çekilmesinden geçmiş, diğer üniversitelerin rektörlerine de karışmak istiyorlar. Bütün Türkiye üniversitelerinde muktedir olmaya çalışan, yüzdelik sıralarında üst dereceyle üniversiteye girmiş bir öğrenci…

Ancak öğrencilere fazla tepki göstermek bir zaaf noktası olarak ortaya çıkıyor. Bir de gerçek eleştiriye  imkan açmalı… Vatandaş olarak bu gerilimlerden elimize ne geçiyor çok daha önemli diye düşünüyorum.

Bu olayda dikkatimi çeken; olayın içinde öne sürülen, yabancı medyanın odağında olan gençlerin kimlik karmaşası. Kimlik dağılması ya da melezleşme sözü daha uygun. Pek çok analizi içinde barındırması gereken konumla. Ama Türkiye’de ne yazık ki sıkı bir sosyolog çıkmadı ve çıkmıyor da. Ama gördüğüm yeni bir tecrübeyle karşı karşıya olduğumuz.  Boğaziçi’nde dindar öğrencilerin sayısı 2001’ den sonra arttı. Öncesinde sayıları çok azdı. Bu artışta Ak Parti iktidarının politikalarının ve  üniversitenin kontenjanlarının her yıl artırılmasının payı büyük.

Bugün geldiğimiz noktada medyaya yansıyan tartışmalarda Üniversite’nin yerleşik kurumsal kimliğiyle öğrencilerin kimliği arasındaki tenakuzların sonuçlarını gördüğümüz düşünüyorum. Diğer taraftan da İslamcı aileler çocuklarına Kemalizme ve devlete muhalif olmaya dair çocukluktan başlayarak bir bilinç verdiler ama yerliliği benimsemediler. Kimlik savrulmalarının geçen haftaki yazımda da izini sürdüğüm İsmail Kara’nın tespitleriyle çok alakalı olduğunu görüyorum.

Anadolu Projesi

YÖK tarafından başlatılan güzel bir projenin haberini gördüm. Anadolu’daki üniversitelerle kıdemli üniversitelerin eşleştirilmesi. Böylece kıdemli üniversitelerden dört profesör orada gönüllü olarak uzaktan ders verecek. Kıdemli üniversitelerle ortak projeler, bilgi ve tecrübe paylaşımı yapılacak. Bu projeyle yeni kurulan üniversiteler için gelişimleri noktasında bir imkanın, kıdemli üniversiteler için de Anadolu’ya katkı sağlama ve onları tanıma imkanının sağlanacağını düşünüyorum. İnşaallah proje gerçekten amacınıgerçekleştirir, iki taraf için de faydalı bir işbirliğine dönüşür. 

Avrupa’nın ‘Bozkurt’ Miti

Kız Arkadaşlar

Köşe Yazıları

Ayşe Böhürler

Ayşe Böhürler

Kız Arkadaşlar

Erenköy Kız Lisesi’nde okuduğum için mi bilmiyorum “kız arkadaş” benim hayatımda çok büyük önem taşır. Sırdaş, yol gösterici, seni sen olarak sever kız arkadaşlar, vefalıdırlar, dertlere dermandır, rekabeti de kıskançlığı da yoktur. İnsanın giderek yalnızlaştığı iletişimin dijitalleştiği bir çağda bu kavramların, arkadaşlığın “like” yapmaya indirgendiği bir dönemde kız arkadaşları yazmak istedim. Bu yazının bir diğer sebebi de geçen hafta Türk Kahvesi’nde konuk ettiğim iletişim profesörü Nuran Yıldız. Nuran Hoca bir arada ayakta kalabilmenin tek formülünün melezleşmek olduğunu söylüyordu. 

Kız kardeşim olmadan büyüdüm. 11 yaşımda adımımı attığım Erenköy Kız Lisesi’nden 17 yaşımda mezun olduğumda pek çok kız arkadaşım -vardı. Kız liselerinin ayrı bir havası vardır. Uzun öğlen tatillerinde sınıfın kapısı kapanmışsa herkes bilir ki;  içeride sadece kız arkadaşların katılabildiği özel bir sohbet vardır.

Lisedeki kız arkadaşlarımla bambaşka yaşam biçimlerimiz olsa da hala görüşmeye devam ediyoruz. Her birimizin yolu da fikri de bambaşka. Ama bu ne dostluğumuza ne birbirimizin yardımına koşmamıza, ne de dertlerimizi paylaşmamıza mani olmaz. Ortak paydalarımızı ayrılıklarımızın üstünde tutarak dost kalabildik. Sadece lise değil sonraki dönemde de bu çerçevede pek çok dostum oldu. Yılların içinde ne onlar fikirlerini değiştirdi ne de ben! 

Siyaset, iş dünyası, hepsinde de çok geniş muhitim ancak az sayıda sıkı dostlarım oldu.

Çok şey paylaştık, çok badire atlattık, bazen de atlatamadık…

Ama hayattan sahici ve samimi sohbetlerle, en kriz anlarında, en ayrı düştüğümüz zamanlarda bile dostluklarımızı canlı tutmayı bildik.  Bu dostlukların onlara da bana da katkısı büyük oldu. Karşı fikirde olsanız da onlar hiçbir zaman karşıtınız hele de düşmanınız hiç olamıyor. Yüzde yüz aynı fikirde olmadığımız insanlarla dostluğun başka bir kıymetli tarafı da kendi sesinizin yankısıyla aldanmak, oyalanmak yerine ayaklarınızın daha sıkı yere basmasını sağlaması.

Türkiye’de kutuplaşma hep konuşuldu ve her seferinde de yeni bir şeymiş gibi konuşulmaya devam ediyor. Bugün bir nebze farklı olanın; arkadaşlık ortamlarının zayıflaması olduğunu düşünüyorum. Arkadaş olabilmeyi ve kalabilmeyi öğrenmek için siyasi görüşleri önde kimlik unsuru olarak tutmaktan vazgeçerek konuşmayı öğrenmek gerekiyor. Bizi kurtaracak olan fikirler değil. Hangi fikirde olursak olalım birbirimizin özünde “iyi insan” olduğuna duyduğumuz inanç.

Bugün hayatımda geriye doğru baktığımda bu farklı dostlarımızın en kıymetli kazanım olduğunu görüyorum.

İlahi Ayşe Kulin!

Sevgili Ayşe Kulin Armağan Çağlayan’a konuk olmuş. İlgiyle dinledim. Ayşe Hanım İslam ile ilişkisi yakın olan iktidar odaklı kesimin çok kibirli olduğunu, insanlara tepeden baktığını söylüyor. Konakta büyümüş, büyükannelerinden gördüğü gerçek İslam’ın bu olmadığı inancında. Ayşe Hanım’ı dinlerken yukarıda yazdıklarımı da düşünerek acaba hiç farklı kesimlerden arkadaşı olmuş mu, çevresinde kendinden farklı birisinin bulunmasına izin vermiş mi diye merak ettim. Reklamcılık yaptığı dönemde tanıdığı figüranları kast etmiyorum tabii! Çünkü halkı yakından tanımak için metro ve otobüse bindiğini orada halkın çeşitliliğini gördüğünü söylüyor. Ha bir de bu ülkenin kendini “öteki” hissettirdiğini çünkü “uzun süredir oy vermediği bir iktidar tarafından yönetildiğini, televizyonu her açtığında kendini temsil ettiği değerlere tükürüldüğünü ve çarşafa dahi sokacak olsalar bu ülkede kalmakta direneceğini” söylüyor. Bu “çarşafa dahi sokacak olsalar” ifadesi bana komik geldi. Bir dönem “Başörtüsü serbest olursa Türkiye İran olur, Suudi Arabistan olur” sözü çok modaydı. Bir de tarihte çarşaf yasaklansın diyenler var. Ama bu olay da ta 1950’li yıllarda olmuş.  Demokrat Parti’nin ilk yıllarında iki kadın milletvekili çarşaf yasaklansın diye Meclis’e teklif sunmuşlar. Osmanlı dönemindeki çarşaf yasaklarına hiç girmiyorum…

Aradan çok zaman geçti, çok şey değişti. Bunca yıldır aynı mahalledeyim, hiç zorla çarşafa giren birini duymadım, çarşaf çıkartanları da çok gördüm. Hatta geçenlerde yeni sosyal medya ortamı olan Clubhouse’da başörtüsünü çıkartan gençleri dinledim.  Toplumda gördükleri “ayrımcılığın” hayatlarına etki etmesine izin vermek istemedikleri için başlarını açtıklarını söylüyorlardı.

İlahi Ayşe Kulin! Çağ değişti, kadınlar da, dindar kadınlar da! Bırakın çarşafı, başörtüsüne bakış bile değişti. Metro, otobüs dışındaki ortamlarda da halkı tanımaya ihtiyaç var. Ha bu arada ben “kıyafet yasaklarına karşı mücadele veren, isteyen istediğini giysin” diyen iktidar partisi kurucularından birisiyim. O zamandan beri fikrim hiç değişmedi. Ülkede kalmanızı çok isterim, sizi zorla çarşafa sokacak olan olursa lütfen haber verin birlikte mücadele edelim.

Sizi Serbest Bırakmayı Muvafık Bularak Tatlik Ettim

“Evlenme ve boşanma tarafların arasındaki şahsi bir hukuki hadisedir; yaşananların ayrıntıları sadece karı ve kocayı ilgilendirir ama taraflardan birisi devletin kurucusu ve reisi olduğu takdirde o evlilik tarihi bir mahiyete bürünür. 22 yaşındaki bir kızın 39 yaşındaki muzaffer kumandan ile yani Latife Hanım’ın Mustafa Kemal Paşa ile yaptığı ani evlilik de böyle bir tarihi hadisedir. Muzaffer kumandanın izdivacından sadece 9 ay sonra yeni bir devlet kurup, o devletin başına geçmesi o tarihi hadiseyi daha önemli hale getirmektedir.” Murat Bardakçı bu talakı yani boşanma hadisesini ve sonrasındaki yaşananları resmi arşivlerden yeni belgeler ışığında araştırdı. Latife Hanım ile Gazi M. Kemal’in boşanma hikayelerini ” Sizi Serbest Bırakmayı Muvafık Bularak Tatlik Ettim” başlığıyla kitaplaştırdı. İş Bankası Yayınları’ndan çıkan kitap, boşanma evrakı detaylarında ikisinin de karakterlerine dair ipuçları veriyor.

Belli ki fırtınalı evlilikmiş.

Belli ki Latife Hanım Gazi Mustafa Kemal’i yönetmeye kalkmış.

Belli ki bunu herkesin içinde ayan beyan etmiş.

Belli ki bu sonuca hazırlıklı değilmiş ve üstünlük taslamış.

Sonuçta imtizaç uyuşmazlığı fırtınalı bir ilişkiyi sonlandırmış. Bardakçı 2 sene 6 ay 8 gün süren yani sadece 920 gün devam eden mutsuz evliliğin boşanma öyküsünü yazarken bir dönemi de aydınlığa kavuşturuyor.

 

Avrupa’nın ‘Bozkurt’ Miti

ABD Demokrasi Değilse Nedir?

Köşe Yazıları

Ayşe Böhürler

Ayşe Böhürler

ABD Demokrasi Değilse Nedir?

ABD’nin cumhuriyet makinesi neden çökmek üzere? Eski Yunan demokrasinin beşiği değildir… Cumhuriyet fikrinin ikilemleri… Cumhuriyet fikri ve vesayet kavramı… Bu sorular Alev Alatlı ve Süleyman Seyfi Öğün ile konuştuğumuz konular. Yaklaşık iki yıldır bunları konuşuyoruz. Ve konuştuğumuz her konunun da bugün Trump – Biden tartışmalarında yansımalarını izliyoruz. Bu yazıyı yazmadan Alev hocaya telefonda kimin kazanacağını sordum. Nitekim önceki seçimde Trump daha yüzde 30’larda iken hoca onun kazanacağını söylemişti. Cevabı yine aynı isim oldu. “En yırtıcı olan ve en çok gürültüyü kopartan kazanacaktır.” dedi ki bu da Trump’a işaret ediyor.

Amerikan sistemini programlarda çok sık konuştuk. Amerika’da belirsizliğin sürdüğü, halkın silahlanarak sokağa çıktığı haberlerinin gelmeye başladığı bir günde yazıya İhmal Edilebilir Nasihatler programının bölümlerinden birinden yaptığım özetle devam etmek istiyorum. “Amerika’nın kurucu babaları neden bir demokrasi değil de bir cumhuriyet kurdu” sorusunun cevabını Alev Alatlı’dan nakletmek istiyorum…

 

“Türkiye’de bir türlü netleştiremediğimiz, bilen bilir de üzerinde konuşmadığımız kavram: Demokrasi ile cumhuriyet arasındaki farktır. Cumhuriyetçi ne yapar Demokrat ne yapar. Biz bunu bir türlü Türkiye’de toparlayamadık. Amerika’nın kurucu babaları bir demokrasi değil, cumhuriyet yaratmışlardı. Bunu da açık seçik söylerler. Demokrasi çoğunluğun tahakkümüdür son tahlilde. Yüzde 51’i bulan kazanır. Bunu çeşitli biçimlerde yumuşatmaya çalışırsınız, yok temsili sistem, yok şu, yok bu… Şimdi, Amerika’nın kuruluş dönemini düşünün, farklılıkları düşünün eğitimde, dilde, din de vs… Eğer hakikaten uygulasalardı, demokratik olsalardı bu adamlar seçilebilirler miydi? Büyük ihtimalle hayır. ‘Biz cumhuriyet kuralım.’ dediler. Peki, cumhuriyet ne yapar? Cumhuriyet deyince eski Yunan’a gidiyoruz. Yani halkın, sıradan insanın katılımını işe karışmasını mümkün olduğu kadar zorlaştıracaksınız. Bu arada eski Yunan da demokrasi beşiği filan değildir. Eğer bir toplumu Yunanlıların yaptığı gibi; altındı, gümüştü, bronzdu diye bölerseniz, burada zaten demokrasi söz konusu değildir. Yunan demokrasisi eşitler arası demokrasidir. Aynı durum Roma’da da söz konusudur… Amerika’da olan da budur. Mesela üçüncü bir siyasi parti kurmak nerdeyse imkansızdır. Kağıt üstünde mümkündür ama yapamazsınız. İnanılmaz bir prosedürdür, mümkün değildir. İşi zorlaştırırsınız, iki partiye bir kere indirgemenin yollarını ararsınız. Artı seçimi çift kademeli yaparsınız. Adam gidip kendi seçemez. Electoral college (seçiciler meclisi) diye bir şey vardır, ara kademe… Siz cumhurbaşkanını seçeçekleri seçersiniz. Gerisi hikaye, checks’ler, balances’lar yok bilmem ne…Delegenin oyuyla seçilir, halkın oyuyla kaybeder mesela. Veya tersi olur. Bir de burda bütün ilişkileri paraya dayandırdığınızı düşünün. Adalet sistemi dahildir buna. Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nde bahsettikleri eşitlik, seçkinleşmiş bireyler arasından oluşan bir eşitlik fikridir. Demokrat olmakla cumhuriyetçi olmak aynı şey değildir. Amerika asla demokrasi değil ama cumhuriyet evet!”

Cumhuriyet Fikrinin İkilemleri

Bu konuya ilişkin Süleyman Seyfi Öğün hocanın sözleriyle bu bölümü tamlayayım: “Cumhuriyet ile demokrasi arasındaki farklılığı görmek gerekiyor. Bunların aralarında belli mesafeler hatta belli paradokslar var. Cumhuriyeti kuran akıl yürütme başka bir şeydir, demokrasiyi inşaa eden akıl yürütmeler çok başka şeylerdir. Bunların zaten tetabuk ettirilmesi de çok zor süreçlerdir. Yani iki tane dirençli kütle gibi düşünün. Bunları uyumlaştırmak fevkalade güçtür. Cumhuriyetin fikri referansları ne olursa olsun bir seçkin projesidir. Türkiye’de de ‘Cumhuriyet kurulurken niye demokratik davranılmadı’ diye söylenir… Oysa cumhuriyet kuruyorsanız, o çok başka bir şeydir. Cumhuriyet tanımında demokrat olmak zorundasın diye bir şey yoktur. Cumhuriyet çok başka bir fikir üzerine, başka bir erdem anlayışı, başka bir onur anlayışı üzerine kuruluyor. Fakat cumhuriyetin daha kuruluşunda başlayan dilemma da var. Bunu net olarak Jean-Jacques Rousseau’da görüyoruz. Jean-Jacques Rousseau iki tane iradeden bahsediyor. Bir tanesi genel irade diğeri halk iradesi. Jean-Jacques Rousseau diyor ki, ‘Kuruluşta genel irade üzerinde herkesin 100’de 100 istisnasız ittifak etmesi lazım.’ Yani bir tanesi hayır derse ya onu ikna edeceksiniz ya da başka birini bulacaksınız… Kurucu akıl böyle çalışıyor cumhuriyette. Tabi o 100 kişinin 100’üne de sorulmuyor. Genel iradenin kendi dogmasını oluşturma potansiyeli vardır. Yani bir takım seçkinler der ki- ki fiiliyatta da böyle olmuştur- ‘Genel irade budur.’ Halk iradesi bununla çelişirse ne olur? Rousseau cevabı veriyor: ‘Genel irade belirleyici olur.’ Halk iradesini ezer geçer. Bu genel iradedir, bir gelecek boyutu, tamamlanmamış misyonları vardır. Cumhuriyet böyle bir fikirdir. Dolayısıyla eşitlik fikri demokrasinin üzerine titrediği kalbi fikirken, cumhuriyetçiliğin çok öyle kalbinde eşitlik fikri yer almaz. Cumhuriyet daha çok bireyler üzerinde durur. Yani onun için liberaller daha iyi temsil ederler cumhuriyet fikrini. Çünkü liberallere de baktığınız zaman hepsi seçkincidir onların. Yani Jefferson’lar, Madison’lar… Bunlar seçkinci adamlardır.”

 “Bu fikirle Amerika’da çok daha farklı gelişti. Amerika’ya kıta Avrupa’sındaki tarihsel serencam üzerinden bakmak mümkün değil. Amerika’da kavga edilecek bir saray toplumu ya da kilise yoktu. Dolayısıyla cumhuriyetçi fikirler çok daha orjinal olarak bu paradokslardan uzak gelişti. Ve bir seçkinler kararı üzerine Amerika siyasi ve toplumsal bir şirket haline geldi. Böyle bir durumda halkı çok fazla bu işe karıştırmamak esas prensip oldu.”

Son söz Alev Alatı’nın… “Amerika bir demokrasi değildir. Nizam ile demokrasiyi karıştırıyor insanlar. Yani bir sıkıntınız olduğu zaman gittiğiniz, laf söyleyeceğiniz bir insanınız varsa ve cevap alabiliyorsanız demokrat sayıyorsunuz. Ama demokrasi bu değildir, burada demokrasi diye kast edilen makinanın işliyor olmasıdır.”

Avrupa’nın ‘Bozkurt’ Miti

Amerika’nın Yobazları Çağdaş White Trash

Köşe Yazıları

Ayşe Böhürler

Ayşe Böhürler

Amerika’nın Yobazları Çağdaş White Trash

Beyaz ırkçılar. Ya da Amerika’nın beyaz kölelerinden gelen nesil… Amerika’nın çok az bildiğimiz yüzü.

Dini arka planları Hristiyanlığın tutucu fanatik, Hz. Süleyman’ın büyü kitabını yeniden tedavüle sokan tarikat ve versiyonlarından oluşuyor. Salem mahkemelerinde 500 yıllık bir geleneği, Katolik engizisyonlarını savunanlardan tutun da “dünya düzdür” diyenler, feminizm karşıtları, hala büyü kitaplarıyla hareket edenler dahil bağnaz gruplar var. Tutucu, başıbozuk gruplar diyebiliriz ya da ülkelerini geri kurtarmak mücadelesi veren “arkaik kurtuluş hareketleri…”

Bir merkezi, tüzüğü, lideri yok. Neden yana oldukları konusunda hiçbir mutabakatları yok. Ancak neye karşı olduklarını biliyorlar. Meksikalılardan, Müslümanlardan nefret ediyorlar. Kıyametin kopmak üzerine olduğuna, “Deccal’in ordusu Müslümanların kendilerine saldırıya geçtiğine” inanıyorlar. Politik temsilcileri arasında çok sayıda kadın var. Bu kadınlar kendilerine “Mama Grizzlies” yani “Anne Boz ayılar” diyorlar. Malum boz ayı Amerikan milliyetçilerinin simgesi.

Bu insanların yeniden tarih sahnesinde ortaya çıkışları Nixon döneminde oluyor. Nixon onları “sessiz çoğunluk” olarak tanımlıyor. İkinci ciddi hamleleri ise Obama döneminde 2009 Chicago’da ortaya çıkan Tea Party. Boston Tea Party’nin Amerika’nın bağımsızlık sürecinde önemine atfen sanırım bu ismi seçiyorlar.

Her şey bir gün CNBC finans haberleri sunucusu Rick Santelli’nin canlı yayınında başlıyor. Santelli Obama’nın mortgage mağdurlarına yaptığı yardımı eleştiren sözlerinin ardından “kendi beceriksizliğiyle kaybeden insanların zararını ödemek istemeyen kapitalistler olarak” imza atıyor ve Amerikan halkını eylem yapmaya davet ediyor. Santelli’nin çağrısı internette hızla yayılıp, eyleme dönüşüyor. “Kapitalist ilkeler” derken konu “ beyaz ırkçısı, göçmen karşıtı, silah taşıma hakkını savunan, ayrımcı, yobazlığa “ kadar ilerliyor. ABD’nin Soros sponsorluğunda küreselciler ve yerel işbirlikçilerle ele geçirildiğine iman ediyorlar.

Finansal destekçileri de var. New York’un en zenginlerinden Koch Industries şirketinin sahibi David Koch  ve ağabeyi. Bir siyahın başkan seçilmesi tekrar ortaya çıkışlarında en güçlü motivasyon oluyor. Ülkelerinin yabancılarca işgal edildiği ve kurucu babaların kurduğu rejimi yok edecekleri paranoyasını derinden yaşayanlar bu hareketin öncüsü oluyor.

Çay Partisi mitinglerinde başlayan, bağımsızlık mücadelesi veren kurucu babaların tarihi kostümlerini giyerek eylem yapanların sayısı giderek artıyor. 2013’te “Çay Partisi ABD’yi geri almak istiyor” başlık oluyordu bazı gazetelerde. “20. yy. dan daha geriye girmek isteyen radikaller” deniyordu. Federal hükümetin bütün ülke içi yetkileri kalksın eyaletler güçlendirilsin, 1780 ABD anayasasının önceki  gevşek federasyon dönemine gidilsin istiyorlardı. 200 yıllık birikim ve toplumsal düzenin yıkılması umurlarında değildi. Nereden tutsanız elinizde kalacak bu hareketin savunucularının bir çoğu yoksul beyazlar neredeyse tüm sosyal programlardan da yararlanıyorlar. Aynı zamanda da “Medicare-Medicaid” gibi sosyal güvenlik programlara karşı çıkıyorlardı. Bu kitle Trump ile birlikte iyice politize oldu.

Trump tüm siyasetini bu kitle üzerine oluşturdu bunu yaparken de Theodore Roosevelt’i kendine örnek aldı. Trump onlara Biden ile yaptığı televizyon programında “gururlu ‘erkek’ çocuklar, kendisiyle gurur duyan çocuklar anlamına gelen “proud boys” ismiyle bir hitap etti. Kelimenin beyaz üstünlükçü bir anlamı da var ayrıca. Kongre binasını basanlar içinde onlar da vardı. Bugün gelinen noktada finansal destekçilerinin sayıları çok arttı. Hatta teknoloji şirketlerinin etkileşimlerinin çokluğu nedeniyle bu gruplara yatırım yaptığı söyleniyor.

Bu bilgileri Alev Alatlı’nın Nasihatnamesi’nin 2. cildinden Hafazanallah kitabında aldım. Onunla İhmal Edilebilir Nasihatler programına başlarken “Gerçek Amerika’yı bilmiyoruz.” demişti ve konuya oradan başlamıştık. Hala da konuşmaya devam ediyoruz. Programlarda hocayı dinlerken de, okurken çoğu zaman “olmaz öyle şey” diye düşündüğümü de söylemem lazım. Ama çarşamba gecesi gördük ki boynuzlu kostümüyle Jake Angel Qanon grubunun temsilcisi olarak Kongre Binasını işgal edenlerin sembolü oldu.

Alev Hoca bu bahsin sonunu şöyle bağlıyor… ”Tarihin doğal akışına umutsuzca direniyorlar.  Amerikan uygarlığını kendi istedikleri rotaya sokma güçleri olmasa da  rotasından çıkarabilecek bir potansiyele sahipler. Namık Kemal romanlarındaki kahramanlara benziyorlar; icap ederse üstüne oturup Amerika’yı kendileriyle beraber infilak ettirmeye hazırlar… O kadar seviyorlar ülkelerini…”

Alev Alatlı İle Mini Röportaj

-Hocam izliyor musunuz?

İzliyorum yavrum, Allah’ın sopası yok.

– Gidişatı nasıl öngörüyorsunuz?

Korkutucu değil mi? Derin Amerika budur. Bildiğim bir şeyi seyrediyorum, şu farkla ki daha Klu Klux Klan çıkamadı… Bu taşlar kolay yerine oturmaz. Anlatır dururum ya koyunu çarmıha geren “ koyu muhafazakarlardır” bu adamlar. Korkutucu olan Kongre’nin dokunulmazlığını, dilersen kutsallığını da diyebilirsin kaybetmiş olmasıdır. En tehlikeli olan ‘bal gibi girebilirmişiz başkanın koltuğuna da oturabilirmişiz’ duygusu. Gettoya da yönelebilirler Müslümanlara da. Kolay kolay bitmez. Kendilerini ihmal edilmiş, sistemin dışına itilmiş hissedenler bunlar. Bir suçlu bulacaklar. Bu arada 16 adet istihbarat teşkilatı olan bir devletin fenersiz yakalanmasına şaşırıyor insan doğrusu….

Sevgisiz Evlilik Mi?

2020 yılını mizah kurgusuyla ele alan Ölümüne 2020 belgeselinde her ne kadar “Amerika Trump ile kendini sevgisiz bir evliliğe mahkum etmişti” yorumu yapılsa da çarşamba günü gördük ki bu öyle sevgisiz bir evlilik değilmiş. Ki onun uğruna taraftarları Amerikan kongre binasını bile basmayı göze aldılar.