Amaç Hükümeti Yıkmak Değil, Türkiye’yi Yönetmekti – Tarhan Erdem

Amaç Hükümeti Yıkmak Değil, Türkiye’yi Yönetmekti – Tarhan Erdem

Neler Oluyor?

Türkiye'de ve dünyada olup bitenleri anlama, yorumlama gayreti ile meselelerin derinliklerine inen röportajlar...

 

Tarhan Erdem

Tarhan Erdem

Amaç Hükümeti Yıkmak Değil, Türkiye’yi Yönetmekti

KONDA Araştırma Yönetim Kurulu Başkanı Tarhan Erdem, 30 Mart 2014 seçimlerinin ardından yaptığımız röportajda 17 Aralık sürecinde yaşananları, ‘Hükümeti yıkmak değil, hükümet böyle kalsın ama bazı şeyler de benim hakimiyetimde yürüsün’ isteği olarak yorumladı.

Ayşe Böhürler: Türk siyasi tarihinde bugüne benzer bir dönem hatırlıyor musunuz?

Tarhan Erdem: Demokrat Parti dönemine belki benzetebiliriz. Kadro hareketi olarak. O zamanlar Demokrat Parti’nin, Halk Partili memurlardan şikayet ettiğini hatırlıyorum. Kadro her zaman hükümetler için sorun olmuştur. Bu bakımdan 71’den sonraki durum çok daha acınacak bir şeydir. Hükümetin zaten bir kadrosu yoktu. Orada büyük bir kadro değişikliği yapamıyorlardı. 71-80 arası bürokrasi hükümete karşı hareket edebiliyordu. Mesela 24 Ocak 1980 kararları da tamamen bürokrasinin eseridir. Ama onun ‘iktidar yanlış yolda biz doğru yapalım da iktidar uysun.’ havası vardı. O başka bir siyasi cereyanın hakim olmasını isteyen siyasi bir hareket olarak tayin edilemez bugünkü gibi. 17 Aralık sonrasında yaşananlar; hükümeti yıkmak ve onun yerine geçmek değil, hükümet böyle kalsın, ama bazı şeyler de benim hakimiyetimde yürüsün isteğini yansıtıyordu. Geçen seneye kadar böyle bir hükümetten memnunlardı. CHP ya da MHP geçerse, onlarla anlaşmak daha problemli olur duygusu hakimdi. Oysa Ak Parti ve Cemaat arasında tabii ve geleneksel bir anlaşma vardı. Anladığım kadarı ile “Bunu böyle devam ettirelim ama filanca da bakan gibi dursun, aşağıdaki adamlar ne istiyorlarsa yapsınlar.” havası hakimdi. Netice itibariyle böyle bir isteğin tek amacı olabilir o da; “Türkiye’yi yönetmektir”.

Erdoğan Ayaklarına Kurşun Sıktı

AB: Ne adına?

TE: Ben din filan diye düşünmüyorum. Yine bu, demokrasiye geçmemenin gerekçelerinden birisidir. ‘Ben daha iyi bilirim, daha iyi yönetirim. Bunlar yapamıyorlar, biz yapalım bu işi.’ adına. O arada da din bir motif olarak kullanılıyor.

AB: Madem idari kadrolarda istediğinizi yaptırıyorsunuz, bir tür gizli güç olarak çalışıyorsunuz. Peki niye bir kavgada kendinizi görünür hale getirirsiniz? Ya da böyle bir kavgaya niye girerseniz?

TE: Kavgaya kimin girdiği belli değil ki. Bence önce Tayyip Erdoğan Bey girdi kavgaya. Açığa çıkaran o. Millete böyle bir şey var diyen o değil mi? Yani o açık etti meseleyi.

AB: Neden şimdi?

TE: Onlar etkili gibi görünse de benim kanaatim, Başbakan en önemli yer olan eğitim meselesinde ayaklarına kurşun sıktığı zaman iş ortaya döküldü. Toplumu da en çok etkileyen eğitim. Zannediyorum son yıllarda eğitimde farklı bir kuruluş olduğunu gördü. O arada bakanı değiştirdi. Yeni bakan liberal bir adamdır. Adım atılır atılmaz da karşı çıktılar. Zaman Gazetesi’ndeki bir iki yazar hariç, yazdıkları ilginç.

AB: Hangi yazılar?

TE: Mesela Ekrem Dumanlı’nın ilk yönetmelik lafından itibaren yazdıkları çok pervasız gibi geliyor bana. Hüseyin Gülerce de ilginç. Bunu da niçin yaptıklarını bilmiyorum. Yumuşatmak için mi yapıyor başka bir şey için mi yapıyor bilmiyorum.

AB: Bu kavganın alenileşmesinden sonra ne düşündünüz?

TE: Ben çok farklı düşünüyorum. Şurada halkın hepsinin temsilcisi, onun da bizden farklı düşüneceğini zannetmiyorum. Yapılacak işler bakımından, böyle maskaralık olmaz diyecektir. Onun için bu krizin doğru yönetilmesi lazım.

Seçim Barajı Sıfırlanmalı

AB: Doğru yönetim derken?

TE: Hükümetin bunu fırsat bilerek demokratikleşme paketini, baraj ve terör kanununu halletmesi lazım. Şimdi terör kanunu, tümünü birden kaldırırsa çok doğru yapacak. Çünkü o doğal mahkemeyi getirecek. İstanbul Başsavcısı Samsun’daki adamı terör diye getiriyor. Bir soruşturma tasarlıyor, o soruşturmanın içinde Samsun’da oturan Ali oğlu Veli’yi de getirmek imkanı var. Böyle büyük bir grup oluyor. KCK meselesi de böyle. TMK’nın verdiği imkanlar ve özel mahkemeler gibi davranan, terörden doğan davadan çıkıyor mesele. Çünkü orada bakın, terörün bir tarifi var. O tanıma girmeyen hiçbir hareket ve davranış yok. Şu anda sizinle benim konuşmam, ikimizin de hapsini gerektirir. Mesela katillik, adam öldürmektir değil mi? Ama adam öldürmek yerine giderken adama ‘Hey nereye gidiyorsun’ diye bağırmak adam öldürme suçu olur mu? Böyle bir terör suçu tanımlanmış. Bunların değişmesi lazım. Seçim barajı bana göre sıfır da istiyorsanız 3-5 deyin azalmalı… Yani barajı indirelim, sıfır yapalım, en az iki Kürt partisi çıkar. Ve bu arada CHP de  AK Parti de oy alır oradan. Tabi bunlar tahmin.

AB: Hükümet birçok noktada açılım yaptı . Ancak terör ve seçim kanunu değişemedi. Neden?

TE: Bence ikisi de Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olma isteğine dayanıyor. Kaç defa önüne gitti baraj meselesi. Asıl fikri de %6’nın altına indirmekti barajı. Ama şimdi partisinin aldığı oyun azami olarak milletvekiline dönüşmesi için uğraşıyor.

AB: Cumhurbaşkanı referandum ile seçilmese de böyle olur muydu?

TE: Mecliste seçilseydi farklı olurdu tabii. Cumhurbaşkanlığı seçimi için halka gitmek Ak Parti’nin eski bir vaadidir. Ayrıca Ak Parti 3 dönemi kaldırmak daha pratik bir tercihken bunu yapmadı. Bu aslında siyasetin eğilimine de aykırı bir şey. 3 dönem başbakan ama 4. dönem milletvekili bile değil. Dünyada böyle bir uygulama yok. Misali yok. 3 dönem başbakan, ondan sonra yapılacak seçimde milletvekili adayı bile olamaz. Bu garabeti değiştirmediler.

AB: Bunun bugüne etkisi nedir?

TE: Bütün sorun buradan çıkıyor. Başbakanı cumhurbaşkanı seçtirmek istemiyorlar.

AB: Neden Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasını istemiyorlar?

TE: Beğenmedikleri için. Başbakanlığını da engellemeye çalışıyorlar. Bence Erdoğan’ı herhangi bir makam da istemiyorlar. Siyasi olarak karşılar.

AB: Çıkış noktası nedir bu engel isteğinin?

TE: Bugüne gelinen noktada, üç dönem meselesini kaldırması lazım. Kendisinin de milletvekili adayı olması lazımdır.

Başkanlık Sistemi İçin 10 Yıl Lazım

AB: 3 dönem meselesinin devam etmesi ya da kaldırılması halinde neler olur?

TE: Tayyip Erdoğan, 2010 yılının Şubat veya Ocak ayında kadın kolları başkanlığının genişletilmiş toplantısında dedi ki; ‘Biz, yerimizde oturacak insanlar değiliz, bizim arzumuz biz gittikten çok sonra iz bırakmak.’ Onun için üç dönemi bir daha söyledi. Aşağıdan muhtemelen bir kadın, ‘Değiştirirsiniz’ manasına gelen bir laf söylemiş olmalı ki -duymuyoruz onu televizyonda- ‘Biz o adamlardan değiliz’ dedi. Şimdi tabi bu lafın değil bu duygu ve anlayışın esiri olarak üç dönemi muhafaza etmek istiyor. Yanlış bir tutum, bu işler duyguyla filan olmaz. 11-12 sene başbakanlık yapacak, sonra da milletvekili adayı olamaz diyeceksiniz. Olur mu böyle bir şey? Bence işin yanlış tarafı bu. Ve bu sıkıntılar hep bu yüzden ortaya çıkıyor. Şimdi 2015’de milletvekili adayı olacağını söyleseydi ve aday olsaydı, başbakan da olacaktı. Hiç mesele yoktu. Şimdi cumhurbaşkanı seçimi de suni olacak. Mevcut bir aday var aynı partiden, o aday olmayacak, bu yüzden milletvekili olamayan bir başbakan da oraya gidecek. E peki sonra o partiyi nasıl idare edecek? Diyorlar ki bunu söylediğim zaman; ‘Canım adam 12 sene genel başkanlık yapmış, gayet tabi tesir edecek’.  O zaman bunun doğrusunu yapalım sunisini yapmayalım. Tabii olanı Erdoğan’ın başbakan olmasıdır. Cumhurbaşkanı olmak istemesinin sebebi de hakim olmak içindir. Bir ara da dedi ki; “Zaten anayasa müsait, bakanlar kuruluna da başkanlık yapabilirim”. E bunu her pazartesi yapabilir. O zaman da başkanlık rejimine dönüşür. Bu çelişkilerin giderilmesi lazım.

AB: Neden olmasın?

TE: Başkanlık rejmini Türkiye de olmaz. Çünkü başkanlık rejimini bugünkü merkezi devlet ve yönetim yapısına göre yaparsanız, Ankara cehennem olur. Çünkü, zaten Türkiye’de bütün meseleler merkezi yönetimden sorulur. Dolayısıyla yerinden yönetim olmadan başkanlık sistemi uygulanamaz.

AB: Merkezi yönetimi değiştirmeden başkanlık sistemi uygulanamaz mı? 

TE: Mevcut yönetim sistemi değişmeden başkanlık sistemi olmaz. 10 sene yaşayacaksınız onun içinde. Bugün kanun çıkarıp yarın tatbik edemezsiniz. Başkanlık rejimine geçmek için ona uygun bir yönetim biçiminin gelmesi gerekir. Bunun için de on sene filan geçmesi lazım.

Can Gitmeden Önce… – Fatma Şahin

Can Gitmeden Önce… – Fatma Şahin

Türkiye'nin Kadın Meseleleri

Kadın yazarlar, sanatçılar, milletvekilleri, iş insanları, STK başkanları, aktivistler; siyaseti, bilimi, dini kimliği, modernleşmeyi, sosyal hayatı, şiddeti, çabayı, sorunları ve çözümleri kadın perspektifinden anlatıyor.

Türkiye’de Kadın Belgeseli Röportajları. Tarih : 2007 - 2008

Fatma Şahin

Fatma Şahin

Can Gitmeden Önce…

Kurulmasına ön ayak olduğu Meclis Komisyonu ile birlikte katiller de dahil konunun tüm muhataplarıyla görüşen Fatma Şahin ile töre ve namus cinayetlerinin nedenleri, nasılları, çözüm yolları üzerine…

Gaziantep’in ilk kadın parlamenteriyim. Tabii üzerimde, bunun getirdiği büyük bir sorumluluk var. 2003 seçimlerinde 48 tane erkek milletvekili aday adayı içerisinde tek kadın bendim. Ben bugün buradaysam (röportajın yapıldığı dönemde Fatma Şahin Gaziantep Milletvekili’ydi) bu, en büyük destekçim olan eşim ve ailem sayesindedir. Aday adayı olduğumuz zaman Antep’in bir bayan milletvekili istemeyeceğini, bunun görülmemiş şey olduğunu söylediler. Ama ben Antep’in bayan milletvekilini kaldıramamasından çok, erkek bir siyasette erkeklerin kadınları istemediklerini gördüm. Çünkü siyasete girdiğim andan itibaren kadınıyla, erkeğiyle, yaşlısıyla, genciyle halkın kadın milletvekiline karşı ciddî bir sıcaklıkla yaklaştığını ve asla cinsiyet ayrımı yapmadığını gördüm. Bu benim için de, seçmenimiz için de büyük bir tecrübe oldu.

Erkek Dayanışması!

İlk günden itibaren kadın olduğum için herhangi bir olumsuzluk hissetmedim. Eğer bugün siyasette kadınlar az ise bunun kesinlikle halktan kaynaklanmadığını düşünüyorum. Bu tamamen erkek egemen teşkilât sisteminden kaynaklanıyor. Mesele bir kadın adaysa, erkeler gerektiğinde çok farklı düşünseler bile bir anda bir araya gelebiliyor. Bir anda toplu olarak hareket edebiliyorlar. Ben çok net bir şekilde yaşadım: 10 tane isim yazılacaktı. “Fatma Hanım birinci çıkabilir.” söylentileri yayılınca erkeklerin hemen karşı cephe oluşturduğunu gördük. Oysa hepsi birbiriyle rekabet hâlindeki adaylardı. O yüzden biz kadınların eğer bu alanda var olacaksak kadının kadına desteğini arttırmamız gerekiyor. Türk siyasi tarihine baktığınız zaman bu konuda başarılı sınavlar vermediğimizi görüyoruz.

Töre Cinayeti Çıkmazı

Bizim milletvekili olarak birinci görevimiz, yasama ve denetlemedir. Fakat anayasanın ve iç tüzüğüne göre toplumsal sorunlar konusunda araştırma önergesi verebiliyoruz. Töre ve namus cinayetlerinin büyük bir toplumsal sorun olduğu ve kamu vicdanını ciddî anlamda rahatsız ettiği için, bunun nedenlerinin araştırılıp çözüme odaklı bir çalışma yapılması yönünde bir toplumsal talebin geldiğini görünce bir yıl önce komisyonumuzu kurduk.

Çalışırken fotoğrafın tamamını görmeye çalıştık. Cezaevindeki erkeklerle, sığınma evindeki kadınlarla, aşiret reisleriyle görüştük. En çok töre ve namus cinayeti işlenen 5 ayrı ili tek tek ziyaret ettik ve her gittiğimiz yerde işin bütün muhataplarıyla bir araya geldik.

Cezaevindeki yapmış olduğumuz çalışmada elliye yakın erkekle görüştük. İlk gittiğimizde başsavcı bize “Bunların hepsi biz suçsuzuz diyecekler ve size bir şey anlatmayacaklar.” dedi. Ama onlara “Biz toplumsal bir sorunu çözmek için geldik, sizin sayınız çoğalsın istemiyoruz. Sizler bizim için çok değerlisiniz. Siz vekil olsaydınız kendi hayatınızla alâkalı ne yapardınız?” şeklinde bir yaklaşım sergileyince o insanların çaresizliklerini gördük.

Katillerin % 99’u Pişman Ve Yalnız

Hepsinin hikâyesi çok farklıydı. Hepsinin ortak duygusu, bu cinayetleri bir şeyleri temizlemek için yaptıkları ama her şeyi daha da kirlettikleri yönündeydi. Şimdi kendimi onların yerine koyduğum zaman nasıl bir çıkmaz içinde olduklarını anlıyorum. Orada “Sen erkeksin. Karının, bacının, ananın namusundan sen sorumlusun. Bu senin görevin!” şeklinde bir yetiştiriliş tarzı var. Erkeklerimize bunu birinci derece görev olarak veriyoruz ve bütün hayatı boyunca kendini bu şekilde yetiştiren bir erkek, namusla alâkalı sınırların dışına çıkıldığında bu işi temizlemek zorunda kalıyor. Yoksa toplumsal baskı onun yakasını bırakmıyor.

Ancak cinayet işleyenlerin % 99’unda pişmanlık görülüyor. Yaptığım röportajlarda yalnızca iki kişi pişman olmadığını söyledi. Onun böyle düşünmesinin sebebi ise öldürmesi gereken iki kişiden birisini henüz öldürememiş olmasıydı. Yani problemini henüz çözememişti. Kafasında problemi çözen kişilerde pişmanlıkla beraber yalnızlık duygusu görüyorsunuz. Çünkü arkalarında parçalanmış bir aile var ve şimdi onlara ne olacağını düşünüyorlar.

Azmettirene De Ağır Ceza

O zaman biz toplum olarak neden bu cinayetlerin işlenmesine izin veriyoruz? Tabii ki işin yasal boyutu çok önemli. AKP iktidarıyla Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) yaptığımız değişikliklerle çok önemli yasal düzenlemeler yaptık. Belki de bu noktada yapmamız gereken çok şeyin en iyi yaptığımız hukuksal boyutuydu. 35 yıl sonra TCK’yı değiştirdik. Çocuk hakları konusunda ve kadınların şiddete uğraması noktasında çok önemli yasal düzenlemeler yaptık. Töre ve namus cinayetlerini nitelikli adam öldürme suçuna çevirdik. Daha önce toplumsal olarak kabulden kaynaklanan indirimlerimiz vardı. Bu indirimlerden dolayı küçük yaştaki çocuklar, eğer aile de işletirse çok kısa sürede ceza alıp çıkıyordu. Ama yasalar azmettirenleri de birinci derece suçlu olarak görüyor ve ona da nitelikli adam öldürme suçundan ceza veriyor.

Yangın Çıkmadan Söndürülmeli

Cinayet işleyen ailelere gidip baktığınızda yapılarının birbirine çok benzediğini görüyorsunuz. Meselâ aşiret reisinin biri bize dedi ki “Üç kuşak şehirde yaşamış ve ekonomik durumu iyi olan hiçbir ailede töre ve namus cinayeti işlendiğini gördünüz mü?”

Bu cinayetlerin arkasında değişimi algılayamayan zihinlerde kültürel çatışmayı görüyorsunuz. Bunun yanı sıra bir ekonomik durumda problem varsa ve eğitim problemi yaşanıyorsa bu olayların olmaması için bir neden yok. Yani orada yine aşiret reisinin birinin söylediği “Vekilim dedi duman tütüyor, yangın çıkacağı belli.” Yani buradan duman tütüyor. İşte biz sosyal devlet olarak tam duman tüttüğünü gördüğümüz zaman orada olmalıyız. Yani yangın çıktıktan sonra başsavcı ve kolluk kuvvetleri geldikten sonra, can gittikten sonra iş bitiyor.

Karadeniz’de De Yaygın

Bu Komisyon’un yaptığı en önemli işlerden birisi bu konuda geçmişe dönerek son 5 yılı taratmak oldu. Emniyet Genel Müdürlüğünden, jandarmadan ve Adalet Bakanlığından suç haritalarını çıkarttık. Hangi ilde ne kadar töre ve namus cinayeti işlenmiş diye baktık ve son 5 yılda 1091 olay tespit ettik. 1091 olayın bölgeler arası farklılıklarına dönüp baktığımız zaman Doğu ve Güneydoğu’yla birlikte karşımıza Karadeniz de çıktı.

Karadeniz bu komisyonda başlamadan önce hiçbirimizin aklında yoktu. Bu konuyla ilgili olarak Karadeniz’e gittiğimizde oradaki kamu kurum ve kuruluşlarını sivil toplum kuruluşları da dahil, “Bizde böyle bir cinayet olmaz. Buraya niye geldiniz?” şeklinde bir tavırla karşıladılar bizi. Trabzon’daki töre ve namus cinayetinden yatan erkek sayısı Diyarbakır ve Urfa kadardı… Eğitim, meslek, yöreler göz önünde bulundurarak yaptığımız araştırmada tüm Türkiye için önemli  bir istatistikî veri oluşturduk.

Namus Nedir?

Ama şunu da itiraf etmeliyiz ki biz sosyal analizleri hâlâ yapamayan bir ülkeyiz. Bunu başarmalıyız. Biz enflasyonu TEFE’yi, TÜFE’yi nasıl hesaplıyorsak, nasıl sanayi kapasitemizi her ay yükseltiyorsak, mutlaka sosyal analiz dediğimiz şiddet vakasını, töre ve namus cinayetlerini, aileyle alakalı konuları da analiz edebilecek, istatistikî yapımıza hızla kavuşmamız gerekiyor. Çünkü öbür türlü el yordamıyla gidiyorsun. Birileri bir şey dediği için öyle zannediyorsun.

Şimdi ne yapmak gerekiyor dediğiniz zaman iki noktayı çok önemsiyoruz: Birincisi, kız çocuklarımızın mutlaka birey olması lâzım. Eğer kadın ya da kız, ailede birey olarak varsa ve kendi yaşamıyla ilgili karaları verecek güçteyse, o zaman bu tür olaylara çok az rastlanıyor. Kız çocuklarının okullaşma oranını arttırmamız ve onların toplumsal cinsiyetleri dediğimiz rol modellerini oluşturmamız gerekiyor.

İkincisi, biraz önce söylemiş olduğum maço erkek dediğimiz erkek tipi. Burada  okumuş, okumamış fark etmiyor. Üniversiteyi bitirmiş birçok kişide, yetiştirilişten toplumun getirdiği kültürel yapıdan dolayı bu görülebiliyor. Meselâ üniversiteyi bitirmiş birçok erkeğin  kadının bedeni üzerindeki namus anlayışını değiştirmesi gerekiyor. Hâlbuki biz öyle bir milletiz ki namusumuz, şerefimiz üzerine yemin ediyoruz.

“Namus nedir?” diye sorulduğunda, bırakın siyasetçileri, akademik grupta bile bu kavramın ortak tanımının yapılamadığını gördük. O zaman erkekleri yetiştirirken zihniyet değişimi yapmamız gerekiyor.

Hurafeler Zihin Bulandırıyor

Özellikle biz bu raporda tabana indiğimiz zaman zihinlerde İslâm diniyle alâkalı çok yanlış bilgilerin olduğunu gördük. Gelenek ve görenekler, hurafeler sanki İslâm dininin bir parçasıymış gibi algılanıyor. En önemli nokta bu. Bir tespit yaptık ve bunu Diyanet İşleri Başkanımızla hemen paylaştık; camii cemaatinin dışındaki insanların da bilinçlendirilmesi gerektiğini, bunun bir aydınlanma projesine dönüştürüp ve mahallelere inmek gerektiğini söyledik. Diyanet İşleri Başkanımız bu konuda son derece duyarlı, yalan hadislerin gerçek hadislerden arındırılması için bir çalışma başlattı.

Suç oranının yüksek olduğu illerde müftülerle, öğretmenlerle, jandarmayla beraber iş birliği yapıldı. İslâm dininin sevgi ve rahmet dini olduğunun, nedeni ne olursa olsun Allah’ın verdiği canın hiç kimseyi alamayacağının ve İslâm dininde kadına karşı şiddetin en büyük günahlardan olduğunun anlatılması yönünde bir çalışma başlatıldı. Gelişen ve değişen dünya düzeninde sıkıntılarınızı dinin bir parçası veya bir ırkın kültürü sonucu olarak gördüğümüz zaman çözümsüzlüğe götürüyoruz.

Bu yanlış yorumların aslında bir takım insanların da işine geldiğini görüyoruz. Bize düşen görev, bu yanlış yorumları ortadan kaldırmak. Bunun için devlet olarak, insanların kafasındaki soru işaretlerine cevap bulabileceğimiz açılımları yapmamız lâzım.

Alo Şiddet Hattı

Bu iş öyle ha deyince çözülecek bir konu değil. Bu işin hukuksal, psikolojik, sosyolojik, millî eğitim, sağlık, adalet boyutu var. Bunların birbiriyle çaprazlanması ve ilintilendirilmesi gerekiyor. Bir kadın gece yarısı ayağında terliğiyle, 3 çocuğuyla kapıda kaldığı zaman sosyal devlet tam burada iş yapıyor ve sistem hemen çalışıyor. O zaman bizim “Alo Şiddet Hattı” dediğimiz hattın bütün mekanizmalarını tam olarak hayata geçirmemiz lâzım. Bunun ciddî anlamda bütçe ve personel ihtiyacı gerektirdiğini biliyoruz.

Sayın Bakanımızın bu konudaki gayretlerini biliyoruz. Çok büyük bir emek sarf ediyor. Biz de parlamentoda onunla beraber hareket ediyoruz. Tabii bu kurumsal yapının oluşması hem irade, hem inanç istiyor. Yani bunu yapacak kişilerin buna inanması lâzım. Hem de beraberinde iyi bir bütçe istiyor. Bunları birleştirdiğiniz zaman devlet kendine düşeni yapacak. Fakat 73 milyon insana da düşen görevler var. Herkesin kendisini görevli ve sorumlu olarak görmesi gerekiyor.

Medyanın Gücü Aşireti Aştı

Komisyon çalışmasında Şanlıurfa’ya gittiğimiz zaman valimizin başkanlığında önce oradaki bütün kamu kurum ve kuruluşlarıyla, STK’larla ve akademik grupla bir araya geldik. Sonra da yüze yakın kanaat önderi dediğimiz aşiret reisleriyle valimizin başkanlığın da bir araya geldik. Bu aslında katılımcı demokrasi açısından bir ilkti. “Burada bir sorun var. Sizce bu sorun nedir? Bu sorunu çözmek için bize yardımcı olun.” şeklindeki bakış açımızın bir ilk olduğunu Şanlıurfa’da gördük.

Oradaki kanaat önderlerinin genel kanaati şöyleydi: “80’li yıllardan sonra, özellikle Doğu ve Güneydoğu’da terörün bitmesiyle beraber hızlı bir sosyalleşme oldu. Bu sosyalleşme altyapısı olmadan gelişti. Dolayısıyla o kapalı toplumlar, katı gelenekler hızla çözüldü. Çocuklarımız televizyon programlarından, medyadan, çok daha fazla etkileniyorlar. Artık aşiretin dediğini yapmıyorlar. Eğer siz bu problemleri arayacaksanız artık özellikle kitle iletişim araçlarının yapmış olduğu programlara bakın.”

Sevgi Dilsiz Kalmasın

Batman’da ki intiharların arkasında da hızlı göçün olduğunu gördük. Özellikle 50’li yıllarda petrolün bulunmasıyla beraber şehirleşme kültürü oluşmadan göç almaya başlamış. Beraberinde çok zengin ve çok fakirin bir arada yaşadığı bir toplum oluşmuş. Ayrıca terörde de iki uç kutbun orada yaşadığını görüyoruz. Sosyolojik olarak baktığınız zaman bu iki zıt kutbun korkunç bir kültürel çatışmayı beraberinde getirdiğini görüyorsunuz. Aslında sivil toplum kuruluşlarının bize söylediği şey, “Töre ve namus cinayetlerinde nitelikli adam öldürme suçuna döndükten sonra intiharlar çoğaldı.” Ankara’da oturup Batman hakkında fikir veren böyle de bir kadın grubumuz var. Biz gidip baktığımız zaman o ailelerin ne yeni TCK’dan haberleri olduğunu, ne de eski TCK’dan haberleri olduğunu, orada, risk faktörü dediğimiz şeyin çok net bir şekilde yaşandığını gördük.

Meselâ bizi götüren bir şoför dedi ki, “Vekilim, annem Türkçe bilmiyor, oğlum da Kürtçe bilmiyor.” Bu bizim ülkemizin gerçeği. Bu ikisi birbirine nasıl birbirini sevdiğini söyleyecek? Bu sorunları çözmek için ciddî bir şekilde sosyolojik araştırma, bilimsel çalışma gerekiyor.

Devletin İlk Kez Kadın Politikası Oldu – Nimet Baş

Devletin İlk Kez Kadın Politikası Oldu – Nimet Baş

Türkiye'nin Kadın Meseleleri

Kadın yazarlar, sanatçılar, milletvekilleri, iş insanları, STK başkanları, aktivistler; siyaseti, bilimi, dini kimliği, modernleşmeyi, sosyal hayatı, şiddeti, çabayı, sorunları ve çözümleri kadın perspektifinden anlatıyor.

Türkiye’de Kadın Belgeseli Röportajları. Tarih : 2007 - 2008

Nimet Baş

Nimet Baş

Devletin İlk Kez Kadın Politikası Oldu

Nimet Baş yıllarca ceza avukatı olarak çalıştı, Kadın ve Aileden sorumlu Devlet Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı yaptı, kadın haklarının geliştirilmesinde önemli rol oynadı. Ailenin kadın üzerinde tahakküm kurup ezmesine de kadının bireysel haklarının yok olmasına da karşı.

Türkiye’de kadınlara yönelik gelişim ve değişimin başlangıcı asıl başlangıcı 1990’lı yıllardır. Özellikle 1990’lı yılların sonlarında başlayan Medenî Kanun değişikliği, ailenin korunması hakkındaki kanunla başlayan süreçtir.

Dönemimizde (AK Parti döneminde) hem Kopenhag kriterlerini yakalanması, hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin kadınlara yönelik hakların tanımlanması bağlamında, Türkiye gerçekten çok ileri adımlar attı. Bunların en önemlisi, anayasada yapılan değişikliklerdir. Anayasanın 10. maddesinde yapılan değişiklikle Türk kadınının, erkeklerle eşitliğinin tanımlanmasının yanı sıra, devlete bu eşitliği sağlamak konusunda bir yükümlülük yüklendi. Türk Ceza Kanunu’ndaki değişiklikler, İş Kanunu’ndaki değişiklikler ve ailenin korunmasına dair yasa değişiklikleri, töre cinayetlerindeki indirimlerin kaldırılması, ağırlaştırılmış hapis cezalarının verilmesi gibi, özellikle kadınları yasal anlamda normal sıfatlarda eşitleyen düzenlemeler yapıldı. Bu düzenlemelerle Avrupa Birliği üyesi ülkelerinin en ileri 5 ülkesiyle aynı yasal düzenlemelere sahip hale geldik.

Devletin Kadın Politikası Oldu

Demokrasi mücadelesi verenler, genellikle en büyük ve en zorlu mücadelenin yasal düzenlemeler olduğunu zannederler. Oysa ki demokrasinin gerçek mücadelesi uygulamada ve tabanda gerçekleştiği zaman tartışılabilir, doğru bir zemine oturtulabilir.

Biz bu yasal düzenlemeleri çok kısa bir sürede gerçekleştirdik. Ama asıl önemli olan şimdiki görevimiz, yasalarla tanımlanmış olan hakları kağıt üstünden uygulamaya geçirmek. Peki bunları uygulamaya nasıl geçireceğiz? Uygulamaya yönelik, aktif olarak kurumların, sivil toplum örgütlerinin, özellikle medyanın, her kesimin ortak hareket etmesi gerekir. Bunun üzerine 4 Temmuz tarihli özellikle kadının insan hakları ve yasal anlamda işlevini tanımlayan ve bu tanım çerçevesinde ilk kez “Devletin bir kadın politikası var mı?” sorusuna net cevap bulduğumuz bir genelge yayınlandı. Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir başbakan kadın konusu meselesinde şiddetten başlayarak kadının eğitimi, sağlık problemleri, istihdamına katılımları gibi çok başlığı olan bir genelge yayınladı. Kadın örgütleri “Biz 20 yıldır bu sorunları konuşuyoruz, ilk kez bu kadar kapsamlı bir genelgede yayınlandı. Burada bütün sorularımızın cevabını bulduk.” dediler.

Fakat bütün bunları hayata taşımak çok da kolay değil. Kadınların haklarına yönelik çalışmalar sadece Türkiye’de değil, dünyanın birçok yerinde geniş bir direnişle karşılaşıyor. O yüzden bunun sebepleri tartışılırken de çoğu zaman Türkiye veya diğer ülkelerde başka gerekçeler bulunabiliyor.

Şiddetle Mücadele Garnizonlara Girdi

Diyanet İşleri Başkanlığımızdan Genel Kurmay Başkanlığımıza, Millî Eğitim Bakanlığımızdan Dışişleri Bakanlığımıza, emniyet personelimize kadar bütün kurum ve kuruluşları kadın hakları konusunda donanımlı hâle getirdik. Niye böyle bir yol tercih ettik? Özellikle askerliğin zorunlu olduğu ülkemizde henüz evlenmemiş olan gençlerimizin ilk eğitimleri aslında bazen asker ocağı oluyor. Orada verilen bilgiler gençlere hayat boyu ışık tutacaktır. 600 garnizonda bizim şiddeti önlemeye yönelik posterlerimiz asıldı. İnanıyoruz ki orada o eğitimi alan gençlerimizin birçoğu ilerde aile kurduğunda bu haklara saygılı olacaklar. Çocuklarını bu yönde yetiştireceklerini ümit ediyorum.

Şiddeti uygulayanların referans aldığı bazı yerler var. Bunun en başında da gelenekler geliyor. İnsanlar geleneklerin içine çoğu zaman yanlış bilgilerle dinî kuralları da koyuyor. Oysa ki İslâm dininin kadına yönelik şiddeti mazur gören bir yönü yok. Bu konuda gerçek bilgilerin topluma aktarılmasını istiyoruz. Biz hedef kitlemizi erkekler olarak belirledik, aslında yıllarca kadınlara yönelik bilinçlendirme ve eğitim çalışmaları yapıldı artık kadınların haklarını ihlâl edenlere de söyleyecek sözümüz olmalı.

AKP’nin bundan 5-6 yıl önce düzenlenen programında, hiçbir siyasi partide olmayan ileri düzenlemeler yer aldı. Bunların başında Birleşmiş Milletler kadınlara yönelik ayrımcılığın önlenmesi sözleşmesinin bütün hükümlerinin iç hukukta hayata geçirileceği sözü geliyordu. Ayrıca Ak Parti Anayasanın 10. maddesi dışında, anayasanın 90. maddesini değiştirerek Kadının insan haklarını tanımlayan sözleşmeleri, iç hukukun temelinde saydı. Bu sebeple bizimle ilgili kadınların haklarını geriye götürecek bir parti gibi algıdan kurtulması gerekiyor toplumun. Biz, bu ülkede hiçbir kadının var olan haklarını geriye götürmediğimiz gibi hiç kimsenin hayal edemeyeceği kadar da ileriye götürdük.

Türkiye’de muhafazakarlar ve  bazı kadın hareketi savunucuları ile yaşanan tartışmalar  kadının kendisini tanımlaması, aile içindeki konumları gibi felsefe anlamdaki farklılıklar üzerinedir. Değer yargılarımızı muhafaza ederek ilerlemeyi düşünüyoruz. Kadının aile içindeki konumunu önemsiyoruz, kadının anne rolünü önemsiyoruz. Sadece bireysel hakların tanımlanmasıyla, bu sadece kadınlara yönelik değil erkeklere içinde öyle. Biz aile kurumunu ve bu kurumun içindeki değerleri de önemsiyoruz. Ayrıca eşler arasında barışı da, bozmadan hareket etmeyi önemsiyoruz. Yani bir savaş, bir çatışma ortamından yana da değiliz. Dolayısıyla kadınların yasal haklarının yaşama geçirmesi konusunda da samimiyiz.

En Önemli Konu Eğitim

Haydi Kızlar Okula kampanyasının özellikle Şanlıurfa’da start verilmesi çok anlamlı. Çünkü Urfa, kız çocuklarının okullaşma oranın çok düşük olduğu bir şehrimiz. Sadece bu kampanyayı başlatmaktan öte, Millî Eğitim Bakanlığımız izlediği politikayla, şu anda kız çocuklarının, okul olanaklarından yararlanamayan çocukların okula kazandırılmasının yanı sıra ailelere özellikle de annelere maddi yardımda bulunuyor. Bu oranın çok daha hızlı arttığını düşünüyorum. İlk öğretimi tamamlayan kız çocuklarının, liseye gitme olasılıkları da artıyor. Bu oranların gerçekten iyi bir noktaya geldiğini düşünüyorum. Kadın meselesinde en fazla tartışılması gereken konu eğitim.

Kadın İşveren Kadın İstihdamını Artırıyor

Kadınların istihdama katılımının çok düşük olduğu bir ülkeyiz. Aynı zamanda, kadın işveren sayısının da düşük olduğu bir ülkeyiz. Bu sorunun çözümü için bazı çalışmalarımız var. Mikro kredi de bunlardan birisi. Mikro kredi uygulamaları çok güzel sonuçlar veriyor. Mikro kredi uygulamalarına baktığınızda, genellikle kadınların geri ödemelerinin yüzde yüz olduğunu görüyoruz.

Kadınların kredi kullanması konusundaki güçlüklere yönelik yaptırdığımız bir araştırmada, kadınların kredi kullanıp iş yeri açmadıklarını gördük. Bir kere kadınların eğitimleri buna yeterli değil. Çoğunlukla kadının işveren olması konusundaki en önemli engellerden birisi eğitim. İkincisi, kapital, yani sermaye sorunu. Üçüncüsü ise kadınların istihdama katılımı için öncellikle kendi aile sorumluluklarının varlığı. Yani iş ve çalışma hayatını uyumlulaştırmak gibi bir problemleri var. Aslında kadınlar çok daha titiz. Bir kadın mutlaka geri ödemelere ilişkin planları çok daha ayrıntılı hesap ediyor. İkincisi, kesinlikle ödüyorlar. Arzu ettiğimiz o ki, kadınların istihdama iş gücü olarak değil, işveren olarak katılımlarını da artırmak. Çünkü kadınların işveren olduğu yerlerde daha çok kadının istihdama katıldığını biliyoruz.

Başvurup Da Korunmayan Yok

Töre cinayetlerinin önlenmesi konusunda çok önemli tedbirler alındığını, çok önemli çalışmalar yapıldığını ve bu meseleyi çok ciddiye aldığımızı söylemek isterim. İlk kez Parlamento çatısı altında töre cinayetlerinin araştırılması ve bu cinayetler için çözüm önerilerinin ortaya konulması konusunda bir meclis araştırması yapıldı.

Türkiye’de kadın sığınma evlerinin sayısı da arttı. Şu anda hâli hazırda, bize başvurup bir şekilde sığınma evine ihtiyaç duyduğu halde sığınamayan tek bir kadın bile yok. Asıl sorun, sığınma evlerine başvuru…

Aslında şiddetin daha yaygın olduğunu ama sığınma evlerine başvurunun daha az olduğunu biliyoruz. Bunun sebepleri arasında kadınların korkup başvuramamaları var. Bunun yanında asıl mesele Türkiye’de aile yapısının hâlâ çok güçlü olması. Şiddete uğrayan kadın genellikle kendi ailesinin yanına dönüyor. Avrupa’daki gibi, -çoğunlukla onların gidecek hiçbir yeri yok- değil. Hâlbuki bizde aile yapısı çok güçlü. Bu yapıyı kendi ailesinde yaşayamıyorsa ikinci derece yakın akrabalarıyla yaşıyor: Halası, dayısı, teyzesi, kardeşi gibi…

Mağdur olma ihtimali olan insanlar bize başvurduklarında onları çok özel şekilde koruyoruz. Bu koruma tedbirlerinin yanısıra toplumsal dinamiklerimizin değişmesi, şiddete yönelik bakış açısının değişmesi çok önemli.

Kendi Dinamiklerimize Yol Alalım

Türkiye’nin sorunları olsa da ne Doğu’nun bazı ülkeleri gibi olumsuz bir noktada, ne de Batı kadar gelişmenin getirdiği ve göze alamayacağımız kadın sorunlarımız var. Batı’nın demokratik ve diğer değerleri içinde yer alma çabamızın, kendi geleneklerimizden kaynaklanan güçlü yapının da korunarak sağlanmasından yanayız. Bunun ilerlememize katkıları olacağını düşünüyorum.

Batılılar Doğu toplumlarını ne kadar incelerlerse incelesinler; ne kadar o sorunlara hakim olduklarını düşünseler de, ben yerelde o sorunların çözümü konusunda fikir üretenlerden daha ileri bir noktada olduklarını düşünmüyorum. Her toplumun ileri gelenleri, aydınları, düşünürleri ve o toplumun değişimine, dönüşümüne öncülük edecek liderleri vardır. Bu aktörlerle işbirliği yapılması, bunların toplumların ilerlemesinde öne çıkarılması çok önemli. Eğer Doğu toplumlarını değiştirme, dönüştürme konusunda direksiyonda bir Batılı oturursa bu aracı, belki kullanabilir ama yolu bilmediği için virajlara keskin girebilir, kaza yapabilir.

Toplumların değişmesi, dönüşmesinde her zaman kendi dinamikleriyle ortaya çıkaracakları, o değer yargılarını taşıyan liderler, aktörler her zaman vardır. Siz gittiğiniz ülkelerde gözlemlediniz, en geride diye düşündüğünüz yerlerde de kadın örgütleri var. Bu konudaki hakların Batı’yla eşitlenmesi gerektiğine inananlar var ve onlar, bunu nasıl yapabileceklerini Batı’dan çok daha iyi biliyorlar.

Rehabilite Edici Önlemler

Bakanlığım döneminde, milletvekilliği dönemimim de dahil, en fazla gündeme getirilen konu Batı’daki sığınma evleri, sığınma evlerinin sayısı oldu. Matematiksel bir çözüm bu, rakamsal bir şey. Yüz tane olsa dahi, hiç bir kadın şiddeti kamu makamlarına yansıtamıyorsa, sayısal bir değeri yok ki… Biz asıl onu kamusal alana yansıtıp orada çözümünü arayabilecek kadınları o konuma getirmeli, o şiddetin önlenmesi konusunda önleyici, rehabilite edici toplumsal hizmetleri yaygınlaştırmalıyız.

Siyasette ‘Kota’ Şart – Binnaz Toprak

Siyasette ‘Kota’ Şart – Binnaz Toprak

Türkiye'nin Kadın Meseleleri

Kadın yazarlar, sanatçılar, milletvekilleri, iş insanları, STK başkanları, aktivistler; siyaseti, bilimi, dini kimliği, modernleşmeyi, sosyal hayatı, şiddeti, çabayı, sorunları ve çözümleri kadın perspektifinden anlatıyor.

Türkiye’de Kadın Belgeseli Röportajları. Tarih : 2007 - 2008

Binnaz Toprak

Binnaz Toprak

Siyasette ‘Kota’ Şart

Kadınların siyasete girmesinin önündeki en önemli engel erkeklerin seçim listelerinin zirvesini işgal etmesi, kadınların ise en sona konulması. Siyaset bilimci Binnaz Toprak, “Bu meseleyi kotasız çözmenin imkanı yok” diyor.

Türkiye’deki kadının hikayesini anlatırken aklıma annemin hikayesi gelir. Yani ikinci meşrutiyet ilan edildiği yılda doğmuş.Ve de üniversiteye gelinceye kadar Osmanlı Devleti çatısı altında yaşamış.O zamanlar tabi 19.yy’dan itibaren, özellikle İstanbul’daki kızlar için okuma imkanları çok daha gelişmiş vaziyette hatta Cumhuriyet öncesi bir kız üniversitesi bile “İNAS Darul Fururu”diye sırf kızlara ait bir üniversite kurulmuş.
Annem de bu eğitim sürecinden yararlanıp Erenköy Kız Lisesi’ni bitiriyor. Hangi yıllarda bitirdiğini bilmiyorum çünkü o yıllar savaş yılları İstanbul işgal altında, ama üniversite çağına geldiğinde Cumhuriyet kurulmuş oluyor ve 1929 yılında İstanbul Hukuk Fakültesi’nden mezun oluyor annem.1930’ların başında da hakim olarak Giresun’a atanıyor.

Annemin duvarda bir kaç tane resmi vardır bende, bir tanesinde Osmanlı dönemi hala ve dolayısıyla tamamiyle kapalı ama İstanbul kadınları o zamanlar belki Anadolu’dan farklı olarak daha değişik biçimde kapanıyorlar. Hoş bir resim. Ondan sonra da 1930’ların başında bir Adliye binasının önünde çekilmiş resmi var. Herhalde Giresun’da olacak o resim. Bütün ilin ileri gelenleri var. Ve de o resmin ortasında tek kadın olarak annem var. Onu ben Cumhuriyet’in özeti olarak görüyorum ve o resimdeki en prestijli insan bir açıdan çünkü Adliye’de ağır ceza hakimi olan annem. Ben bunu bir kaç kere anlattım dedim ki; annem eğer 1930’larda fırsat bulupta Avrupa’ya gitmiş olsaydı ve ben Türkiye’den gelmiş bir hakimim üstelikte ağır ceza hakimiyim deseydi herhalde aydan gelmiş uzaylı gibi bakacaklardı. Çünkü ne Avrupa’da ne Amerika’da ne de dünyanın herhangi başka bir yerinde 1930’larda kadın hakim yoktu.

Erkekler Cumhuriyeti

Bu açıdan baktığımızda Cumhuriyetin kazanımları hakikaten çok önemli kadınlar açısından. Bu kazanımlar Türkiye’deki kadınları çok farklı bir konuma getirdi. Ama bütün bu kazanımlardan yararlanan kadın sayısı kısıtlı kaldı.

Belki günümüzde bu sayı çok daha arttı ama gene de Türkiye’nin geneline baktığınızda işte okur yazarlık oranlarında kadın erkek arasında önemli farklılıklar var, lise eğitiminde var, üniversite eğitiminde var. Onunda ötesinde kadınların özellikle gerek devlet sektöründe gerek özel sektörde olsun üst yönetimde bulunmaları açısından önemli farklılıklar var. Hatta ben bir kaç sene önce bir yazı yazdım “ “Erkekler Cumhuriyeti” diye. Çünkü hakikaten yönetici kadroya baktığınızda yani Cumhuriyet’in getirdiği o kazanımlardan dolayı mesela çok sayıda kadın hakimimizvar, avukatımız, doktorumuz, öğretim üyemiz, vs. var. Ama yönetici kadroya baktığınızda Anayasa Mahkemesi’nden tutun hele o tarihte, şimdi bir kaç tane üst düzey yargı organlarında çok şükür kadınlar gelebildi.

Kadın Niye Yok?

Bunu ben de merak ettim açıkçası ve tam da bunun nedenini araştırmak üzere Ersin Kalaycıoğlu’yla birlikte bir araştırma yaptık. Bu bir anket çalışmasına dayalıydı.

Bu ankette “siyasetle ilgileniyor musunuz” sorusunu hem kadınlara hem erkeklere sorduk. Ortaya çıkan tablo aslında ne kadınlar ne erkekler Türkiye’de siyasetle çok fazla ilgilenmiyor. Çünkü bu gerekçe olarak siyasiler tarafından hep öne sürülür. Canım biz kadınları istiyoruz ama maalesef ilgilenmiyorlar siyasetle diye. Erkeklerde ilgilenmiyor. Evet doğru erkeklerin oranı biraz daha fazla, erkeklerin 30%’u evet ilgileniyorum diyor, kadınlarında 15%’i. Yani yarı yarıya gibi.

Ama o 30% neredeyse 100% Meclis’te temsile tercüme ediliyor. Dolayısıyla doğru bir orantı değil. Eğer o orantıyı kuracak olsanız Meclis’in 3’te 1’inin kadınlardan oluşması gerekiyor. Ve de başka sorularda, mesela “Siyasete girmek ister misiniz?” Hayır diyenlere, “Neden girmek istemiyorsunuz?” diye sorduk. Çok büyük bir oranda “Çünkü siyasette kadınlara fırsat tanınmıyor.” dediler. Aynı şeyi genel nüfusa sorduk yani hem kadınlara hem erkeklere gene büyük bir oranda, genel nüfus erkekler de dahil olmak üzere, en önemli neden olarak ve büyük oranda, fırsat tanınmadığını söylediler. Siyasal partiler bu güne kadar kadın adaylar göstermedi değil ama kadın adayları listelerin en sonuna seçilemeyecekleri yere koyuyorlar.

Çözüm Kota

Bu dünyanın bir çok ülkesinde de böyleydi. Bir çok ülkede mesela Fransa da yakın zamanlara kadar son derece düşüktü meclisteki kadınların oranı. 2000 yılında Japonya’da sıfırdı. Bu yılki uluslararası istatistiklere bakın, ben en son baktığımda galiba 2004 yılıydı 10%’a çıkmış. Şimdi bu nasıl çıkabiliyor? Kota konuyor. Bu araştırmadan sonra gittik Meclis’te anlattık araştırmamızı ama maalesef 4 tane milletvekili geldi bizi dinlemeye. Ayrıca ben hükümet yetkililerinden, üst düzeyde yetkililerden bir kaçından randevu aldım konuştum “Bakın dedim bunu kotasız halletmenin imkanı yok”. Çünkü siyasal partililer içinde de muazzam bir rekabet var, o da listelerin ilk sıralarına yerleşme rekabeti. Ve siyasal parti liderleri gerçekten kadınların girmesini istiyor bile olsalar o kadar çok baskı altındalar ki listelerin tepelerine koyamıyorlar kadınları.

Bu kota konusunda fermuar sistemi diye bir sistem var: Listeye erkekler başlıyor bir erkek bir kadın diye. Ve aşağı yukarı yüzde 30-33 civarında mecliste kadına dönüşüyor. Şimdi Türkiye’de bunun yapılması lazım. Fas yaptı bunu ve ciddi biçimde kadın oranı daha fazla. Bir çok Müslüman ülkede bakın; Malezya’da, Endonezya’da, Fas’ta, Irak’ta, Sudanda, Nijerya’da…

İslam Hukukundaki Sorunlar

Bu gerginliğin her iki tarafını da anlayabiliyorum. Lâik kadınlar açısından baktığınızda, İslâm dininin kendisini demeyeyim ama İslâm hukukunun önemli sorunları var. İslâm hukukunun; 7. Yüzyıl’dan bu yana, yani İslâmiyet’in çıkışından bu yana geliştiği şekliyle, yaşadığı toplumlardan da etkilenerek kadın-erkek konusunda 21. Yüzyıl için çok tutucu hükümleri olduğunu düşünüyorum. Meselâ çok evlilik, mirastan eşit bir şekilde yararlanamama, boşanmanın, neredeyse tarih boyunca bir sürü Müslüman toplumunda tek taraflı olması, çocuklar üzerinde velayet hakkı meselesi, zina meselesinde taşlanarak insanların öldürülmesi vs.

Bunların yeniden ele alınması gerektiğini, bunun da özellikle Türkiye’de yapılabileceğini düşünüyorum. Çünkü Türkiye İslâm dünyasının içinde hakikaten de önder bir ülke. Hukukun modern çağa uygun bir şekilde yeniden yorumlanmasının, özellikle kadın erkek ilişkileri meselesinde gerektiği kanaatindeyim.

Türkiye İslâm hukukunun geçerli olduğu bir devlet olmamasına rağmen İran, Afganistan, Sudan gibi ülkelerdeki uygulamalar kadınları korkutuyor….

Cumhuriyet Devrimleri

Cumhuriyet devrimleri aslında işin başında tepeden inme olarak geldi. Henüz büyük bir çoğunluk bunları kabullenmiş değildi. O yılarda sadece bürokrat ve askeri kadro onları benimsiyordu. Zaten onlar eğitimli bir kadroydu. Ama halk tarafından çok benimsenmiş değildi. Bugüne baktığınızda durum öyle değil.

1999 yılında Ali Çarkoğlu’yla bir araştırma yapıp, Cumhuriyet devrimlerinin ne kadar benimsendiğini anlamaya çalıştık. “Cumhuriyet Türkiye’yi ileriye götürmüş müdür sizce?” diye sorduğumuzda halkın % 79’unun Cumhuriyet’in Türkiye’yi ileri götürdüğü kanaatinde olduğunu gördük. Bu çok önemli bir rakam. Demek ki devrimler halkın büyük bir çoğunluğu tarafından benimsenmiş artık. Kadın erkek eşitliği meselesinin de, devrimlerin de her kesim tarafından benimsendiğini görüyoruz.

Aynı araştırmada halka şeriat devleti isteyip istemediklerini de sorduk. O zamanlar % 20 gibi bir kesim istediğini ifade ediyordu. Bu oranı çok yüksek bir oran olarak görüyordum. Oysa Müslüman insanların yaşadığı bir ülkede insanların, Allah’ın kanunlarının gelmesini istemeleri çok normaldi. Ama “İslâm hukukuna göre diyelim ki bir erkek 4 kadına kadar evlenebilir, hâlbuki Medenî Kanun bunu yasaklamıştır. Siz buna izin verilmesini ister misiniz?” diye sorduğumuzda bu oran anında aşağılara düşüyordu.

Halk Kadına Karşı Tutucu Değil

Tahsin Kalaycıoğlu’yla birlikte yaptığımız bir başka araştırmada, kadınların siyasette neden daha az yer aldıklarını sorduk. Siyasetçiler kadınların siyasetle ilgilenmediği söylerler. Bu araştırma bunun doğru olmadığını gösterdi. Kadınlar % 36-46’sı kendilerine fırsat tanınacak olsa, görevin niteliğine göre siyasetle ilgileneceklerini söylüyor.

Halkın çok önemli bir bölümü kadınların siyasete girmeme nedenleri olarak siyasileri görüyor. Her şeyden önce Türkiye’nin genelinde insanların büyük bir kısmı kadın-erkek eşitliğine inanmış vaziyette. Kadınların eğitilmesi konusunda da hemfikirler. Üstelik kadınların birçok mesleği yapabileceklerine inanıyorlar. Türkiye’de kadınlara karşı bir tutuculuk yok. Aynı zamanda Türk halkının şeriat devleti özlemi falan da yok. Öyleyse lâik kesimle İslâmî kesim arasındaki çatışma nereden kaynaklanıyor diye soracak olursanız, ben bunun cevabını tam veremiyorum. Bana öyle geliyor ki bu konuda hassas olan insanlar var ve onların korkularından kaynaklanıyor. Belki de bu korkuları siyasilerin bir kısmı da besliyor olabilir. Tabii bu korkular tamamen asılsızdır demiyorum.

Hoşgörü Ve Birarada Yaşama

1999’daki araştırmamızda insanların bir arada, hoşgörüye dayalı bir toplum düzeni istediklerini gördük. Meselâ “Oturduğunuz mahallede kadınların büyük bir çoğunluğu kapalı olsa bu sizi rahatsız eder mi?” şeklinde çok değişik sorular vardı. Bu soruya karşılık % 86’lık oranda “Hayır!” cevabını aldık. Aynı şekilde “Oturduğunuz mahallede kadınların çoğunluğu mini etek giyecek olsa bu sizi rahatsız eder mi?” sorusuna da yine aynı oranda “Hayır!” cevabı aldık.

Bunu zaten toplumda da görüyoruz. Belki sosyal çevre olarak bu iki kesim çok birbirine yakın değil ama her ailede kapalı olan yaşlılar, büyükler, akrabalar var. Dolayısıyla insanlar iç içe yaşamaya alışık.

Lâiklik-İslâmcılık kavgası o kadar zaman Türkiye’de devam eden bir mücadele ve kavga ki insanlar illallah demiş vaziyette. Halk hoşgörüye dayalı, bir arada yaşanabilecek bir toplum düzenini arzu ediyor. “Müslüman bir kadın başörtüsü örtmeli mi?” diye sorduğumuzda ise % 59 oranında “Evet.” cevabı aldık. “Bir kadın Allah’a ve peygambere inanıyor ama örtünmüyorsa siz bu kadını Müslüman sayar mısınız?” sorusuna % 86’lık bir oran evet dedi. 1999 yılı Refah Partisi’nin istifasından sonraydı. “Refah Partisinin türban politikalarını benimsiyor musunuz?” dediğimizde insanların kavga gürültü istemediği de açıkça ortaya çıkıyor. O zaman % 75’ler, % 40’lara iniyor.

AB Türkiye’yi Tanımıyor

Avrupa Birliği (AB) açısından kadın sorunsalına baktığımızda kentli okumuş kadınların Avrupalılardan, Amerikalılardan veya dünyanın herhangi gelişmiş bölgesindeki kadınlardan farklı olduğunu düşünmüyorum; ne kafa yapılarıyla, ne eğitimleriyle, ne de yaşam tarzlarıyla… Buna örtünenler de dahil, örtünmeyenler de diye düşünüyorum. Eğitim Avrupa Birliği’nin mazereti “Türkiye Müslüman bir ülkedir, kültürü bizden farklıdır…” meselesi değil. Türkiye’yi bilen biri olarak bunu anlamakta zorluk çekiyorum. Fransa’nın eski Cumhurbaşkanlarından Valery Giscard d’Estaing gelir “Türkiye aydınlanmayı yaşamamıştır.” der. Bu, Türkiye’nin tarihini bilmemek demektir. Çünkü ta Genç Osmanlar’dan itibaren Türkiye’de aydınlanma fikri çok yaygın ve kabul görmüş diye düşünüyorum.

Bilim Kadınları Bazı Alanlarda Daha Başarılı – Nüket Yetiş

Bilim Kadınları Bazı Alanlarda Daha Başarılı – Nüket Yetiş

Türkiye'nin Kadın Meseleleri

Kadın yazarlar, sanatçılar, milletvekilleri, iş insanları, STK başkanları, aktivistler; siyaseti, bilimi, dini kimliği, modernleşmeyi, sosyal hayatı, şiddeti, çabayı, sorunları ve çözümleri kadın perspektifinden anlatıyor.

Türkiye’de Kadın Belgeseli Röportajları. Tarih : 2007 - 2008

Nüket Yetiş

Nüket Yetiş

Bilim Kadınları Bazı Alanlarda Daha Başarılı

2004-2011 dönemi TÜBİTAK Başkanı Nüket Yetiş; İyi eğitilmiş, güçlü değerlere sahip kadınlar pek çok alanda erkeklere göre daha başarılı olabiliyor. Kadın, erkek arkadaşlarına göre aynı anda birkaç işi çok rahat görebiliyor.

Orta hâlli bir Anadolu ailesinin dört çocuğundan en küçüğüyüm. İki ablam ve bir ağabeyim var. 1957’de Eskişehir’de doğdum ama annem ve babamın geldiği yer Bozhöyük kasabası. Bozhöyük geleneklerini koruyan ama gelişmelere de açık olan çağdaş bir kasabadır; böyle de bilinir. Babam ortaokula kadar okuyabilmiş daha sonra, bazı nedenlerden ötürü eğitimine devam edememiş. Hepimizin yüksek tahsil yapması onun en büyük idealiydi.

Doğduğum ortamda, hiçbir şekilde kız erkek ayırımı görmedim. Tam tersine babam hepimizin okuması için bize hep destek verdi. Ben böyle bir ortamda büyüdüm. Eşimin aile yapısının benzer şekilde olmasından dolayı kendi ailemiz de böyle şekillendi. Yani hiçbir zaman kadın olmanın dezavantajlarının olduğu bir ortamda bulunmadım.

Ben ilk, orta ve lise eğitimimi Eskişehir’de tamamladım. Daha sonra; şu anda Boğaziçi Üniversitesi olan, o zamanki Robert Koleji’nde yüksek öğretimime başladım. Orada kimya mühendisliği eğitimi aldım. Kimya mühendisliğinden sonra yine Boğaziçi Üniversitesi’nde NBA, yani işletme yönetimi üzerine yüksek lisans yaptım. 1975’te, o zaman ki adıyla Teknik Araştırma Kurumu’nun şu an içinde bulunduğumuz kampüsünde araştırmacı olarak göreve başladım. Burada beş yıl araştırmacı olarak çalıştıktan sonra İTÜ’ye geçtim.

İdarecilik Kariyeri

Orada endüstri mühendisliği alanında doktoramı tamamladım. İki yıl kadar öğretim görevlisi olarak çalıştıktan sonra yeni kurulmakta olan Marmara Üniversitesi’ne geçtim. Orada Mühendislik Fakültesi’ni kurdum. 1989 yılında doçenttim, 1993 yılında profesörlüğümü aldım. 1994 yılında da Marmara Üniversitesi Mühendislik Fakültesi’nin dekanlığını yaptım. Bu görevim sırasında Endüstri Mühendisi olmamın da getirdiği avantajı kullanıp, idarecilikle kariyerimi aynı rotaya oturtarak ilk defa Türkiye ve Avrupa’da yüksek öğretimde Avrupa Kalite Ödülü’ne başvurduk ve orada finalist olduk. Bir yüksek öğretim kurumu olarak buna ilk başvuran ve finalist olma başarısını gösteren tek kurum Marmara Üniversitesi Mühendislik Fakültesi’dir.

2000 yılında TÜBİTAK’ın Türkiye Sanayi Sevk ve İdare Enstitüsü’nde müdür olarak görev yapmaya başladım. Arkadaşlarımla birlikte, kamudaki sürekli kurumsal gelişim ve kalite yöntemlerini uygulamalardan gelen deneyimlerimizi Türkiye’deki pek çok kamu kuruluşuna ve özel sektöre aktardık. Maliye Bakanlığı’ndan, Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu’na; çeşitli askerî kuruluşlardan, devletin çok üst düzey kurumlarına kadar eğitim danışmanlık ve deneyim aktarma çalışmaları yaptık. Bu görevime 2003 yılına kadar devam ettim. 2003 sonundaysa Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumunun Başkan Vekilliği görevime başladım.

Bilime Yabancılaşma Var

Bilim ve kadın noktasına geldiğimiz zaman benim düşüncem şöyle: İlk bakışta bilim kadına yabancılaştırılmış bir alan gibi görülebilir ama ben bunun kadına özel bir alan olduğunu düşünmüyorum. Çünkü bilime bakışımız genel olarak aynı. Bilime karşı bir yabancılaşma söz konusuysa, bu yabancılaşmanın her iki cins için de aynı derecede olduğunu düşünüyorum. Bunu neye dayanarak söylüyorum? Bilim üzerine 14 ile 24 yaş arası gençler arasında bir çalışma yapmıştık. Bu anketlere bakıldığında gençlerin “Bilim iyi bir şeydir ama ben yapamam.” “Bilim önemlidir ama ben bilim insanı olmayayım.” şeklinde yaklaşımları oldu. Onun için eğer Türkiye’de bilim üzerine bir yabancılaşma varsa bunun kadınlara has değil, toplumun geneli için geçerli olduğunu düşünüyorum.

Türkiye’de bilim ve kadın dendiği zaman Avrupa ortalamalarının çok üstünde olduğumuzu görüyoruz. Hatta şu anda Avrupa’nın hedef koyduğu noktaya ulaşmış durumdayız.

Türkiye’deki bilim kadınlarının yer, Türkiye’deki bilim adamların uluslararası platformdaki yeri neyse onunla aşağı yukarı aynıdır. Hatta kadınların bazı alanlarda da daha başarılı olduğunu düşünüyorum.

Kariyerim boyunca hem cinslerim için bir pozitif ayrımcılık yolunu kullanmadım. Ama yaşayarak şunu gördüm ki; eğer iyi eğitilmiş, güçlü değerlere sahip kariyer insanları, kariyer kadınları bulabilirseniz pek çok alanda bilim adamına göre çok daha başarı sağlayabilirsiniz. Bunun altında kadının yaradılışından gelen çok işlemcilik kabiliyeti yatıyor. Yani kadın, erkek arkadaşlarına göre aynı anda birkaç işi çok rahat görebiliyor.